ANA SAYFA

      1. KİTAP BÖLÜM 1

      1. KİTAP BÖLÜM 2

      1. KİTAP BÖLÜM 3

      1. KİTAP BÖLÜM 4

       1. KİTAP BÖLÜM 5

       1. KİTAP BÖLÜM 6

       1. KİTAP BÖLÜM 7

       1. KİTAP BÖLÜM 8

       1. KİTAP BÖLÜM 9 

       1. KİTAP BÖLÜM 10

        1. KİTAP BÖLÜM 11

        1.KİTAP BÖLÜM 12    

        1.KİTAP BÖLÜM 13

        1. KİTAP BÖLÜM 14

        1. KİTAP BÖLÜM 15

        1. KİTAP BÖLÜM 16

        1.KİTAP BÖLÜM 17

        1. KİTAP BÖLÜM 18

        1. KİTAP BÖLÜM 19 

        1. KİTAP BÖLÜM 20  

       1. KİTAP BÖLÜM 21  

       1. KİTAP BÖLÜM 22  

      1. KİTAP BÖLÜM 23 

      1. KİTAP BÖLÜM 24 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

         

            KÜTÜB-İ
          SİTTE'NİN

        
ELEŞTİRİSİ
               VE
     KUR'AN'A ARZI


         Fereç Hüdür

     KUR'AN ARAŞTIRMALARI

                                         

 

 
 

            BÖLÜM 17


- Ve onlar ki: “Rabb’imiz, bize gözler sevinci (gönüller açan) eşler ve çocuklar lûtf eyle ve bizi (senin azâbından) korunanlara önder yap.” derler. 25/74

- İşte onlar, sabretmelerine karşılık cennetin en yüksek makamlarıyla mükâfatlandırılacaklar, orada hürmet ve selâmla karşılanacaklardır. 25/75

- Orada ebedi kalacaklardır. Orası ne güzel bir konak ve ne güzel bir makamdır. 25/76

Demek ki Müminler dünya hayatında, Allah’tan gözler sevinci, gönüller açan eşler ve çocuklar isterler ve bu dua öyle bir duadır ki, Allah tarafından övülmüştür.

Tahdis etmiş oldukları rivayette aslında Mümin düşmanlığı yapmaktadırlar, öyle ki, bir kimse bir başka kimseye, Allah, sana az mal az evlat versin canını da çabuk alsın derse bu dostça bir davranış olarak yorumlanamaz. Muhakkak ki, Allah’ın rızasını kazanıp cennete girmek dünya hayatından daha iyidir, fakat bunun yolu, Allah’ın dünya hayatında verdiği nimetleri red etmek değildir. Bu konuda Kur’an’dan mealen:

- Onlardan kimi de: “Rabbımız, bize dünyâda da güzellik ver, âhirette de güzellik ver, bizi ateş azabından koru!” der.  2/201

- İşte onların, kazandıklarından (alacakları) bir payları vardır. Allah, hesabı çabuk görendir. 2/202

- Allah’ın sana verdiğinden (O’nun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu iste; ama dünyadan da nasibini unutma. Allah sana ihsan ettiği gibi, sen de (insanlara) iyilik et. Yeryüzünde bozgunculuğu arzulama. Şüphesiz ki Allah bozguncuları sevmez. 28/77

Şimdi, Müslümanları fakirliğe teşvik etmek için uydurmuş oldukları rivayetlerinden örnekler vermeye devam edecek olursam:

582- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle dua etmişti: Allah’ım, beni miskin olarak yaşat, miskin olarak ruhumu kabzet, Kıyamet günü de miskinler zümresiyle birlikte haşret.”
Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) atılarak sordu: “Niçin ey Allah’ın Resûlü?)”
 “Çünkü, dedi, onlar cennete, zenginlerden kırk bahar önce girecekler. Ey Aişe! Fakiri, yarım hurma ile de olsa boş çevirme. Ey Aişe! Fakirleri sev ve onları (rivâyet meclisine) yaklaştır, tâ ki Kıyâmet günü Allah da sana yaklaşsın.” (K.S. 2071 C.7 S.444 Akçağ, alıntısı: Tirmizi, Zühd 37,(2353). )

583-. ... Cübeyr b. Nüfeyr el-Hadrami’den rivayet olunduğuna göre kendisi Ebu’d-Derdâ’yı şöyle derken işitmiştir: Ben Resûlullah’ı (s.a.) şöyle buyururken dinledim:
“Bana zayıfları çağırınız (da ben onların yüzü suyu hürmetine Allah’tan düşmanlara karşı zafer diliyeyim). Çünkü siz zayıflarınız(ın duası bereketi) ile rızıklandırılır ve yardım edilirsiniz...” (Ebû Dâvûd, K.el-Cihâd (15), Bâb 70 C.10 S.97 H.2594 Şamil, ayrıca: Nesâi, Cihâd 43; Tirmizi, cihâd 24. )

584- Katâde İbnu Nu’mân (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Allah bir kulu sevdi mi, onu dünyâdan korur. Tıpkı sizden birinin hastasına suyu yasaklaması gibi.” (K.S. 1972 C. S.246 Akçağ, alıntısı: Tirmizi, Tıp 1, (2037). )

585- Hz. Osman radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Ademoğlunun şu üç şey dışında (temel) hakkı yoktur: İkamet edeceği bir ev, avretini örteceği bir elbise, katıksız ekmek ve su.” (K.S. 4855 C.14 S.44 Akçağ, alıntısı: Tirmizi, Zühd 30,(2342). )

586- Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a (evde bulunması gereken) yataklar zikredilmişti. Şöyle buyurdular:
“Kişinin kendisi için bir yatak, kadın için bir yatak, misafir için bir yatak lazımdır. Dördüncü yatak şeytanadır.” (K.S. 5301 C.15 s.90 Akçağ, alıntıları: Ebû Dâvud, Libas 45, (4142); Nesâi 82, (6,135): Müslim, Libas 41, (2084). )

587- Ebû Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Bana zayıflarınızı arayın. Zira sizler, zayıflarınız sebebiyle yardıma ve rızka mahzar kılınıyorsunuz.” (K.S. 2076 C.7 S.450 Akçağ, alıntıları: Ebû Dâvud, Cihâd 77, (2594); Tirmizi, Cihâd 24,(1702); Nesâi, Cihâd 43,(6, 45-46). )
 
588- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir yahudiden, veresiye yiyecek satın aldı. Rehin olarak zırhını verdi.” (K.S. 2001 C.7 S.303 Akçağ, alıntıları: Buhâri, Rehn 2,5, Büyû 14,33,88, Silm 5,6 İstikraz 1, Cihâd 89, Meğâzi 85, Müslim, Musâk3at 124,(1603); Nesâi, Büyû 58,87,(7,288,303). )

589- Esma Bintu Yezid (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, zırhını bir yahudinin yanında, bir miktar zahire mukabili rehine bırakmış olarak vefat etti.” (K.S.6747 C.17 S.294 Akçağ, alıntısı: İbn-i Mace, 24,38. )

590- İbnu Mes’ud (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın yanına girmiştim. Onu bir hasır örgünün üzerinde uyumuş buldum. Hasır, (vücudunun açık olan) yan taraflarında izler bırakmıştı.
“Ey Allah’ın Resûlü dedim, sana bir yaygı temin etsek de hasırın üstüne sersek, onun sertliğine karşı sizi korusa!”
“Ben kim, dünya kim. Dünya ile benim misâlim, bir ağacın altında gölgelenip sonra terk edip giden yolcunun misali gibidir.” (K.S. 1970 C.7 S.244 Akçağ, alıntısı: Tirmizi,, Zühd 44,(2378). )

591- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “(Ey Aişe! Cennette) benimle olman seni mesrur edecekse sana dünyadan bir yolcunun azığı kadarı kifâyet etmelidir. Sakın zenginlerle sohbet arkadaşlığı etme. Bir elbiseye yama vurmadan eskimiş addetme.” (K.S. 2069 C.7 S.442 Akçağ, alıntısı: Tirmizi, Libâs 38, (1781).

592- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) yarın için hiçbir şey biriktirmezdi.” (K.S. 2176 C.8 S.8 Akçağ, alıntısı: Tirmizi, Zühd 38,(2363). )

593- Ebû Bürde İbnu Ebi Mûsa el-Eş’âri anlatıyor: “Hz. Aişe radıyallahu Anka’nın yanına girdim. Bana yamalı bir giysi ve kaba bir izar çıkardı ve “Resûlullah aleyhissalâtu vesselam şu iki (parça)nın içinde vefat etti!” dedi.” (K.S. 5297, Libâs 35,(2080); Ebû Dâvud, Libâs 8, (4036); Tirmizi, Libas 10,(1733). )

594- Ebu Hâzım anlatıyor: “Ben Sehl İbnu Sa’d radıyallahu anh’a: “Sen has undan yapılmış beyaz ekmek gördün mü? diye sormuştum.
 Sehl: “Rasulûllah aleyhissalâtu vesselâm vefat edinceye kadar, beyaz ekmek görmedim” dedi. Ben tekrar: “Resûlullah zamanında ashabın eleği var mıydı? Dedim. “Aleyhissalâtu vesselâm vefat edinceye kadar elek görmedim” dedi. “Öyleyse elenmemiş arpa ekmeğini nasıl yiyiyordunuz?” dedim. “Biz onu üflerdik, içindeki kepekten uçan uçardı. Kalan (kepek)leri de su ile yumuşatıp yoğururduk” cevabını verdi.” (K.S. 6983 C.17 S.422 Akçağ, alıntısı: İbn-i Mace 3332. )

595- İbnu Abbâs radıyallahu anhıma anlatıyor: “Fâlûzeci ilk işitmem şöyle oldu: “Cebrail aleyhisselâm Rasûlullah’a gelip: “Ümmetine yeryüzü açılacak. O zaman onlara dünyalık bol bol akacak. Öylesine akacak ki fâlûzeç bile yiyecekler” dedi. Bunun üzerine Aleyhissalâtu vesselâm: “Fâlûzeç nedir?” diye sormuş, Cebrail aleyhisselâm: “Yağ ve balı karıştırıp yapılan helva” diye açıklamıştır. Resûlullah bu haber karşısında hıçkıra hıçkıra ağlamıştır.” (K.S. 6986 C.17 S.424 Akçağ, alıntısı İbn-i Mace 3340. )

596- Ebu Sa’idi’l-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm hasta yatmakta iken yanına girdim. Elimi üzerine koydum, hararetini, yorganın üstünden elimin altında hissettim. “Ey Allah’ın Resûlü! Hararetiniz çok fazla!” dedim.
“Biz (peygamberler) böyleyiz. Belalar bize katmerli gelir, buna mukabil ücretleri de katmerli verilir” buyurdular.
“Ey Allah’ın Resûlü! Hangi insanlar en çok bela çekerler?” dedim.
“Peygamberler!” buyurdular.
“Ey Allah’ın Resûlü! Sonra kimler?” dedim.
“Sonra sâlihler! Buyurdular ve açıkladılar: Onlardan biri fakirliğe öylesine müptelâ olur ki, kendisini örten abadan başka bir şey bulunamaz. Onlar, sizin bollukla sevindiğiniz gibi fakirlikle sevinirler.” (K.S. 7211 C.17 S.542 Akçağ, alıntısı: İbn-i Mace 4024. )

597- Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm hastalanmıştı. Sa’d İbnu Ebi Vakk’as geçmiş olsun ziyaretine gitti. Yanına varınca Selman’ı ağlıyor buldu. Sa’d: “Niye ağlıyorsun? Ey kardeşim, sen Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a arkadaşlık etmedin mi? Şöyle değil mi, böyle değil mi (diye ağlamasını abes kılan bir kısım faziletleri hatırlattı). Selman radıyallahu anh şu cevabı verdi: “Ben şu iki şeyden biri için ağlamıyorum: “Ben ne bir dünya düşkünlüğü ne de ahiret gafleti sebebiyle ağlıyor değilim. Beni ağlatan Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın bir ahdidir. O bana bir husus ahdetmişti, şimdi kendimi o ahdi tecavüz etmiş görüyorum.”
Sa’d: “Resûlullah size ne ahdetmişti?” diye sordu.
Selmân: “Aleyhissalâtu vesselâm bana: “Birinize dünyalık olarak bir yolcunun azığı kadarı yeterli” diye ahdetmişti. Ben kendimi bu haddi aşmış görüyorum. Sana gelince, ey Sa’d! Hüküm verdiğin zaman hükmünden, (hak) taksim ettiğin zaman taksiminden, bir şeye yöneldiğin zaman niyetinden Allah’tan kork.”
Ravilerden Sâbit der ki: “Selman radıyallahu anh’ın vefat ettiğinde geriye nafaka olarak sadece yirmi küsur dirhemlik bir mal bıraktığı haberi bana geldi.” (K.S. 7244 C.17 S.563-564 Akçağ, alıntısı: İbn-i Mace 4104. )

Ve bunlar gibi, fakirliği övücü ve fakirliğe teşvik edici bir çok başka rivayetlerde mevcuttur. İddia ettiklerine göre bir Müslüman kuru ekmek ve suyla idare etmeli (Örnek 585). Evinde bulunduracağı yatak sayısı üçten fazla olmamalı (Ö.586). Peygamber dahi hasır üzerinde isteyerek yatıyormuş (Ö.590), ve yarın için hiçbir şey biriktirmezmiş (Ö.592), Vefat ettiği zaman zırhı yiyecek karşılığında bir Yahudi'de rehinmiş (Ö.588-589). Kaba izar ve yamalı giysi giyermiş (Ö.593). Müslümanların yağ ve balı karıştırarak yemeleri ağlanacak bir durummuş (Ö.595). Fakirlik salih insanlara has bir şeymiş (Ö.596). Müslüman’a yolcunun azığı kadarı yeterliymiş (Ö.597). Ve daha bunlara benzer başka rivayetleri vardır. Bunlarla çelişkili olarak işlerine geldiği zaman kullanmak üzere metotları gereği başka rivayetleri de mevcuttur. Bu rivayetlerinden örnekler vermeden önce, mal edinmeyle ilgili olarak Kur’an’dan örnekler verecek olursam, bu konuda da yalan söyledikleri kolayca anlaşılır. Mealen:

- O ki, yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yarattı; sonra göğe yöneldi, onları yedi gök olarak düzenledi. O, her şeyi bilir.  2/29
- Ey Adem oğulları, her mesci(de gidişiniz)de süs(lü, güzel elbiseler)inizi (üzerinize alın; yiyin için, fakat israf etmeyin; çünkü O, israf edenleri sevmez. 7/31
 - De ki: “Allah’ın, kulları için çıkardığı süsü ve güzel rızıkları kim haram etti?” De ki: “O, dünya hayatında inananlarındır, kıyamet günü de yalnız onlarındır. “İşte biz, bilen bir topluluk için ayetleri böyle açıklıyoruz. 7/32

İnsanlar yeryüzünde ne varsa hepsinden meşru olarak istifade edebilir. Mescide gidildiğinde insanlar güzel süslü elbiselerini giymeye davet edilmişlerdir. Sadece israf men edilmiştir. Süsü ve Güzel rızıkları Müminlere haram edenler, onları bu güzel şeylerde, rivayetlerde olduğu gibi men etmeye çalışanlar, çirkin göstermek suretiyle haram olduğunu iddia edenler Kur’an’da tehdit edilmişlerdir. Ve onlara şöyle cevap verilmiştir. “Bu nimetler, dünya hayatında Müminlerindir, kıyamet günü de yalnız onlarındır.”

Müminlere örnek olsun diye özellikle peygamberler devamlı acı çeken, fakirlik içinde yaşayan ve bir lokma ekmeğe muhtaç kimseler olarak rivayetlerde belirtilmişlerdir. (Örnek 596 da olduğu gibi). hal bu ki, Allah, Süleyman peygambere büyük bir mülk vermişti, bu konuda Kur’an’dan mealen:

- “Rabb’im dedi, beni affet, bana benden sonra hiç kimseye nasip olmayan bir mülk (hükümdarlık ve mal) ver. Çünkü, sensin o çok lütfeden, sen!” 38/35

Ve Allah, duasını kabul ederek ona istediği mülkü verdi. İstediği mülkte kendisinden sonra hiç kimseye nasip olmayacak seviyede olmasıdır. Süleyman peygamber, peygamber olmakla, taktir edilir ki mahzuru olacak bir mülkü Allah’tan istemez. Hal böyle olunca, mal, mülk konusunda mülk edinmeyi kötüleyici ve fakirliği övücü olarak tahdis ettikleri rivayetler, Kur’an’la çelişkilidir.

Kendilerine nimet verilmişken, bunun zorlukla değiştirilmesini isteyen kimseler hakkında Kur’an’da şöyle denmiştir, mealen:

- Onlarla, içinde bereketler yarattığımız memleketler arasında (birinden diğeri) görünen şehirler var ettik ve bunlar arasında yürümeyi takdir ettik: “Oralarda geceleri, gündüzleri (ne zaman isterseniz) korkusuzca gezin, (dolaşın)” (dedik).
34/18

- “Rabb’imiz, seferimizin arasını uzaklaştır (şehirlerimiz birbirine çok yakın, bunların arasını uzat da daha uzun mesâfelere gidelim).” dediler ve kendilerine zulmettiler. Biz de  onları, (insanlar arasında söylenen) efsanelere çevirdik. Ve onları darmadağın ettik. Şüphesiz bunda, sabreden, şükreden herkes için ibretler vardır. 34/19

Bu olay Seben’de oturanlar hakkında vuku bulmuştur. Allah onlara güvenlik içerisinde ve kolayca seyahat edebilecekleri, birbirlerine yakın güzel şehirler ihsan etmiş, onlar ise bu güvenlikli ve kolay seyahatlerinin zorlaştırılmasını Allah’tan istemişlerdir. Bu ise büyük bir yanlıştı, nimeti ret etmiş oluyorlardı, diğer bir ifadeyle nimete karşı nankörlük etmiş oluyorlardı. Zira insan Allah’a muhtaçtır, Allah’tan zorluk değil kolaylık istemelidir. Ve Allah onların bu yerinde olmayan isteklerinden dolayı onları darmadağın etti, öyle ki insanlar arasında ibretle söylenen efsaneler oldular. Hal böyle olunca Peygamberin Allah’tan fakirlik ve miskinlik istemiş olduğu yolunda iddiada bulunmak, İslam diniyle bağdaşmayan boş bir iddiadır. Bıldırcın eti varken, Allah’tan mercimek istemek Müslümanların yapacağı uygun bir hareket değildir.

598- Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın hanımları, Rasûlullah vefat ettiği zaman Hz. Osman’ı Hz. Ebu Bekr radıyallahu anhümâya gönderip miras hisselerini talep ettirmek istediler. O zaman ben onlara: “Rasûlullah aleyhissalâtu vesselâm: “Bize varis olunmaz, bıraktığımız sadakadır!” demedi mi (nasıl miras talep edebiliriz?) dedim (ve onları bu niyetten vazgeçirdim.)” (K.S. 4750 C.13 S.346 Akçağ, alıntıları: Buhâri, Ferâiz 3; Müslim, Cihâd 51,(1758); Ebû Dâvud, Harâc 19,(2976,2977).

Bu rivayette, peygamberlerin miras bırakamayacaklarını iddia etmişlerdir. Bu iddia Kur’an’a aykırıdır. Şöyle ki, Kur’an’dan mealen:

- Bu, Rabb’inin kulu Zekeriyâ’ya rahmetini anıştır. 19/2

- O, Rabb’ine gizli bir seslenişle yalvarmıştı: 19/3

- Rabb’im, demişti, ben, bende kemik gevşedi; baş, ihtiyarlık aleviyle tutuştu, Rabb’im, sana duâ ile hiçbir zaman bahtsız olmadım (her dua ettikçe kabûl buyurdun, beni istediğimden mahrûm etmedin).” 19/4

- Doğrusu ben arkamdan yerime geçecek yakınlar(ımın iyi hareket etmeyeceklerin)den korktum; karım da kısır. (Ne olur) katından bana yerime geçecek bir veli lütfet.” 19/5
 - “Ki (o) bana ve Yakûb oğullarına mirasçı olsun. Rabb’im, onu beğendiğin bir insan yap.” 19/6

- (Allah buyurdu): “Ey Zekeriyyâ, biz sana bir oğul müjdeleriz, adı Yahya’dır. Daha önce hiç kimseyi adaş yapmadık (ondan önce kimseye bu adı vermedik.)”  19/7

Görüldüğü gibi peygamberler miras bırakmaktadır, bu itibarla tahdis etmiş oldukları rivayet uydurmadır.

599-. ... Eslem (r.a.)’den; demiştir ki: Ömer b. Hattâb’ı şöyle söylerken işittim:
- Resûlullah (s.a.) bir gün bize sadaka vermemizi emretti. Bu (emir) bende mal bulunan bir zamana rastladı. (Kendi kendime) “bir gün Ebû Bekr’i geçersem işte bugün geçerim” dedim ve malımın yarısını getirdim. Resûlullah (s.a.):
“-Ailene ne bıraktın?” dedi. Ben de:
- Bu kadarını dedim. Ebû Bekir de malının hepsini getirdi, sonra Resûlullah (s.a.) O’na:
“-Ailene ne bıraktın?” dedi. O da:
- Onlara Allah ve Resûlünü bıraktım dedi. (O’na);
- Bundan sonra seninle hiçbir şeyde asla yarışmam, dedim.
(Ebû Dâvûd, K.ez-zekât (9),Bab 41 H.1678 S.310-311 Şamil, ayrıca: Tirmizi, men âkıp 16. )

600- Ukbe İbnu’l-Hâris (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bize ikindi namazı kıldırmış idi. (Selam verince) acele ile cemaati yarıp evine girdi. Halk onun bu telâş esinden hayrete düşmüştü. Ancak geri dönmesi gecikmedi. Gelince, (halkın merakını yüzlerinden anlayan Hz. Peygamber şu açıklamayı yaptı): “Yanımda kalan bir kısım altın vardı (namazda) onu hatırladım. Beni alıkoyacağından korktum ve hemen gidip dağıttım.” (K.S. 2178 C.8 S.10 Akçağ, alıntıları: Buhari, Ezân 155, Amel fi’s-Salât 18, Zekât 20, İsti’zân 36; Nesâi, 104 (3,84). )

Malların tamamının bağışlanması yolunda uydurmuş oldukları bu rivayetler, Kur’an’a aykırıdır. Şöyle ki, mealen:

- Dünya hayatı ancak bir oyun ve oyalanmadır. Eğer iman eder ve sakınırsanız, Allah size mükafatlarınızı verir. O, sizden mallarınızın tamamını istemez. 47/36
 
Servetlerle ilgili olarak kendi kendi aralarında çelişkili bazı hadis örnekleri:

601- İbnu Abbas (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir adamın elinde altından bir yüzük gördü. Onu çıkarıp attı ve:
“Biriniz tutup ateşten bir parçayı alıp eline koyuyor!” buyurdu. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) gidince adama: Yüzüğünü al (başka sûrette) ondan faydalan” dediler. O :
“Hayır! Vallahi ebediyen almayacağım, onu Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) attı” dedi.” (K.S. 2096 C.7 S.471 Akçağ, alıntısı: Müslim, Libâs 52,(2090). )

602- Sa’id İbnu’l-Müseyyeb anlatıyor: “Hz. Ömer Süheyl (radıyallahu anhımâ)’e: “Niye parmağında altın yüzük görüyorum? Dedi. Beriki: “Onu senden daha hayırlı olan da gördü, ama ayıplamadı” deyince, Hz. Ömer:
“O da kimmiş?” dedi. Süheyb: “Resûlullah!” cevabını verdi.” (K.S. 2098 C.7 S.472 Akçağ, alıntısı: Nesâi, Zinet 42,(8,164,165). )

603- Üsâme İbnu Zeyd radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Müslüman kimse kâfir kimseye varis olamaz: kâfir de Müslüman’a varis olamaz.” (K.S. 4706 C.13 S.301 Akçağ, alıntıları: Buhâri, Ferâiz 26; Müslim, Ferâiz 1,(1614); Ebû Dâvud, Ferâiz 10,(2909); Tirmizi, Ferâiz 15,(2108). )

604- Ebu’l-Esved ed-Düeli anlatıyor: “Hz. Mu’az’a bir yahudinin miras meselesi getirildi. Onun Müslüman oğluna da mirastan pay verdi ve dedi ki: “İslâm (galebe çalar, ona galebe çalınmaz), artar eksilmez.” (K.S. 4711 C.13 S.909-310 Akçağ, alıntısı: Ebû Dâvud, Ferâiz 10,(2912,2913). )

İki rivayet bir birleriyle çelişkilidir.

605- İbnu Ömer radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm yüzükoyun yatarak dudaklarımızla su içmemizi yasakladı. Keza, tek bir avuçla, avuçlayarak içmemizi de yasakladı ve buyurdu ki: “Sakın sizden kimse köpeklerin içtiği gibi suyu dudaklarıyla içmesin! Allah’ın gazabına uğrayan kavim gibi tek eliyle de içmesin. Suyu çalkalamadıkça geceleyin de içmesin, ağzı kapalı ise çalkalamaya gerek yok. Kim kapla içmeye muktedir olduğu halde, tevazu düşünerek eliyle içerse Allah parmakları adedince kendisine sevap yazar. Bu (avuç), Hz. İsa aleyhisselâmın kabı idi. Çünkü o, kadehi atmış ve: “Öf! Bu dünya ile beraberdir!” demiştir.” (K.S.7015 C.17 S.436 Akçağ, alıntısı: İbn-i Mace 3431. )

606- İbnu Abbâs radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın, cam bir bardağı vardı, (suyu) onunla içerdi.” (K.S.7016 C.17 S.437 Akçağ, alıntısı: İbn-i Mace 3435. )

İki rivayet bir biriyle çelişkilidir.

607- Bize Kuteybe ibnu Said tahdis edip şöyle dedi: Bize Ebû Avâne tahdis etti. H ve yine bize Abdurrahmân ibnu’l-Mübârek tahdis edip şöyle dedi. Bize Ebû Avâne, Enes’ten tahdis etti. Enes (R) dedi ki: Rasûlullah (S) : şöyle buyurdu: “Hiçbir Müslüman yoktur ki, bir ağaç diker yâhud ekin eker de bunların hiçbirinden bir kuş yâhud bir insan yâhud bir hayvan yesin de, kendisi bundan faydalanmasın! Muhakkak buna mukabil o Müslüman için bir sadaka sevâbı olmuştur”. (Buhâri, Kitâbu’l-Muzara’a Bab 1 C.5 S.2151 H.1 Ötüken. )

608-............. Ebû Umâme el-Bâhili (R) bir keresinde bir demir saban ve zirâat âletinden bir şey gördü de hemen şöyle dedi: Ben Rasûlullah (S)’tan işittim, şöyle buyuruyordu: “Bu âlet bir âilenin evine girerse, o eve muhakkak bir zelillik (horluk, hakirlik) girdirilir”. (Buhâri, Kitâbu’l-Muzâra’a C.5 S.2152 H.2 Bab 1 Ötüken. )

Bir taraftan ziraatçılığı överken, diğer taraftan kötülemeleri bir çelişkidir.

609-. ... Sehl b. El-Hanzeliyye’den; demiştir ki:.......................
“-Kimin yanında kendisine yetecek malı olduğu halde dilenirse, kendisini ateşe götürecek şeyi çoğaltmış olur” buyurdu. Nüfeyli bir diğer rivayette (“ateş” sözü yerine) “cehennemin kor ateşi”, dedi, Oradakiler:
- Ya Rasûlullah! Kişiye yetecek malın miktarı nedir? Dediler. -Nufeyli bir diğer rivâyette bunun yerine “varlığıyla beraber dilenmek uygun olmayan zenginliğin miktarı nedir? dedi -.
“Ona öğle ve akşam yemeğinde yetecek miktardır” buyurdu. -Nufeyli bir diğer rivayette bunun yerine, “Onu bir gün bir gece veya bir gece bir gün doyuracak yiyeceğinin olmasıdır” dedi ve bize bunu zikredilen bu sözlerle kısa olarak rivayet etti. (Ebû Dâvûd, K.ez-Zekât (9), Bâb 24 C.6 S.251-252 H.1629 Şamil. )
 
610-. ... Hüseyin b. Ali (r.a.)’den; demiştir ki: Resûlullah (s.a.):
“-At üzerinde gelse bile, dilencinin hakkı vardır.” buyurdu. (Ebû Dâvûd, K.ez-Zekât (9), Bâb 33 C.6 S.296 H.1665 Şamil. )

O zamanlar için at üzerinde gelse dahi demelerinin manası bu zaman için, özel arabasıyla gelse dahi manasındadır. Bu açıdan düşünüldüğünde iki rivayet arasındaki çelişki kolayca görülür.

611-................ Bize İbnu Ebi Zi’b, Said el- Makburi’den; o da Ebû Hureyre(R)’den tahdis etti ki, Ebû Hureyre bir kerre önlerinde kebap yapılmış bir koyun bulunan bir cemâate uğramıştı. Onlar Ebû Hüreyre’yi kebap yemeğe davet etmişler, fakat o kebap yemeyi kabûl etmeyip:
- Rasûlullah (S) şu dünyâdan arpa ekmeği ile karnı doymadan çıkıp gitti, demiştir. (Buhâri, Kitâbu’l-Et’ime Bâb 23 C.12 S.5507 H.40 Ötüken. )

611/A- Hz. Ebû Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a bir et parçası getirilmişti. Kendisine bunun bud kısmı sunuldu. Aleyhissalâtu vesselâm budu severdi. Bu bud gelince hemen ondan ısırarak yedi.” (K.S.3953 C.11 S.191 Akçağ, alıntıları: Tirmizi, Et’ime 34,(1838); İbnu Mace, Et’ime 28,(3307); Buhari, Enbiya 3, Tefsir, İsra 5; Müslim, İman 327.)

Daha önce, 595. Örnekte yazmış olduğum rivayette. Peygamberin, ümmetinin “Fâlûzec” denen tatlıdan yiyeceklerini duyunca, hıçkıra hıçkıra ağladığını rivayet ettiklerini yazmıştım. Fâluzec, yağ ve balın karıştırılmasıyla yapılan helvadır. Bu helvanın diğer bir çeşidi, süt un ve balın karıştırılmasıyla yapılan “Telbine” helvasıdır. Tahdis ettikleri diğer bir rivayette Peygamberin telbine helvasının yenmesini tavsiye ettiğini tahdis etmişlerdir. Bu da fâluzeç helvasının yenmesi aleyhinde tahdis etmiş oldukları rivayetle çelişki teşkil eder. Şöyle ki :

612-............... Bize el-Leys, Ukayl’den; o da İbn Şihâb’dan; o da Urve’den; o da Peygamber’in zevcesi Âişe (R)’den tahdis etti ki, o şöyle demiştir: Bir ev halkından birisinin vefâtı üzerine ta’ziye için kadınları topladıkları, sonra dağıldıkları, yalnız hâne halkı ve hısımları kaldıklarında Âişe emretti: Bir çömlek içinde telbine bulamacı pişirildi. Sonra tirit yapılıp, telbine onun üzerine döküldü. Sonra Âişe:
 - Haydi bundan yiyiniz! Çünkü ben Rasûlullah (S)’tan “Telbine hastanın kalbine rahatlık verir, hüznün bir kısmını da giderir” buyururken işittim, demiştir. (Buhâri, Kitâbu’l-Et’ime C.12 Bab 24 S.5508 H.43 Ötüken. )

613- Ümmü Seleme (radıyallahu anha) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Gümüş kaptan su içen, karnına cehennem ateşi dolduruyor demektir.” (K.S.144 C.2 S.465 Akçağ, alıntıları: Buhari, Eşribe 28; Müslim Libas 1,(2065); İbnu Mace, Eşribe 17 (3413). )

Müslim’in diğer bir rivayetinde şöyle denir: “Kim altın veya gümüş bir kaptan içerse...” (Karnına cehennem ateşi dolduruyor demektir.)

614- ............. Enes ibn Mâlik(R)’ten: Peygamber(S)’in su bardağı kırıldı akabinde kırık yerine gümüşten bir bardak edindi dediğini tahdis etti.
Râvi Âsım el-Ahvel: Ben bu kadehi gördüm ve (teberruken içine su koyup) ondan su içtim, demiştir. (Buhâri, Kitâbu’l-Humus Bâb 5 C.6 S.2895 H.18 Ötüken. )

Peygamberin, zırhı bir Yahudi’nin yanında otuz sa’ ölçeği arpaya karşılık rehin edilmiş bulunduğu halde vefat ettiğini tahdis etmişlerdi. (Buhâri, Kitâbu’l- Cihad Hadis 127 C.6 S.2735 Ötüken.) Hal bu ki, tahdis etmiş oldukları bazı rivayetlerde Peygamberin külliyetli miktarda mal varlığına sahip olduğunu, sahabelerden de yüz binlik servete sahip olanların bulunduğunu rivayet ettiler, bu bir çelişki teşkil etmektedir. Fakirliği öven rivayetleriyle halka fakirliği tavsiye ederken, servetlerini meşrulaştırmak içinde servetleri öven rivayetler tahdis etmişlerdir. Ayrıca takip etmiş oldukları çelişkiler metoduna da uymaktadır. Örneğin:

615-............... Umer İbnu’l-Hattâb (R) şöyle demiştir: Benû’n-Nadir malları, Allah’ın kendi Resûlü’ne fey olarak tahdis ettiği şeylerdendir. Bunlar Müslümanların at sürerek, deveye binerek (harb ile) elde ettikleri ganimetlerden değildir. Bu sebeple Benû’n-Nadir malları hususi olarak Resûlullah’a ait olmuş idi. Rasûlullah âilesi halkının bir senelik nafakasını bundan harcar idi. Sonra bundan geri kalanı da Allah yolunda gazâ hazırlığı olarak silaha ve atlara harcar idi. (Buhâri. Kitâbu’l-Cihâd ve’s-Siyer Bab 79 S.2726 C.6 H.116 Ötüken.)
 
Beni Nadir, Medine’den sürgün edilen bir Yahudi kabilesi idi. Bu kabilenin tüm malları peygamberin emrine tahsis edilmişti diye rivayette bulunup, diğer taraftan, peygamber vefat ettiğinde zırhı otuz sa’ yani bir sa’nın 2120 gr. Olması hesabıyla 63600 gr. Arpa karşılığı bir Yahudi’nin yanında rehindi demeleri bir çelişkidir.

616-......... (Müminlerin anası Cuveyriye’nin kardeşi) Amr ibnu’l-Hâris (R) : Peygamber (S) silâhından, beyaz katırından, bir de (sağlığında) sadaka yaptığı Fedek arâzisinden başka bir şey geriye bırakmadı, demiştir. (Buhâri, Kitâbu’l-Cih3ad ve’s-Siyer C.6 S.2731 Bâb 85 H.123 Ötüken. )

Fedek arazisi de, hurmalığı olan ve gelir getiren meşhur bir arazi. Buna sahip olan bir kimse için arpa ekmeğine karnı doymamış muhtaç bir kimse olarak bahsedilmesi gülünçtür.

617- ............. Abdullah ibn Zeyd ibn Âsım şöyle demiştir:.........
Rasûlullah onlara (Ensâr’a) hitap edip şöyle buyurdu:
- “Ey Ensâr cemâati! Ben sizleri yolu şaşırmışlar bulup da Allah benim delâletimle sizlere hidâyet vermedi mi? Ben sizleri fırka fırka bölünmüş hâlde bulup da, Allah benim Medine’ye hicretimle sizleri birbirlerinizle birleştirmedi mi? Ben sizleri fakir hâlde bulup da Allah benim yüzümden sizleri zengin kılmadı mı?”
Rasûlullah bu soruların her birini sordukça, Ensâr Rasûlullah’a karşı:
- Allah ve Resûlü en çok ihsân edicidir, dediler. ................. (Buhâri, Kitabu’l- Mağazi Bâb 58 C.9 S.4026 H.330 Ötüken. )

Peygamberin maddi zenginlik sahibi de olduğuna dair, Kur’an’dan delil gösterecek olursam, mealen:

- Rabb’in sana verecek ve sen râzı olacaksın. 93/5

- O seni yetim bulup barındırmadı mı? 93/6

- Seni şaşırmış bulup yola iletmedi mi? 93/7

- Seni fakir bulup zengin etmedi mi? 93/8

- Öyleyse sakın yetimi ezme, 93/9

- Dilenciyi azarlama, 93/10

- Rabb’inin nimetini anlat. 93/11
 

Bu itibarla, peygamberin zırhını arpa karşılığı rehin verdiği ve vefat ettiğinde zırhının rehinde olduğu konusundaki rivayetleri uydurma olup aslı yoktur. Hem de rehin konusuna, korunmayı sembolize eden zırhı konu etmeleri manidardır.

 Arazi ve Arsalar hakkında uydurmuş oldukları rivayetlerden örnekler

618- İmam Mâlik anlatıyor: “Bana ulaştığına göre, Abdurrahmân İbnu Avf radıyallahu anh bir tarlayı kiraladı. Ölünceye kadar da arazi elinde kaldı. Oğlu dedi ki: “Ben, bu araziyi uzun müddet babamın elinde kaldığı için bizim malımız sanıyordum. Babam öleceği sırada tarlanın bize ait olmadığını söyledi ve tarlanın kirasından ödenmesi gereken bir miktar borcun altın veya gümüş olarak ödenmesini emretti.” (K.S. 5383 C.15 S.195 Akçağ, alıntısı: Muvatta, Kirâu’l-Arz 4 (2,712). )

619- Kays İbnu Müslim, Ebu Cafer’den naklen diyor ki: “Medine’de muhacir aileden hiçbiri yoktur ki, üçte veya dörtte bir pay ile ziraatçılık yapmasın. Hz. Ali, Sa’d İbnu Mes’ud radıyallahu anhüm de bu çeşitten muzâra’a akdi yapmışlardı. el-Kâsım (İbnu Muhammed) ve Urve’den de benzer rivayet mevcuttur. Rivayette şu ziyade de var: “Ebu Bekr ailesi, Hz. Ömer ailesi, Hz. Osman’ın ailesi, Ali ailesi ve İbnu Sirin ailesi de.” (K.S. 5384 C.15 S.195 Akçağ, alıntısı: Buhari, Müzâra’a 8 (bab başlığı olarak kaydedilmiştir). )

620- .............. Abdullah ibn Umer (R) : Rasûlullah (S), Hayber arâzisini, orada çalışmaları ve ekincilik yapmaları ve arâziden çıkacak mahsûlün yarısı onların olması şartı üzere, Hayber Yahudileri’ne verdi, demiştir. (Buhâri, Kitâbu’ş-Şurut Bab 5 C.6 S.2542 H.8 Ötüken. )

Görüldüğü gibi, arazilerin altın, gümüş ve ürün karşılığında kiraya verilebileceğini tahdis ettiler. Buna rağmen şu şekilde rivayetlerde bulundular:

621- Râfi’ İbnu Hadic radıyallahu anh anlatıyor: “Yanıma Züheyr geldi ve bana: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bize faydalı bir şeyi yasakladı” dedi. Ben:
“Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm her ne söyledi ise, mutlaka haktır!” dedim.
 “Muhâkala’yı (tarla kiralamasını) nasıl yaptığımızı sordu. Ben de:
“Biz onu, dörtte bir ve kuru hurma ve arpadan vasklarla ücretlendiriyoruz” dedim, bunun üzerine ( Aleyhissalâtu vesselâm):
“Öyle yapmayın! Araziyi ya kendiniz ekin veya ektirin veya (kimseye vermeyip) sahip olun!” buyurdular.”
Rafi der ki: “Ben de: “(Baş üstüne!) dinlemek ve itaat etmek (borcumuzdur!)” dedim.” (K.S. 5385 C.15 S.197 Akçağ, alıntıları: Buhari, Muzâra’a 18, 19: Müslim, Büyû’ 114,(1548); Ebû Dâvud, Büyû 32,(3394); Nesâi, Müzâra’a 45,(7,44,49). )

Bu rivayette, arazilerin kiraya verilemeyeceğini, ancak boşta olsa elde tutulabileceğini rivayet ettiler. Böylece kiraya verilebileceği hususundaki rivayetleriyle çelişkiye düşmüş oldular.

622- Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: “Bizden bazı kimselerin ihtiyaçlarından fazla arazileri vardı. Onları: “Biz arazimizi üçte bir veya dörtte bir veya yarıya kiraya verelim dediler bunun üzerine Aleyhissalâtu vesselâm:
“Kimin arazisi varsa bizzat eksin veya kardeşine bağışlasın; ne ücret mukabili versin ne de kiraya versin!” buyurdular.” (K.S. 5387 C.15 S.199 Akçağ, alıntıları: Buhâri, Müzâra’a 18, Hibe 35; Müslim, Büyû’92,(1536); Nesâi, Müzâra’a 45,(7,36,38 ). )

Bu rivayette ise, evvelki rivayetin aksine olarak fazla arazinin elde boş olarak tutulamayacağını, bu şekilde fazla arazisi olan kimse, araziyi bir ücret karşılığında ne satabilir, nede kiraya verebilir, ancak kullanmadığı fazla araziyi bir kardeşine ki burada herhangi bir mümin kastedilmektedir, bağışlamalıdır diye tahdiste bulundular.

Bu itibarla, tahdis etmiş oldukları rivayetlerden, çelişkiler nedeniyle kesin bir şekilde arazi hukukunun nasıl olması gerektiği anlaşılamaz. Zira, arazi altın gümüş ve ürün karşılığı kiraya verilebilir derken, bunun tam aksine hiçbir ücret alınamaz, hibe edilmelidir demeleri bir çelişkidir. Hele tahdis etmiş oldukları bazı rivayetlerde ürün karşılığında tarlanın kiralanmasını Ribaya (faize) benzetmişlerdir. Şöyle ki:

623- Zeyd İbnu Sâbit radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm muhâbereyi yasakladı. Muhâbere, tarlayı yarı, üçte bir veya dörtte karşılığında almaktır. “(kiralamak). (K.S. 5389  C.15 S.200 Akçağ, alıntısı: Ebû Dâvud, Büyû’34,(3407). )

624- Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Muhâbereyi terk etmeyen, Allah ve Resûlü ile savaş ilan etsin.” (K.S. 5390 C.15 S.200 Akçağ, alıntısı: Ebû Dâvud, Büyû’ 34, (3406).)

625-... Râfi’ b. Hadic’ten rivayet edildiğine göre;
O bir araziyi ekmişti, tarlayı sularken kendisine Rasûlullah (s.a.) uğrayıp:
“-Ekin kimin, tarla kimin?” diye sordu.
Râfi’:
- Tohumum ve emeğim karşılığında benim ekinim; yarısı benim, yarısı da filan oğullarının, karşılığını verdi.
Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.):
“-Ribâ muamelesi yaptınız, araziyi sahibine ver, sen de ücretini al” buyurdu. (Ebû Dâvûd, K.el-Büyû’ (22) Bab 31 C.12 S.463 H.3402 Şamil. )

Bu itibarla tahdis etmiş oldukları rivayetler bir birleriyle çelişkilidirler. Arazi üzerinde yarıcılığın Ribâ olduğunu tahdis etmelerine rağmen. Peygamberin, Hayber arazisini Yahudilere, yarıcılığa verdiğini tahdis etmeleri peygambere saygısızlıktır.

626- İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: “Hz. Ömer radıyallahu anh Hayber’de (ganimetten) bir arazi sahibi oldu. (Bunu tasadduk etmesini emreden bir rüyayı üst üste üç gün görmesi üzerine) Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a gelerek:
“Ey Allah’ın Resûlü! Ben Hayber’de bir tarlaya sahip oldum. Şimdiye kadar yanımca böylesine değerli bir arazim hiç olmadı. Bu tarla için bana ne emir buyurursunuz?” diye sordu. Aleyhissalâtu vesselâm:
“Dilersen onun aslını (Allah için) hapset ve (gelirini) tasadduk et!” buyurdular. Bunun üzerine Hz. Ömer radıyallahu anh araziyi tasadduk etti ve aslının satılamayacağını ve satın alınamayacağını, vâris olunamayacağını söyledi.
Râvi der ki: “Ömer bu araziyi fakirlere, akrabalara, kölelere, Allah yolunda harcamalara ve yolculara bağışladı. - Bir rivayette misafirlere de denmiştir. - Onun işlerini üzerine alanın maruf üzere yemesinde  veya bir dostuna yedirmesinde bir beis yoktur ki, malı kendisine sermaye yapmasın .” (K.S. 5809 C.16 S.278-279 Akçağ, alıntıları: Buhari, Şurût 19, Vesâya 28, İmân 33; Müslim, Vasiyyet 15, (1632); Ebû Dâvud, Vesâya 13,(2878); Tirmizi, Ahkâm 36,(1375); Nesâi, Ahbâs 1, (6,230); İbnu Mâce, Sadakât 4,(2396). )

Bu rivayette, arazinin vakf edilebileceğini ve bunun iyi bir şey olduğunu iddia etmişlerdir. Vakfı tanımlarken de, vakfedilen herhangi bir iktisadi kıymetin, özellikle gayri menkullerin, örneğin: Arazi, bahçe, dükkan ev v.s. Kıyamete kadar alınıp satılamayacağını, ancak gelirlerinden istifade edilebileceğini iddia etmişlerdir. Bu ise Kur’an’a uymamaktadır. Zira, Allah alım alım satımı helal etmiştir.

Bu hususta Kur’an’dan mealen:

- Faiz yiyenler, ancak şeytanın dokunup çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar. Bu, onların: “Alışveriş de faiz gibidir.” demelerinden ötürüdür. Oysa Allah, alışverişi helâl, faizi haram kılmıştır. Kime Rabbi’nden bir öğüt gelir de (o öğüte uyarak faizden) vazgeçerse, geçmişte olan kendisinindir ve işi Allah’a kalmıştır (Allah’ın onu affetmesi umulur). Kim tekrar (faize) dönerse onlar ateş halkıdır, orada ebedi kalacaklardır. 2/275

Bu itibarla alışveriş durdurulamaz, hayır işlerine tahsis edilmiş olan herhangi bir mal veya önceden alım satıma konu olmuş bir gayrimenkul gerektiğinde hayır işlerine sarf edilmek üzere alınıp satılabilir. Nasıl ki, şahıslar aleyhlerine olmadan gerektiğinde fayda sağlamak için gayri menkullerini satabiliyorlarsa vakıf malları da bundan değişik değildir. Örneğin, farz edelim ki bir camiye ait kiraya verilen beş adet dükkan veya bir bahçe olmuş olsun. Herhangi bir nedenle cami yıkılacak olsa veya köklü bir şekilde tamir edilmesine ihtiyaç olduğunda biri çıkıp diyebilir mi ki, dükkanları veya bahçeyi satmayın, cami yıkık vaziyette kalsın desin de bu önerisi doğru ve faydalı kabul edilsin. Hangi birimiz, evimiz yıkıldığında, sahip olduğumuz bir bahçeyi satıp evimizi inşa etmeyiz. Cami içinde durum bundan farklı değildir. Satılamayacak olan caminin kendisidir, zira cami satışında ibadete mani olma durumu vardır. Bundan dolayı, camilerin muhafaza edilmesi ve içinde ibadet edilmeye uygun şekilde muhafaza edilmesi esastır. Zira, Allah’ın mescitlerini yıkmak, yok etmek ve içinde ibadet edilmesini engellemek büyük bir zülümdür. Bu konuda Kur’an’dan mealen:
 
- Allah’ın mescitlerinde, Allah’ın adının anılmasına engel olan ve onların harâb olmasına çalışandan daha zâlim kim vardır? Bunların oralara korka korka girmesi gerekir (başka türlü girmeğe hakları yoktur.) bunlar için dünyâda rezillik, âhirette de büyük azab vardır. 2/114

Diğer taraftan, fakirlere tahsis edilmiş bir gayrimenkul içinde, satış gerektiğinde satış yapılabilir. Örneğin: Herhangi bir kıtlık durumunda, insanların açlıktan çok zor duruma düşmelerini seyredip vakıf malı elde tutmak mı doğrudur? Yoksa satıp acilen ihtiyaçlarını karşılamak mı. Hangi birimiz sahip olduğumuz bir gayri menkulü veya bir menkulü, çoluk çocuğumuz açlıktan ölüm tehlikesiyle karşı karşıya iken satıp ihtiyaçlarını karşılamayız veya onlara gerekli ilaçları almayız?

Araziler konusunda, yukarıda vermiş olduğum örneklerde görüldüğü gibi özet olarak şu iddialarda bulunmuşlardır.

a) Araziler, altın ve gümüş karşılığında kiraya verilebilir. (Örnek 618)
b) Arazilerde yarıcılık yapılabilir. (Örnek 619-620)
c) Arazilerde yarıcılık yapılamaz, fakat arazi boş olarak elde tutulabilir. (Örnek 621)
ç) Ekilmeye araziler elde boş olarak tutulmayıp ücretsiz olarak bağışlanmalıdır. Bu şekildeki araziler, ne ücret karşılığı satılabilir, nede kiraya verile bilir. (Örnek 622 )
d) Yarıcılık Ribadır (faizdir). (Örnek 623-624-625)
e) Arazi vakf edilebilir. (Örnek 626)

Bu örneklerin kendi aralarında çelişki ihtiva ettikleri açıktır. Bir taraftan yarıcılık yapılabilir derken, diğer taraftan bunun Riba (faiz) olduğunun tahdis edilmesi izah edilebilir bir durum değildir.

Arsa ve araziler mülkiyet bakımından değişik bir durum arz etmektedirler. Mülkiyet bakımından, Hava, Deniz, Göl, Akarsu, Orman ne ise Arsa, Arazi veya dağ olsun, toprağın durumu da odur. Bunların üzerinde mülkiyet olarak ancak kullanım hakkı vardır. Kullanım olayı bitmişse daha önce kullanmış olan şahıs bunları ne satabilir ne kiraya verebilir nede bağışlaya bilir. Ancak devlet denetiminde ihtiyacı olan başka kimselerin istifadesine terk etmesi  gerekir. Arazi veya arsa üzerine bağ, bahçe veya konut yapılmışsa şahıs olarak kişi ancak bağ, bahçe, konut v.s. nın sahibidir. Şahsi emek verdiği bu şeylerin olayı devam ettiği müddetçe başkası bu şahsın yapmış olduğu, örneğin: konutu üzerine konut, bahçesi üzerine bahçe yapamaz, meğer ki kendisi izin vermiş olsun veya istifadesine verilmiş olmasının başlangıcında kendisine bu şartla verilmiş olsun, o zam yapılabilir. Toprak, dağ ve su kaynaklarının tamamı yer altı ve yerüstü tabii servetler enfal'dir, bunların hepsi devlet mülkiyetinde olup ancak devlet denetiminde kullanılabilir. Enfâl den kendisine kullanım hakkı verilmiş olan kimseler, en fal üzerine bir emek veya masraf yaparak tesis icra ettiklerinde, en fal üstündeki tesislerini enfal'den ayırmadan satma hakkına sahiptir, örneğin bağ yapmışsa bağ halinde, bina yapmışsa bina halinde v.s. satabilir. Zira bunlar enfâl den istifade de emek ve masrafın zayi olmaması için gerekli olan hususlardır. Satış durumunda aslında satılan arsa veya arazi v.s. İle ilgili enfâl olmayıp, emek ve masraf yapılmış olan bina veya bağ ve bahçenin ihtiva ettiği bitkiler ve araziyi ıslah eden şeylerdir. Miras bırakmada da durum aynıdır. Yani, enfâl devlete ait ve devletin tasarrufunda, emek ve sermaye şahsa ait ve şahsın tasarrufundadır. Şahıs enfal'i satamaz veya başkasına devir edemez, miras bırakamaz, ancak ancak enfal üzerinde ürettiği şeyler üzerinde tasarruf yapabilir. Örneğin arsa her ne kadar enfal olup kendisinin mülkiyetinde değil, devletin mülkiyetinde ise de, üzerine inşa ettiği veya satın aldığı bir apartman dairesini enfal'den koparmadan satabilir, bağışlaya bilir veya miras bırakabilir. Aksi takdirde zarara uğramış olacaktır. enfal üzerinde şahsın, tesisi şeklinde hiçbir eseri kalmamışsa, ve kendisine devlet tarafından verilmiş kullanım hakkını artık değerlendirmeyecekse yani enfal öz şekli halinde ise artık şahıs bunun üzerinde tasarruf yapamaz, tasarruf hakkı devlete aittir. Bu duruma havayı örnek gösterecek olursak, şahıs nefes aldığında ciğerlerine doldurmuş olduğu havayı kullanım mülkiyeti hakkına sahiptir, saldığında da bu kullanım hakkı ondan istifade eden başka kimseye ait olur. Örneğin: Bir kimse denizde gemi yüzdürdüğünde kullanım hakkı geminin işgal ettiği yerdir, gemisini çektiğinde diğer bir kimse aynı şekilde istifade edebilir. Toprak ve arazide bunun gibi düşünülmelidir. Toprak ve arazide bunun gibi düşünülmelidir. Bu istifade hakkı devlet denetiminde olup, devlet tarafından tüm vatanın istifadesine uygun şekilde kullanılır. farz edelim ki, bir kimse bütün havayı bir seferde çekip ciğerlerine doldurmuş olsun ve salmasın, bunun manası Allah’ın takdiri hariç tüm insanların ölümü demektir. Bu itibarla istifade hakkı kullanılırken diğer insanlarda düşünülmelidir. Bu da keyfi olmayıp, İslam devlet başkanının ve dolayısıyla şuranın da gözetimi altında olan bir husustur. Bir kimse tüplere doldurduğu havayı satabilir fakat açık havayı satamaz, inşa ettiği binayı veya bahçeyi bozmadan satabilir, fakat üzerinde eseri olmayan ve istifadeden vaz geçtiği tarla veya arsayı sahiplenip satamaz, karşılıksız terk etmek zorundadır. Zira, enfal'in kullanımını belirttiğim gibi ancak devlet denetler.

Kendisinden istifade imkanı varken boş bırakılan her bir avuç toprak hem ülke için, hem de kendisinden gelir sağlayacak fertler için bir kayıptır. Ve toprak öyle bir olaydır ki, boş bırakılmak suretiyle terk edilirse veya hor kullanılırsa, kendisini hor kullananları veya boş bırakanları terk eder. Her yıl erozyon suretiyle ülkeleri terk eden muazzam miktarda güzel topraklar bunun örneğidir. Çoğu zaman toprağın erozyona gitmesine halkın tembel olması yol açmıyor. Halk çalışkan olmasına rağmen devletlerin bozuk ve yanlış toprak politikaları erozyon suretiyle toprak tahribatının ana nedenini teşkil eder. Örneğin: Halkın istifadesinden koparmak suretiyle, toprağı, devlet arazisi, tapulu şahıs arazisi ve vakıf arazisi şeklinde el konduğunda, toprağı işlemek bu üç grupla sınırlı olmuş olmaktadır. Toprağı denetlemek, hatta devlet başkanlığı makamına bağlı olarak asli şekilde sahiplenmek devletin ana görevidir, fakat toprağı insanlardan ayırıp, onu işlemelerine set çekmek devletin ana görevi değildir. Devlet, fertlere toprağı işleme hürriyeti vermek suretiyle topraktan elde edilebilecek azami faydanın elde edilmesine ortam sağlamalıdır. Fayda kaybını önlemek için adaletli bir şekilde denetim görevini yürütmelidir. Örneğin, tapulu şahıs arazilerinde veya vakıf arazilerinde şu hususlar ortaya çıkmaktadır. Toprak, tapuyu elinde bulunduranlar tarafından, kendisini işleyecek olanlara ya kiraya verilmekte, yada yarıcılık yapılmakta veya boş bırakılmaktadır. Kira veya yarıcılık veya durumunda toprağı işleyenlere yük getirilmek suretiyle ziraatta ilerlemeleri engellenmektedir. İnşaatlarda da durum bundan farklı değildir, bazen arsa fiyatı üzerinde yapılan inşaatın maliyetini aşmaktadır. Toprağın boş bırakılması durumunda ise sağlanacak bütün fayda kökten yok olduğu gibi, toprağın erozyona gitmesine sebep olmaktadır. Hele toprağa vakıf diye kutsiyet atfedilmesi çok ilginçtir. Çoğunlukla vakıf diye telakkileri uydurdukları rivayetleri de aşarak, Allah için hayra tahsis edilmiş bir toprak parçası




SONRAKİ 18.  BÖLÜM İÇİN ANA SAYFAYA GİT = >  ANA SAYFA