ANA SAYFA

      1. KİTAP BÖLÜM 1

      1. KİTAP BÖLÜM 2

      1. KİTAP BÖLÜM 3

      1. KİTAP BÖLÜM 4

       1. KİTAP BÖLÜM 5

       1. KİTAP BÖLÜM 6

       1. KİTAP BÖLÜM 7

       1. KİTAP BÖLÜM 8

       1. KİTAP BÖLÜM 9 

       1. KİTAP BÖLÜM 10

        1. KİTAP BÖLÜM 11

        1.KİTAP BÖLÜM 12    

        1.KİTAP BÖLÜM 13

        1. KİTAP BÖLÜM 14

        1. KİTAP BÖLÜM 15

        1. KİTAP BÖLÜM 16

        1.KİTAP BÖLÜM 17

        1. KİTAP BÖLÜM 18

        1. KİTAP BÖLÜM 19 

        1. KİTAP BÖLÜM 20  

       1. KİTAP BÖLÜM 21  

       1. KİTAP BÖLÜM 22  

      1. KİTAP BÖLÜM 23 

      1. KİTAP BÖLÜM 24 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

     

   

 

         

            KÜTÜB-İ
          SİTTE'NİN

        
ELEŞTİRİSİ
               VE
     KUR'AN'A ARZI


         Fereç Hüdür

     KUR'AN ARAŞTIRMALARI

                                         

 

 

 



BÖLÜM 4

Görüldüğü gibi, Peygamberin eşleri müminlerin anneleridir. Fakat, müminlere anne olma vasıfları gizlenmelerini ortadan kaldırmaz, Kur’an’dan mealen:

- Ey iman edenler! Hazırlanmasını beklemeyeceğiniz bir yemeğe çağrılmanız hariç, size izin verilmeden Peygamberin evlerine girmeyin, Fakat çağrıldığınız zaman girin, Yemek yediğiniz zaman, hemen dağılın, sohbete dalmayın, çünkü bu durum, Peygamberi üzüyor. O, (sizi evden çıkarmaktan) utanıyor. Halbuki Allah, hak olan bir şeyden utanmaz, Peygamberin hanımlarından bir eşya istediğiniz zaman bir perdenin arkasından isteyin. Bu durum, sizin kalpleriniz ve onların kalpleri için daha temizdir. Resûlullah’a eziyet etmeniz, ondan sonra onun hanımlarıyla evlenmeniz ebediyen caiz değildir. Şüphesiz bu durum, Allah katında büyük bir günahtır.
33/53

Bu itibarla, süt amca ve süt kardeş konusunda rivayet edilen hadisler, uydurma olup aslı yoktur.
Süt çocukluğu konusunda iddiaları da, Kur’an’da belirtilenden çok değişiktir. Kûr’an’da çocuk en fazla iki yıl emzirilir, yani iki yaşından sonra öz annesi dahi onu emziremez. Fakat onlar adamlarında emzirilebileceğini rivayet ettiler.
Emzirme ile ilgili olarak, Kur’an’dan mealen:

- Anneler, çocuklarını -emzirmeyi tamamlamak isteyen kimse için- tam iki yıl emzirirler. Onların uygun biçimde yiyeceğini ve giyeceğini sağlamak, çocuğun babasına aittir. Herkes ancak gücü ölçüsünde bir şeyle mükellef tutulur. Ne anne çocuğu yüzünden, ne de çocuğun ait bulunduğu baba, çocuğu yüzünden zarara sokulmasın. Mirasçının da aynı şeyi yapması gerekir. Eğer (ana, baba) anlaşıp danışarak (çocuğu memeden) kesmek isterlerse, kendilerine günah yoktur. Çocuklarınızı (süt annesi tutup) emzirmek isterseniz, vereceğinizi güzelce verdikten sonra yine üzerinize bir günah yoktur (emzirirseniz) Allah’tan korkun ve bilin ki, Allah yaptığınız her şeyi görmektedir. 2/233
 

Çocukların en fazla iki yaşına kadar emzirtilebileceği açıktır, buna rağmen şu rivayette bulundular:

79-.............. Aişe’den naklen rivayet:
Ebû Huzeyfe’nin âzâdlısı Sâlim, evlerinde Ebû Huzeyfe ile ailesinin yanında bulunuyormuş derken, Sehle binti Süheyl, Peygambere gelerek:
- Sâlim artık erkeklik çağına geldi; ve erkeklerin akıl ettikleri şeylere akıl erdirmeye başladı ama yanımıza giriyor. Zannediyorum ki, bundan Ebû Huzeyfe’nin hatırına bir şey geliyor; demiş.
Bunun üzerine peygamber ona:
“Salim’i emzir, ona haram ol da Ebû Huzeyfe’nin hatırına gelen şey gitsin!” buyurmuş.
(Sehle bunu yapmış ve) dönerek:
- Ben onu emzirdim; Ebu Huzeyfe’nin hatırına gelen şey de gitti; demiş. (Müslim, 27/371 Cilt 7 Ahmet DAVUTOĞLU, Sönmez Neşriyat A.Ş.)

Salim’in yaşı konusunda yine Müslim’de şu ifadeler geçmektedir.

- Koskoca adam olduğu halde onu nasıl emzireyim dedi. “Resûlullah gülümseyerek onun koskoca adam olduğunu biliyorum.” cevabını verdi. (Müslim, 26 C.7 Sönmez Neşriyat ).
- Sehle; ama o saçlı sakallı (adam)dır, dedi. (Müslim, 30/373 C.7 Sönmez Neşriyat ) .

80 ............. Âise (Radıyallâhu anhâ)’dan; Şöyle demiştir: (Ebû Huzeyfe’nin karısı) Sehle binti Süheyl (Radıyallâhu anhüm) Peygamber (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)’e gelerek:
- Yâ Resûlullah! (Evlatlığımız) Sâlim’in yanıma girmesinden dolayı (kocam) Ebû Huzeyfe (bin Utbe)’nin yüzünde cidden bir hoşnutsuzluk görüyorum, dedi. Bunun üzerine Peygamber (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) (Sehle’ye:)
- “Sen Sâlim’e süt emzir” buyurdu. Sehle:
- O, yetişkin bir adam olduğu halde ben nasıl onu emzireyim? dedi. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) gülümsedi ve: - “Ben onun yetişkin bir adam olduğunu şüphesiz biliyorum.” buyurdu. Sehle (Radıyallahu anhâ) (gidip bu işi) yaptıktan sonra Peygamber (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem’e )’e gelerek:
Ben (Sâlim’e süt emzirdikten) sonra (kocam) Ebû Huzeyfe (Radıyallahu anh)’ ın yüzünde bir hoşnutsuzluk görmedim, dedi. Sâlim (onun sütünü emmeden önce ) Bedir savaşına katılmış idi.” (İbn’i Mace, H.1943, Sünen-i İbn-i Mace, S.412 C.5 Baskı 1992 Kahraman Yayınları. )

Görüldüğü gibi süt emzirmeyle ilgili iddiaları ve rivayetleri İslam la ilgisi olmayan sapık iddialardır. Hangi kadın göğsünü açıp bir adama kendini emzirirde, bunun adına süt çocukluğu denir. Kur’an öğretisine karşı o kadar kin ve nefret doludurlar ki, dillerine ne gelirse söylemekten çekinmemişlerdir.

Diğer bir rivayet çeşitleri de , İslamiyet’teki, erkeklerin birden fazla kadını nikahlama ruhsatıyla ilgilidir. Bu rivayetlerini sıralarken kendilerince alay etmek amacındadırlar. Zira sarf ettikleri ifadelerden bu anlaşılmaktadır. Bu rivayetlerine konu olarak ta Peygamberleri ele almışlardır, örneğin:

81- Hz. Enes radıyallâhu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalatu vesselâm, hanımlarına gece ve gündüz aynı saatlerde ziyarette bulunurdu. Onlar on bir tane idiler. Enes’e: “Buna tâkat getirebiliyor muydu? denmişti. O : “Biz ona otuz kişinin gücü verildiğini konuşurduk” diye cevap verdi.” (K.S. 5713 C.16 S.69 alıntısı, Buhari, Gusl 12; Nesâi, Nikâh 1, (6,53,54). )

82- Bize Müseddet tahdis etti. Bize Yezid ibn Zurey’ tahdis etti. Bize Said ibn Ebû Arûbe, Katâde’den; o da Enes (R)’den tahdis etti ki, Peygamber (S)’in dokuz kadını olduğu hâlde, tek bir gece içinde kadınların hepsi üzerine dolaşırdı.
Ve yine bana Halife ibn Hayyât şöyle dedi: Bize Yezid ibnu Zurey’ tahdis etti: Bize Said, Katâde den tahdis etti ki, onlara da Enes, Peygamberden olmak üzere bunu tahdis etmiştir. (Buhari, Kitâbu’l-Nikâh H.6 C.11 S.5163 Ötüken 1988 ).

Görüldüğü gibi iki rivayet birbirleriyle çelişkilidir, birinde on bir eş derken, diğerinde dokuz eş denmiştir. Güya Peygamber Enes’e söylemiştir, peki Enes on birle, dokuzu ayıramıyorsa bunu nasıl tahdis etti. Farz edelim ki, ayrı ayrı zamanlar için tahdis etmiş olsunlar, yani Peygamber iki eş için evlenmiş veya boşanmış olsun. Buna rağmen rivayetlerin herhangi bir temele dayalı ciddiyetleri yoktur. Aile yaşantısı içerisindeki bazı şeyleri insan kendi öz anne babasına söylemezken. Peygamber gibi bir insan aile sırlarını neden gidip Enes’e söylesin. Şimdi bu tür iftiralarını yazmaya devam edecek olursam:

83- Hz. Ebu Hureyre radıyallâhu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Süleyman aleyhisselâm (bir gün)
“Bugün, kesinlikle doksan kadınıma uğrayacağım. Hepsi de Allah yolunda cihad edecek bir yiğit doğuracak! dedi (veya melek) ona:
“İnşaallah de bari!” uyarısında bulundu. Ama Hz. Süleyman inşaallah demedi.
Söylediği gibi, o gün, bütün hanımlarına uğradı. Kadınlarından sadece biri hâmile kaldı. O da yarım insan doğurdu.”
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm sözüne devamla:
“Nefsimi elinde tutan Zât’a yemin olsun! Eğer Süleyman aleyhisselâm “inşallah!” demiş olsaydı hepsi de Allah yolunda atlı olarak cihad eden çocuklara sahip olacaktı” buyurdu.” (Buhari, Enbiya 40, Eymân 23,(1654); Nesâi, 39,40,(7,25); K.S. 5825 C.16 S.299 Akçağ 1993 )

84-............. El-A’rac’dan; Ebû Hureyre (R)’den tahdis etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: “Dâvud’un oğlu Süleymân: Ben bu gece yetmiş kadını dolaşacağım da onlardan her biri Allah yolunda mücahide edecek birer süvâri oğlana gebe kalır, diye kesin konuştu. Arkadaşı olan melek ona: İnşâallah de, dedi. O diliyle inşâallah demedi. O hakikaten o kadınları dolaştı, fakat içlerinden yalnız biri iki şıkkından biri düşük bir oğlana hâmile kalmıştır”.
Peygamber: “Eğer Süleymân İnşâallah deseydi, elbette o çocukların hepsi Allah yolunda cihâd ederlerdi” buyurdu..........
(Buhari, Kitâbu’l-Enbiyâ 97 C.7 S.3237 Ötüken 1987 )

85-.............. Bize Vuheyb, Eyûb’dan; o da Muhammed ibn Sirin’den; o da Ebû Hureyre (R)’den şöyle tahdis etti: Allah’ın Peygamberi Süleymân Aleyhisselâmın atmış tâne kadını kadını vardı. “Ben bir gecede kadınların üzerine dolaşırım da onlardan her bir kadın muhakkak Allah yolunda savaşacak birer süvari oğlan çocuğu doğurur” diye (İnşâallah demeden) yemin sözü söyledi. Hakikaten kadınları üzerine dolaştı. Fakat kadınlardan hiçbiri doğurmadı, yalnız bir kadın eksik doğumlu bir oğlan çocuğu doğurdu. Allah’ın Peygamberi Muhammed (S) : -”Eğer Süleymân Peygamber inşâallah diyerek yemininden bir istisna yapsaydı, kadınlardan her bir kadın muhakkak gebe kalır ve Allah yolunda savaşacak birer süvâri doğururdu” buyurdu. (Buhari, Kitâbu’t-Tevhit 95 C.16 S.7340 Ötüken 1989 ).

Görüldüğü gibi, Peygamberlere iftira ve saygısızlık kastıyla tahdis edilmiş olan bu rivayetler aynı zamanda çelişkilidir. Zira, iddia etmiş oldukları kadın sayıları ihtilaflıdır. Din yönünden Süleyman peygambere ağır sözler içermektedirler, öyle ki bir peygamber olmasına rağmen, Allah adına konuşup, İnşâallah dememekte direnen bir kimse seviyesine indirmektedirler. Bu ise bir peygamber hakkında sarf edilen çok ağır iftiradır. İnşâallahın kelime manası, Allah isterse demektir. Böyle bir şeyi red etmek, Allah istemezse de demek olur ki, bu ise Allah’a şirk koşmak demektir. Süleyman peygamber ise bir müşrik değildi, bu itibarla bu rivayetlerde bir uydurmadır.

86-........... Âise (R) şöyle demiştir: Fâtıma yürüyerek yönelip geldi. Fâtıma’nın yürüyüşü tıpkı Resûlullah’ın yürüyüşü gibidir. ............(Buhari, Kitâbu’l-Menâkıb 126 C.7 S.3393 Ötüken 1987 )

Bir bayanın erkekler gibi yürümesi övünülecek bir şey değildir. Rivayet aslı olmayan bir iftiradır. Hele, rivayeti Peygamber açısından rivayet etmeleri ise peygambere açıkça saldırıdır, zira erkeklerin bayanlar gibi yürümesi de İslam Dininde kabul edilemez.

87-................ Hz. İbrahim zalim birinin diyarına (Mısır’a) beraberinde Sâre de olduğu halde gelmişti, Sâre güzel bir kadındı. Sâre’ye: “Bu cebbâr herif, bilirse ki sen karımsın, senin için bana galebe çalar. Eğer sana soracak olursa, kız kardeşim olduğunu söyle! Çünkü sen, zaten İslâm yönünden kardeşimsin, din kardeşiyiz. Ben yeryüzünde senden ve benden başka bir Müslüman bilmiyorum” dedi.
Bunlar zâlim kralın memleketine gelince, adamlardan biri bunları gördü. Hemen gidip:
“Senin memleketine öyle güzel bir kadın girdi ki, sizden başkasının olması münasip değildir” dedi. Kral derhal adamlar gönderip, Sâre’yi  yanına getirtti. Hz. İbrahim namaza durdu. Sâre adamın yanına girince, kral (onu ayakta karşıladı, fakat) elini ona uzatamadı. Eli şiddetli şekilde tutuldu. Sâre’ye :“Elimi salması için Allah’a dua et! Sana zarar vermeyeceğim!” dedi. Sâre de dediğini yaptı. Ama kral tekrar Sâre’ye sataşmak istedi. Eli, öncekinden daha şiddetli tutulup kaldı. Sâre’ye aynı şekilde ricada bulundu. O da kabul etti. (Adam normal hale dönünce tekrar) sataşmak istedi. Eli önceki iki seferden daha şiddetli şekilde tutuldu. Sâre’ye yine:  “Allah’a dua et, elimi salsın sana zarar vermeyeceğim!” diye rica etti. Sâre dua etti, adamın elleri açıldı. Kral kadını getiren adamı çağırdı ve ona: “Sen bana insan değil bir şeytan getirmişsin. Bunu diyarımdan çıkar!” dedi. Sâre’ye, Hâcer’i bağış olarak verdi. “Sâra yürüyerek geldi. İbrahim onu görünce  “Nasılsın, ne haber?” dedi. Sâre: “Hayır var! Allah cebbârın elini tuttu (bana) bir hâdim verdi!” dedi.” .................. (K.S. 5212 C.15 S.6-7 Akçağ 1992 alıntısı, Buhari, Enbiyâ 9, Büyû’ 100, Hibe 36, Nikâh 6; Müslim, Fezâil 154, (2371); Ebû Dâvud, Talâk 16, (2212); Tirmizi, Tefsir, Enbiya, (3165).)

İddia ettiklerine göre, İbrahim peygamber neyle karşılaşacağını bile bile, kralı zalim olan bir memlekete gitmiş. Kendisinin de önceden tahmin ettiği gibi, karısı “Sâra” kral tarafından kendisinden istenmiş ve karısını krala teslim etmiştir. Canının kurtulmasına sebepte karısını kız kardeşi olarak tanıtması imiş. Güya da, İbrahim peygamber kendisinden ve karısından başka yer yüzünde bir Müslüman bilmiyormuş. Bu İbrahim peygamber gibi bir kimseye karşı hayasızca yapılmış bir iftira ve saygısızlıktır. O İbrahim peygamber ki, Allah rızası için bir kavmin karşısına tek başına dikildi. O’nu ateşe attıklarında dahi çekinmeyecek kadar cesur bir kimse idi. Nasıl gidip namusunu zalim bir krala teslim eder. Allah’ın arzı geniştir, madem ki durumu önceden biliyordu o zaman, zalim kralın memleketine uğramaz, başka bir yere giderdi. Deseler ki zaten hiçbir şey olmadı, ne mahzuru var ki? İslam'a göre durum hiçte öyle değil zira İslam da mümin kadınlara sataşma şiddetle yasaktır ve tesettür olayı vardır ve söyledikleri tesettüre aykırıdır. Öyle ya, kral ve adamları tesettüre rağmen Sâre’nin güzelliğini nasıl gördüler? Bu demek oluyor ki, iddialarına göre İbrahim peygamber ya karısını tesettürsüz gezdiriyordu yada tesettürünün açılmasına ve kendisine sataşılmasına aldırmıyordu. Ben İbrahim peygamberi böyle bir şeyden tenzih ederim. O İbrahim peygamber ki Allah O’nu dost edinmişti. Bu konuda Kur’an’dan mealen:

- Hangi insan, din yönünden, iyilik edici olarak yüzünü Allah’a teslim edip dosdoğru İbrahim’in dinine tabi olandan daha güzel olabilir? Allah, İbrahim’i dost edinmişti. 4/125

Diğer bir hususta, olayı uydurmak için sarf ettikleri, güya İbrahim peygamberin karısına: “Ben yeryüzünde senden ve benden başka bir Müslüman bilmiyorum.” ifadesi de, Kur’an’a uymayan ve yalancı olduklarını belgeleyen bir sözdür. Zira kendisine hicretten önce Lût peygamber iman etmişti. Şöyle ki, Kur’an’dan mealen:

- Bunun üzerine Lût ona iman etti ve (kavmine) dedi ki: “Ben Rabb’ime hicret ediyorum; zira O, daima gâliptir; hikmet sâhibidir”. 29/26

Bu itibarla, İslam Dininde ki gerçeklere uymayan bu rivayetlerin aslı yoktur.

88-.............. (İbn ebi Leyle’den naklen, dedi ki:)..... Bize Ali şöyle tahdis etti: ................... Müteakiben biz yataklarımıza girmiş hâlde iken Peygamber bize geldi. Biz hemen yatağımızdan kalkmağa davrandık. Peygamber (S) :
- “Yerinizde durunuz!” buyurdu ve (ikimiz arasına oturdu) hattâ ben göğsümün üzerine dokunan iki ayağının serinliğini hissettim........
......... (Buhâri, Kitâbu’l-Humus 21 C.6 S.2899 Ötüken 1987 )

Bu konuda daha önce belirttiğim gibi, İslam’da yatak odalarına izinsiz girilemez. Bu itibarla, peygamberin, kızının ve damadının yatak odalarına izinsiz ve aniden girdiği yolundaki bu rivayet asılsız bir iftiradır. Hele, yatağa girip aralarına oturması olacak şey değildir.

89- Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) efendimiz buyurdular ki: (Tahâret maksadıyla) taş kullanmak tektir. Şeytana atılan taş tektir. Safa ile Merve arasında say tektir. Öyle ise sizden biri (tahâret için) taş kullanacaksa bunu da tek kılsın.” (K.S. 1493 C.6 S.23 Akçağ 1989 alıntısı, Nesâi, Hacc 202, (5,254) )
 
Müslümanlarca tavaf edilen, Kabe tavafı ile Sefa ve Merve sa’yi’ni. Tuvalette temizlik için kullandıkları taş ile ve şeytana atılan taşla ilişkilendirmek ve birbirlerine emsal göstermek açık bir saygısızlıktır. Bu itibarla bu rivayette hakaret kastıyla uydurulmuş asılsız bir rivayettir.

90- Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, mescide otururken, bir bedevi girip iki rekat namaz kıldı. Sonra da şöyle dua etmeye başladı: “Allah’ım bana da, Muhammed’e de rahmet et. Bizden başka kimseye rahmet etme!”
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm atılıp: “Geniş alanı daralttın!” dedi. Derken adam hemen kalkıp mescidin içine akıtmaya başladı. Halk ta hemencecik üzerine yürüdü. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm onları yasaklayıp: “Kolaylaştırıcılar olarak gönderildiniz, zorlaştırıcılar olarak gönderilmediniz. Üzerine bir kova su dökün!” ferman buyurdular.” (K.S. 3509 C.10 S.340 Akçağ 1990 alıntısı, Buhari, Vudû 58; Ebû Dâvud, Tahâret 138, (380); Tirmizi, Tahâret 112, (147); Nesâi, Tahâret 45, (1,48,49, ) )

91- .... Abdullah b. Ömer (r.a.)’den, şöyle demiştir:
“Ben Resûlullah (s.a.) zamanında bekâr bir genç idim ve Mescid de gecelerdim. Köpekler mescide girerler çıkarlar, bevlederler, sahabiler de bundan dolayı hiçbir şey (su) dökmezlerdi.” (Ebû Dâvud K. Tahâre (1), Bâb 137 H.382 C.2 S.97 Şamil 1988, diğer tahdis edenler, Buhari, tabir 36, fedaili ashabın-Nebi 19; Müslim, fedaili’s-sahâbe 140 )

Peygamber mescidini, insanların ve köpeklerin tuvalet olarak kullandığını rivayet etmeleri, İslam dinine ve Müslümanlara duydukları kinin açık ifadesidir. İslam dininde, Allah’ı anma ile temizlik birlikte emredilmiştir. Bu konuda Kur’an’dan mealen:

Rahmân ve Rahim Allah’ın adıyla
 - Ey elbisesine bürünen, 74/1
 - Kalk, uyar. 74/2
 - Rabb’ini tekbir et(O’nun büyüklüğünü an), 74/3
 - Elbiseni temizle, 74/4
 - Pislikten kaçın. 74/5
 

İslam dininde iç ve dış temizliğe büyük önem verilmişken, bu tür aykırı rivayetler uydurmaları, Kur’an’a uymadığı gibi yaptıkları aynı zamanda hayasızlıktır.

92- Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “İbrahim (aleyhisselâm) Kaddûm nâm-bazısı da şeddesiz olarak Kadûm demiştir- mevkide seksen yaşında olduğu halde sünnet oldu.” (K.S. 2150 C.7 S.531 Akçağ 1988 alıntıları, Buhari, İsti’zân 51, Enbiya 8; Müslim, Fedâil 151,(2370). )

Yukarıda ki, metinde de her ne kadar, Kadûm nam mevkide İbrahim peygamber sünnet oldu falan diyorsa da, Metnin aslında, İbrahim peygamber seksen yaşında keserle sünnet oldu şeklindedir. Kaddum keser demektir, “bil Kaddum“, keser ile manasınadır.

93- Useym İbnu Kesir İbni Küleyb an ebihi an ceddihi’nin anlattığına göre (ceddi Küleyb) Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a gelerek: “Müslüman oldum! der. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm; “Üstünden küfür saçını at!” der ve tıraş olmasını söyler. Useym’in babası dedi ki: “Bana bir başka (sahabe)nin bildirdiğine göre Aleyhissalâtu vesselâm, beraberinde olan bir diğerine de; “Üzerindeki küfür tüyünü at ve sünnet ol!” buyurmuştu.” (K.S. 3817 C.11 S.33 Akçağ 1991 alıntısı, Ebû Dâvud, Tahâret 131,(356) )

Bu uydurma rivayetleriyle de, Müslümanların sünnet olması gerektiğini rivayet ettiler. Rivayetlerine delil olarak ta peygambere isnat ettikleri hadiste. İbrahim peygamberin seksen yaşında keserle sünnet olduğu rivayeti ile Müslüman olan bir kimsenin derhal sünnet olması gerektiği rivayetidir. İbrahim peygamber için söyledikleri alay etmekten başka bir şey değildir. Sünnet olayının yaygın bir şekilde uygulandığı toplumlarda dahi, bir kimseye baban seksen yaşında balta veya keserle sünnet oldu deseler bunu hoş karşılamaz alay olarak kabul eder. Böyle bir iddiayı İbrahim peygambere yakıştırdılar. bununla da yetinmediler, kızlarında sünnet olması gerektiği yolunda iddia ve rivayetlerde bulundular. Ayrıca sünnetin kendilerince ne kadar iyi bir şey olduğu konusunda şu tür izahlarda bulundular:

94- Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Fıtrat beştir: Sünnet olmak, etek tıraşı olmak, bıyığı kesmek, tırnakları kesmek, koltuk altını yolmak.” ( K.S. 2147 C.7 S.523 Akçağ 1988 alıntısı, Buhâri, Libas 63, 64, İsti’zan 51; Müslim, Taharet 39,(257); Muvatta Sıfatu’n Nebiyy 3,(2,921); Tirmizi, Edeb 14,(2757), Ebû Dâvud, Tereccül 16, (4198); Nesai, Taharet 10,11,(1,14,15,) )

Böylece sünnet olmayı fıtrattan saydılar.
 Kızların sünneti için ise:

95- Ümmü Atiyye (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Bir kadın Medine de kızları sünnet ederdi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm ) (kadını çağırarak ) kendisine: “ Derin kesme. Zira derin kesmemen kadın için daha çok haz vesilesidir, koca için daha makbuldür” diye talimat verdi.” (Ebû Dâvud, Edeb 179, (5271). ) Rezin rivayetinde Resûlullah şöyle buyurur: “Kızları sünnet ederken üstten kes, derin kesme, bu şekilde kesilmesi yüze daha çok parlaklık , kocaya daha çok haz verir.” (K.S.2153 C.7 S.534 Akçağ 1988 )

Ehli sünnetçe, Kelime-i Şehadet te olduğu gibi, Müslüman ile kâfiri birbirinden ayıran âlamet olarak kabul edilen sünnet ameliyesi, bazı Sünni önderlerce vacip ve hatta farz denecek kadar mühim bir emir kabûl edilmiştir. Şafiiler. “Bülüğ yaşına ermezden önce çocuğu sünnet etmek velisine vâciptir.” derler. Bir kısım önderleri de, sünnet olmadıkça, mühtedinin Müslümanlığının noksan olacağına, sünnetsizin namazının câiz olmayacağına, kestiğinin yenilemeyeceğine, Kabe’yi tavaf edemeyeceğine hükmetmiştir. Hadiste bu hususta “İslama girince küfür tüyünü at, sonra sünnet ol” diye emreder iddiasındadırlar. Hülâsa bazı alim kabul ettikleri kimselere göre: “Hayatına mâl olacak dahi olsa.” yaşlı kişinin bile sünnet olması gerektiği hükmünü verecek kadar bu meseleye ehemmiyet verilmiştir. Muhtar olan zamanda doğumun yedinci günüdür derler.

KIZLARIN SÜNNETİ: Kızlarında sünnetinden bahseden bir hadiste: “Hıtân, erkekler için sünnet, kadınlar için mekrüme (şeref verici) dir.” denmektedir. Ebu Hanife, hadisin zahirine bakarak, sünnet erkekler için mendûb, Şafii ise her ikisi için de vacip hükmünü çıkarmıştır. Her hâl’u kârda sünnet mevzûunda kadınlarla ilgili olarak da farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bir kısım kimseler, bu meyânda, Maşrık kadınları ile Mağrib kadınlarının fizyolojik bakımından farklı olduklarını kâbul ederek, Maşrık kadınlarındaki yaratılıştan
 gelen fazlalık sebebiyle sünnetle yükümlü olduklarına hükmetmişlerdir. Kızların sünnet edilmesi hakkında, Aliyyu’l Kâri şöyle der: “Kadının yüzünü taze kılar ve güzelliğini arttırır. Şehveti teskin eder, cimayı lezzetli ve câzip kılar, kocanın karısına karşı sevgisini arttırır.” Ebû Dâvud’un da bu konuda söylediği rivayette: “Medine’de bir kadın(ki ismi Ümmü Atiye’dir) kızları sünnet ediyordu, Peygamber ona. “Fazla derin kesme, böyle yapman hem kadın için ahzâ (en ziyâde haz ve lezzet vesilesi) hem de kocası için daha hoştur”der.” ifadesinde bulunuyorlar. Sünnet olayına o kadar ehemmiyet veriyorlar ki, onu Kelime’i Şehadet’le özleştirerek, Müslüman la kafiri birbirinden ayırma ölçüsü âlameti olduğunu, hatta hayatına mal alacaksa dahi bir kimsenin sünnet olması gerektiği şeklinde ısrar etmeleri ve sünnetin çok iyi bir şey olduğu yolunda övgüler ileri sürmelerine asıl temel neden ise. İslam Dininde bu tür ameliyelerin şiddetle yasaklanmış olmasından dolayıdır. Zira bu tür ameliye, Allah’ın yarattığını değiştirme manasındadır. Allah’ın yarattığını değiştirenler ise Kur’an’da şeytanın payı olarak nitelendirilmişlerdir. Bu konuda Kur’an’dan mealen:

- Allah, kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz, bundan başka her şeyi dilediğine bağışlar. Allah’a ortak koşan da uzak bir sapıklığa düşmüştür. 4/116

- O (Allah’a ortak koşa)nlar, O’nu bırakıp birtakım dişilerden başkasına çağırmıyorlar ve onlar, inatçı şeytandan başkasına yalvarmıyorlar. 4/117

- (O şeytan)ki Allah ona lânet etti ve o da, “Elbette senin kullarından belirli bir pay alacağım.” dedi.” 4/118

- Onları mutlaka saptıracağım, mutlaka onları boş kuruntulara sokacağım ve onlara emredeceğim: hayvanların kulaklarını yaracaklar; onlara emredeceğim: Allah’ın yaratışını değiştirecekler!” Kim Allah’ın yerine şeytanı dost tutarsa, muhakkak ki açık bir ziyâna uğramıştır. 4/119

- (Şeytan) onlara söz verir, ümit verir, fakat şeytanın onlara va’di, aldatmadan başka bir şey değildir. 4/120
 

- İşte onların varacağı yer cehennemdir. Aslâ cehennemden kaçmak (imkânı) bulamazlar. 4/121

Görüldüğü gibi, bu konuda şeytanın kendisine, Allah’ın yarattıklarından pay alma tanımlaması; metodu, Allah’ın yarattığını değiştirme yolunda vereceği emirlerdir. Kim şeytanın bu emrini yerine getirirse şeytana pay olmuş olur. İsterse yaptığı değişiklik hayvanların kulaklarını yarma şeklinde olsun fark etmez. Allah, yaratılışı değiştirme olayı çerçevesinde hayvanların kulaklarının yarılmasına müsaade etmiyor. Nasıl olurda sünnet veya başka bir şekilde insanlar üzerinde değişiklik yapılmasına müsaade etmiş olsun. Yaratılışı değiştirme olayı, hiçbir ihtiyaç, hastalık gibi zaruretler olmadan, yaratılış üzerine yapılacak değişiklikleri kapsar. Zira, bir koyun kesilip yenile bilir bu yaratılışı değiştirme manasında değildir. Veya bir kimsenin çürümüş dişi çekile bilir; çürümüş böbreği alına bilir, bütün bunlar zaruret veya tedavi amaçlı ameliyelerdir. Saç sakal veya tırnağı kesmekte öyledir, yaratılışı değiştirme manasında değillerdir. Zira tırnağı kesmekle, parmağı kesmek arasında belli bir fark vardır, biri ihtiyaç içerikli ve geçici, diğeri sakatlayıcı ve kalıcıdır. Bu zamanda sağlıklı genler üzerinde meydana getirilen veya getirilmesine çalışılan değişiklikler yaratılışı değiştirme olayı kapsamına giren işlemlerdir. Ayrıca, nasıl ki bir kimse tipi değişsin diye hayvanların kulaklarını yararsa veya sağlıklı dişini çeker veya törpülerse, vücudunun her hangi bir yerinden sağlıklı bir organı daha güzel olur diye keser veya vücudunun her hangi bir yerinden bu bağlamda bir parça et veya deri keserse, kısırlaştırma veya hadım yaparsa, deriyi tahrip ederek döğme yaparsa, küpe için kulak delerek kulağın yapısını değiştirmek v.s. Gibi ameliyelerde bulunursa, bütün bu tür şeyler yaratılışa müdahale etmek suretiyle, Allah’ın yarattığını değiştirmedir. Bütün bunlar, Allah’a ortak koşmayla eş anlamlıdır. Bunları yapan şeytana pay olduğu gibi, asla cehennemden ebediyen kurtuluş imkanı bulamaz. Sünnet olmak yaratılışa müdahale etmenin onu değiştirmenin tipik bir örneğidir. Zira küçük, büyük, kadın, erkek, sağlıklı bir kimseden bu şekilde parça et koparmanın başka bir izahı yoktur.

Bu itibarla sünnet konusunda uydurmuş oldukları rivayetlerin aslı yoktur.
 
ŞEHİT VE ŞEHİTLİK KONUSUNDA UYDURDUKLARI RİVAYET ÖRNEKLERİ

 Şehit ve Şehitlik olayını tahkir ile şehitlik kavramını saptırmak için de bazı hadisler uydurmuşlardır. Örneğin: Onlara göre ishalden ölen şehittir veya kusan bir şehit sevabı almaktadır, iddialarında bulunmuşlardır. Tahdis ettikleri rivayetlerde şu şekilde demektedirler:

96- Cabir İbnu Atik’ten, Rasûlullah’a atfen:........................ “Bilesiniz: Tâundan ölen şehittir, boğularak ölen şehittir, yeter ki seferi taatte olsun, Zatülcenp’ten ölen şehittir. İshalden ölen şehittir, yanarak ölen şehittir, yıkık altında ölen şehittir, çocuk karnında ölen şehittir.” (K.S. 5431 C.15 S.254-255 alıntısı, Muvatta, Cenâiz 36,(1,233,234); Ebû Dâvud, Cenâiz 15,(3111); Nesâi, Cenâiz 14,(4,13,14). )

Saydıkları bu hastalık veya kazalardan ölenler şehit oluyor da, niçin diğer kaza ve hastalıklardan ölenler şehit olmuyor. Örneğin: Minareden düşen bir müezzini veya canavar saldırısıyla ölen bir kimseyi, kanserden veya yüzlerce diğer bir hastalıktan ölen bir kimseyi şehit olarak tanımıyorlar. Zira saydıkları şeyler şehitlikle, ishalden ölmeyi özdeşleştirmelerini kamufle etmek için rast gele uydurdukları şeylerdir. Maksatları, şehitlikle ishalden ölmenin aynı olduğunu vurgulamaktır, böylece kendilerince şehit olmayı küçümsemek amacındadırlar. Halbuki Şehitlik İslam dininde büyük bir mertebe olup, ancak Allah yolunda mücadele ederken katl olunan kimseler bu mertebeye erişebilmektedirler. Bunların haricinde hiç kimseye bu isim verilemez.

Bu konuyla ilgili olarak, yukarıdaki rivayetleri gibi başka tipik rivayetleri de vardır. Örneğin:

97- ............. Ümmü Haram (r.anhâ)’dan rivayet olunduğuna göre; Peygamber (s.a.) şöyle buyurmuştur: “Denizde başı dönerek kendisine kusma arız olan kimse için bir şehit, boğulan kimse için de iki şehit sevabı vardır. (Ebû Dâvud, K. El_Cihâd (15). Bâb, Hadis 2493 C.9 S.466 Şamil 1989 )
 
Demek istiyorlar ki, Allah yolunda savaşmaya veya mücadele etmeye ve bu yolda şehit olmaya ne gerek var, bir gemiye binildiğinde deniz tutmasından kusmak bile şehit sevabı almaya yeterlidir, hele o kimse boğulmuşsa onların iddiasına göre iki şehit sevabı alıyormuş. İşin ilginç yanı, evvelki yazmış olduğum rivayetlerine benzer şekilde burada da tiksindirici olması hesabıyla, kusmuğu şehitlik olayına konu etmeleridir. Bu iftiralarıyla da yetinmediler, Mücahide ait atın, mücahitten iki misli daha değerli olduğu rivayetlerini uydurdular. Şöyle ki:

98-.......... İbn Ömer’den, demiştir ki:
Resûlullah (s.a.) Mücahid ve atı için birisi kendisine ikisi de atına (olmak üzere ganimet mallarından) üç pay vermiştir. (Ebû Dâvud, K.el-Cihâd (15), Bâb 143 Hadis 2733 C.10 S.345 Şamil 1990, diğer rivayet edenler, Buhari, cihâd 51; Meğazi 38; Müslim, cihâd 57;Tirmizi, siyer 6,8; Muvatta, cihâd 21. )

99-... (Ebû Umre’nin) babasından rivayet etmiştir ki: Biz dört kişi, yanımızda bir(er) atla Resûlullah (s.a.)’nin yanına gelmiştik. Bizden herkese bir hisse, her bir at için de iki hisse ayırdı. (Ebû Dâvud,K.el-Cihâd (15), Bâb 143 Hadis 2734 C.10 S.347, Şamil 1990. )

Böylece ganimet dağıtımıyla kamufle ederek, bir atın iki mücahit değerinde olduğu iftirasında bulundular. İslam da atlarda ganimetten pay alır diye bir şey yoktur.

Bir de rivayet ettiler ki, Peygamberin rüyasında görmüş olduğu sığırlar Uhud şehitlerini, kolunda görmüş olduğu iki altın bilezik ise yalancı peygamberleri remz (temsil) ediyormuş, şöyle ki:

100- ................ Bize Ebû Usâme, Bureyd’den; o da dedesi Ebû Burde’den; o da Ebû Mûsâ el-Eş’ari’den zannediyorum ki, o da peygamberden tahdis etti. Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: “Ben ru’yâda kendimi Mekke’den hurmalıkları olan bir arâziye hicret ediyorum gördüm. Düşüncem, o hurmalık arâzinin el-Yemâme yâhud da Hecer olduğuna gitti. Bir de gördüm ki, o, Câhiliyet’te Yesrib denilen Medine’dir. Ben orada birtakım sığırlar gördüm. Allah en hayırlıdır (Allah’ın onlar için yapacağı en hayırlıdır). Sonra gördüm ki, o sığırlar, Uhud günü şehit edilen mü’minlerdir................ (Buhâri, Kitâbu’t-Ta’bir 49 C.15 S.6903 Ötüken 1989 )
 
101- ............... Ebu Hüreyre şöyle haber verdi: Resûlullah şöyle buyurdu:
- “Ben uyurken ru’yâmda iki kolumda iki altın bilezik gördüm, bunların hâli beni kederlendirdi. Sonra ru’yamda bana bu bileziklere üflemekliğim vahye dildi. Ben de bunlara üfledim; ikisi de uçtu. Ben de bu iki bileziği benden sonra çıkacak iki yalancı peygamber ile tevil ettim. Bunlardan birisi Esved el-Ansi’dir, öbürü de Müseylime’dir.” (Buhâri, Kitâbu’l-Mağazi 370 C.9 S.4069 Ötüken 1987. )

Görüldüğü gibi, rüya tefsiri adı altında yapmış oldukları rivayetlerde. Uhud şehitlerini sığırlara, yalancı peygamberleri altın bileziklere benzetmişlerdir. Bu durum Uhud şehitlerine karşı bir saygısızlık olduğu gibi. Yalancı peygamberleri altın bileziklere benzetmekle de kimleri çok sevdiklerini ifadelendirmişlerdir. Zaten bir çok iftira ve hezeyanları peygambere mal etmeleri ve bunlar olmazsa İslam dini anlaşılamaz demeleri, kendilerince peygamberlik iddia etmelerinden başka bir şey değildir. Yaptıkları bir kısım rivayetlerle de, gazilerin veya gurbetten dönen Müslümanların geceleyin evlerine gitmemeleri gerektiği konusundadır. Şu şekilde demektedirler:

102- Enes b. Malik’ten rivayet, Resûlullah ailesi nezdi ne geceleyin gelmezdi. Onlara ya sabah yahut akşamleyin gelirdi. (Müslim 180/144 C.9 Sönmez Neşriyat A.Ş. )

103- ........... Cabir şöyle demiş; Resûlullah erkeğin gurbeti uzadığı zaman ailesinin yanına geceleyin gelmesini yasak etti. (Müslim, 183/146 C.9 Sönmez Neşriyat A.Ş. )

104- ............. Cabir şöyle demiş: Resûlullah erkeğin seferden geceleyin gelerek ailesinin yanına dalmasını onların hıyânetini anlamak istemesini yahut kusurlarını araştırmasını yasak etti. (Müslim 184/146 C.9 Sönmez Neşriyat A.Ş. )

Bu yalan rivayetleriyle Müslüman aileleri şüphe altında bırakmayı amaçlamaktadırlar. Hangi erkek vardır ki, gurbetten memleketine gelmiş olsun da, o devirde sabaha kadar evine gitmeyip çölde beklesin veya bu devirde dahi gidip bir otel de gecelesin ve evine gitmesin. O nasıl evdir ki bu derece bir erkeğin evinden korkusu olsun, deve kuşu gibi başını kuma gömsün de evine gitmesin. Kaldı ki bir karı kocadan müteşekkil aileler yok denecek kadar azdır. Çoğunlukla, İslam aileleri, ana baba, dede, nine ve çocuklardan teşekkül eder. Komşularında bir birine gözcülüğünü katarsak bir kadın kötülük yapmak taraftarı olsa dahi, istisnalar hariç, İslam toplum yapısında fırsat bulması pek mümkün değildir. Ayrıca İslam aile yapısı ideal bir yapıdır. Kitle olarak, Müslüman erkek ailesinden tedirgin olmadığı gibi, Müslüman kadınlarda kötü değildirler. Bu tür rivayetler iftiradan başka bir şey değildir.
Yapmış oldukları başka bir rivayet bu rivayetleriyle çelişkili olduğu gibi, saygısızlık içermektedir. Şöyle ki:

105-............ Resûlullah’a atfen: (Gaza dönüşü) “Ağır olun! Taki dağınık saçlı kadının taranması, kocası evde olmayanın kasıklarını tıraş edebilmesi için şehre geceleyin yâni yatsı zamanı girelim” buyurdular ve şunu ilâve ettiler:
“Medine ye vardığın zaman cimâ etmeye bak, cimâ etmeye”. (Müslim 57/410 C.7 Sönmez Neşriyat A.Ş. )

Önceki üç rivayetle bu rivayet çelişkilidir. Zira bu rivayette gece vakti evlere girilmesi gerektiğini tahdis etmişlerdir. Ayrıca peygambere ve sahabelere saygısızlık içermektedir. Nasıl olur ki savaş dönüşü büyük ihtimalle, Peygamber yanında iki kayın pederi Ebu Bekir ve Ömer ile damadı Ali varken. Orduda kiminin babası, kardeşi, amcası, dayısı, komşusu ve arkadaşı katledilip şehit edilmişken. Biraz sonra Medine’de bir çok evde savaşta katledilmiş olanlar için, dul kalan kadınlar ve yetimleri ağlaşacakken. Bir peygamber, ordusundakilere böyle sözler söylesin, gidin bol bol cinsi münasebette bulunun sözlerini sarf etsin, bu olacak şey midir? Bu tür sözler, peygamberi ve sahabeleri hafife almak için uydurulmuş hayasızca sözlerdir.

Peygambere saygısızlık için uydurdukları başka bir rivayette şöyle demişlerdir:

106-..... Hukeyme bint Umeyme annesi Umeyme bint Rukayka’nın şöyle dediği rivâyet etmiştir:
“Nebi (s.a.)’in sedirinin altında hurma ağacından yapılmış bir kap vardı. Geceleyin ona küçük abdest bozardı.” (Ebû Dâvud, K.Tahâre (1), Bâb 13-14 H.24 C.1 S.52 Şamil 1987, diğer rivayet eden, Nesai, tahâre 6, )
 
Daha önce yazmış olduğum rivayetlerde görüldüğü gibi. Peygamber eşlerinin abdest bozmak için, geceleyin Medine dışına gittiklerini tahdis etmişlerdi. İşlerine geldiği zaman peygamber sedirinin altına oturağı koyu verdiler. Bu kadar bol ve çeşitli yalan uydurmak için epey emek vermiş olmalılar, utanma denen olayla da bir ilgileri olmadığı kesin. Bunların yazdıklarına bakan kimse, o devirde Arap evlerinde tuvalet olmadığı zannına kapılabilir, halbuki, Kur’an’da belirtilen abdest bozulmasının şartlarından bir tanesi tuvaletten gelmiş olma olayıdır, bundan da kolayca anlaşılır ki o devirde Arap evlerinde tuvalet mevcut idi. (Bak, 4 Nisâ 43, 5 Maide 6

Bir başka rivayette şöyle dediler:

107- Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: “ Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm namaz için evinden çıkıp (namaz mahalline gelerek ) tekbir getirdi, sonra ashaba (bekleyin diye) işaret buyurdu. Hemen gidip gusletti geldi. Saçlarından su damlıyordu. Onlara namaz kıldırdı. Namazdan çıkınca:
“Yanınıza cünüp olarak gelmiştim. Namaza duruncaya kadar da durumu hatırlayamadım. (Tam kılacağım anda hatırladım)” buyurdular.” (K.S. 6349 C.17 S.69 Akçağ 1993 alıntısı, İbnu Mace 1220, )

Değil bir peygamber, bir cami imamı dahi böyle bir olay yapsa ne kadar zor durumda kalacağı açıktır. Öyle ki cemaati namaz için saf tutmuş kendiside namaz için tekbir almışken, dolayısıyla hem kendisi hem de cemaat tekbir almakla namaza başlamışken, namazı iptal edip cemaate dönerek hele bekleyin cenabetimden yıkanıp geleyim demesi halkın alay konusu olması demektir. Bu rivayeti uydurmalarından amaçta budur.

Musa peygamber hakkında yapmış oldukları saygısızca bir rivayette şöyle demişlerdir:

108- .......... Bize Abdurrezzâk, Ma’merden; o da hemmâm ibn Münebbihten; o da Ebû Hureyre’den tahdis etti. Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: “İsrail oğulları çıplak olarak, birbirlerine baka baka yıkanırlardı. Mûsâ ise yalnızca yıkanırdı. İsrâil oğulları: Allah’a yemin olsun, Mûsâ’yı bizimle birlikte yıkanmaktan menşeden, ancak O’nun kasığının çıkık olmasıdır, derlerdi. Mûsâ bir defa yıkanmağa gitti, elbisesini de bir taşın üstüne koydu. Akabinde taş elbisesini alıp  kaçtı. Mûsâ: Ey taş elbisemi, ey taş elbisemi! diyerek taşın arkasından koştu. Nihâyet İsrâil oğulları onu (çırılçıplak) gördüler de: Vallâhi Mûsâ’da hiçbir kusur yokmuş, dediler. Ve Mûsâ elbisesini aldı da taşı dövmeğe başladı.”
Ebû Hureyre: Vallâhi o taşta muhakkak altı yâhut yedi dövme izi kalmıştır, dedi... (Buhâri, Kitâbu’l-Gusl 30 C.1 S.386 Ötüken 1987 )

Kavmi, kasığı çıkık dedi diye taş neden Musa Peygamberin elbisesini kaçırsın ki? Böyle bir olay ancak Allah’ın emriyle olabilecek bir mucizedir, böylece Allah peygamberini çırılçıplak kavminin önünde teşhir etsin? İslam dinine göre olacak bir olay değildir. Kaldı ki çırılçıplak beraber yıkanıyorlar dedikleri kimselerde öyle anlaşılıyor ki Müslüman Yahudiler idi, bu İslamdaki tesettür olayına aykırıdır. Maksatları, bir rivayet uydurup Musa peygamberin kavmi önünde çırılçıplak gezindiğini iddia etmektir. Birde kendilerince komiklik yapıyorlar, güya Ebu Hüreyre Allah’ın adını anarak yeminle demiş ki, o taşta muhakkak altı yedi tane dövme izi varmış.

Başka bir rivayette şöyle demişlerdir:

109- Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“ Eğer Beni İsrail olmasaydı, et kokuşmazdı. Eğer Havva olmasaydı kadınlar kocalarına hiçbir zaman ihânet etmezdi.” (K.S. 5003 C.14 S.260 Akçağ 1992 alıntıları, Buhari, Enbiya 1,25; Müslim, Radâ’63,(1470) )

Beni İsrail ve Etin kokması öylesine söylenmiş asılsız bir sözdür. Asıl söylemek istedikleri, Havva’nın kadın ihanetinin sebebi olduğu yolundaki iftiradır. Bu sözlerine gerekçe olarak iddia ettiklerine göre, güya Adem’in yasak ağacın meyvesinden yemesini Havva anamız teşvik etmiş. hal bu ki, Adem babamızın yasak ağacın meyvesinden yemesini teşvik eden ve her ikisini kandırıp yasak ağacın meyvesinden yemelerine sebep olan, Havva anamız olmayıp şeytanın kendisidir. Böylece Havva anamızı şeytan yerine koymuş oluyorlar, dolayısıyla kadınları da böyle görüyorlar, unutmasınlar ki onları doğuranda bir kadındır. Bu konuda Kur’an’dan mealen:

-Andolsun biz, daha önce de, Adem’e ahit (emir ve vahiy) vermiştik. Ne var ki o, (ahdi) unuttu. Onda azim de bulmadık.  20/115
 

- Bir zaman biz meleklere: Adem’e secde edin! Demiştik. Onlar hemen secde ettiler; yalnız İblis hariç. O, diretti. 20/116

- Bunun üzerine: Ey Adem! Dedik, bu, hem senin için hem de eşin için büyük bir düşmandır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın; sonra yorulur, sıkıntı çekersin! 20/117

- Şimdi burada senin için ne acıkmak vardır, ne de çıplak kalmak. 20/118

- Yine burada sen, susuzluk çekmeyecek, sıcaktan da bunalmayacaksın. 20/119

- Şeytan ona vesvese verdi ve “Ey Adem! Seni ebedilik ağacına ve son bulmayacak bir devlete delâlet edeyim mi? dedi.  20/120

- Nihayet ondan yediler. Bunun üzerine kendilerine ayıp yerleri göründü. Üstlerini cennet yaprağı ile örtmeğe çalıştılar. (Bu suretle) Adem Rabbine âsi olup yolunu şaşırdı. 20/121

- Sonra Rabbi onu seçkin kıldı; tövbesini kabul etti ve doğru yola yöneltti. 20/122

(Ayrıca bak. 2 Bakara 34-35-36-37. Ayetler. )

Görüldüğü gibi, uydurmuş oldukları rivayet, Kur’an’a uymamaktadır.

Ayrıca, İnsanlarla yetinmediler Cinlere dahi saldırıda bulunmayı ihmal etmediler. Öyle ki, Cinlerin içinde Müslüman olanları da vardır. Şöyle rivayet ettiler:

110-............. Bana dedem Said ibn Amr, Ebu Hüreyre (R)’den haber verdi: Ebû Hureyre Peygamber’in berâberinde abdest alması ve istincâ’ suyu için küçük bir kırba taşırdı. Bir keresinde Peygamber hâcetini yerine getirmek için çıktığında Ebu Hüreyre arkası sıra kırba ile O’nu takip ederken, Peygamber:
- “Kimdir o?” diye sordu.
Ebû Hureyre:
- Ben Ebû Hureyre! diye cevâp verdi.
Peygamber:
- “Benim için istincâ edeceğim birkaç taş ara, sakın bana kemik ve hayvan gübresi getirme” buyurdu. Ebû Hureyre dedi ki: Ben elbisemin kenârında birkaç taş naklederek kendisine getirdim ve onları yanı başına koydum. Sonra yanından ayrıldım. Nihâyet hâcetini bitirdikten sonra Peygamber’in berâberinde yürüdüm. Yolda kendisine:
- Kemik ve hayvan gübresi ile temizlenmekte ne var ki? diye sordum.
Peygamber:
- “Bu ikisi cinlerin taâmındandır. Şu muhakkak ki, bana Nasibin cinlerinin bir hey’eti geldi. Bunlar ne hoş cinlerdir! Benden azık istediler. Ben de onlar için Allah’a: Cinlerin uğrayacakları her kemik ve tezek makûlesi üzerinde kendileri için muhakkak bir taâm bulmalarına duâ ettim” buyurdu. (Buhâri, Kitâbi’l-Ensâr 80, C.8 S.3610 Ötüken 1987 )

Cinler, yapıları bizden değişik fakat bizim gibi imtihan edilerek, Cennet ve Cehennemle muhatap olan kimselerdir. Bu konuda Kur’an’dan mealen:

- Bir zamanlar, cinlerden bir grubu, Kur’an dinlemek üzere sana yöneltmiştik. Ona geldiklerinde (bir birlerine): “Susun, (dinleyin)” dediler. (Okuma) bitirilince de uyarıcılar olarak kavimlerine döndüler: 46/29

- “Ey kavmimiz, dediler, biz Mûsâ’dan sonra indirilen, kendisinden öncekini doğrulayan, Hakka ve doğru yola götüren bir Kitap dinledik.” 46/30

- “Ey kavmimiz, Allah’ın davetçisine uyun, O’na inanın ki (Allah) günahlarınızdan bir kısmını bağışlasın ve sizi acı azaptan korusun.” 46/31

Görüldüğü gibi, Cinlerden mümin ve takvalı kimseler vardır ve onlar tezek veya çöpten kemik yemeye layık kimseler değildirler. Buna rağmen güya, Müslüman cinlerden bir heyet gelerek peygamberden azık istemişler, peygamberde onların yerlerden toplanmış kemik ile tezek yemeleri için dua ediyormuş. Çok ilginçtir, Cinler tezeğe razı olduysalar, acaba ondan önce ne yiyorlardı? Biz Müslüman Cinleri böyle bir iftiradan tenzih ederiz. Onlar temiz ve güzel rızıklara layıktırlar. Kaldı ki yanında su kırbası varken, peygamber neden suyla taharetlenmedi, bundan da iftira ettikleri bellidir.

Yapmış oldukları diğer bazı rivayetlerle, Peygamber ve Ebû Bekir’in hicret etmek için iki kişi olarak Mekke’den çıktıklarını rivayet ettiler. Buna rağmen şöyle rivayetlerde bulundular.




 SONRAKİ 5.BÖLÜM İÇİN ANA SAYFAYA GİT = >   ANA SAYFA