ANA SAYFA

      1. KİTAP BÖLÜM 1

      1. KİTAP BÖLÜM 2

      1. KİTAP BÖLÜM 3

      1. KİTAP BÖLÜM 4

       1. KİTAP BÖLÜM 5

       1. KİTAP BÖLÜM 6

       1. KİTAP BÖLÜM 7

       1. KİTAP BÖLÜM 8

       1. KİTAP BÖLÜM 9 

       1. KİTAP BÖLÜM 10

        1. KİTAP BÖLÜM 11

        1.KİTAP BÖLÜM 12    

        1.KİTAP BÖLÜM 13

        1. KİTAP BÖLÜM 14

        1. KİTAP BÖLÜM 15

        1. KİTAP BÖLÜM 16

        1.KİTAP BÖLÜM 17

        1. KİTAP BÖLÜM 18

        1. KİTAP BÖLÜM 19 

        1. KİTAP BÖLÜM 20  

       1. KİTAP BÖLÜM 21  

       1. KİTAP BÖLÜM 22  

      1. KİTAP BÖLÜM 23 

      1. KİTAP BÖLÜM 24 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

         

            KÜTÜB-İ
          SİTTE'NİN

        
ELEŞTİRİSİ
               VE
     KUR'AN'A ARZI


         Fereç Hüdür

     KUR'AN ARAŞTIRMALARI

                                         

 

 


 

BÖLÜM 19

 zekât malla yerine getirilen bir durumdur.

Kur’an’dan mealen:

- Onda (Tevrat’ta) onlara: cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ve yaralara karşılık kısas (ödeşme) yazdık. Kim bunu (kısası) tasadduk (sadaka ederek-bağışlarsa) kendisi için o kefâret olur. Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar zalimlerdir. 5/45

Maddi sadakalarda, infak miktarının ölçüsü, Kur’an’dan mealen:

- Sana içkiyi ve kumarı soruyorlar, (onlara)de ki: İkisinde de insanlar için hem büyük günâh, hem de faydalar vardır; fakat günahları faydalarından daha büyüktür. Yine sana (sadaka olarak)ne vereceklerini soruyorlar. De ki: İhtiyaçtan fazlasını (veya cimrilik yapmadan ve kendinizi unutmadan kolayınıza geleni). İşte Allah, dünya ve ahiret işlerini iyice düşünesiniz diye ayetleri böyle açıklar. 2/219

Sadakalar da, zekâtta para olarak verilebileceği gibi, ürün veya mal olarak ta verilebilir. Ve iddia ettikleri gibi, yalnız buğday, arpa, hurma, üzüm ve darıdan verilmez, tüm zirai ürünlerden ve mallardan verilir. Her ikisinde de ana hareket noktası, servet türünden maddi güçtür, servetin kendisidir, çeşidi değildir. Veriliş miktarı, cimrilik yapmadan ve kendimizi unutmadan kolayımıza gelen miktardır.

Bu hususta Kur’an’dan mealen:

- Çardaklı ve çardaksız bahçeleri, tadı birbirinden farklı hurma ve ekinleri, birbirine benzeyen ve benzemeyen zeytin ve narı yaratan O’dur. Her biri meyve verdiği zaman, meyvesinden yiyin. Hasad günü (zekât ve sadaka) hakkını verin; israf da etmeyin; zira Allah, müsrifleri sevmez. 6/141

- Ey müminler! Kazandıklarınızın ve sizin için yerden bitirdiğimiz şeylerin iyilerinden infak (hayra harcayınız)ediniz. Kendinizin göz yummadan alamayacağınız bayağı şeyleri infak için seçmeyiniz. Biliniz ki Allah zengindir, övülmüştür. 2/267

Görüldüğü gibi, sadakalar bir farz olarak, tüm mallardan, kimler tarafından kimlere ve nasıl ve ne miktarda verileceği Kur’an’da açıktır. Zekâtta yine farz olarak müminler tarafında, İslam devleti için ödenen vergidir. İslam devleti bu vergiyle memurlarına maaş öder ve gerekli harcamaları yapar. Zekâtın sadakalardan ayrı bir farz  olduğuna dair. Kur’an’dan iki örnek daha verecek olursam, mealen:

- Ey iman edenler, siz Peygamber ile gizli konuşacağınız zaman bu gizli konuşmanızdan önce bir sadaka verin. Bu sizin için daha temizdir. Allah bağışlayan, esirgeyendir. 58/12

- Gizli konuşmanızdan önce sadaka vermenizden korktunuz mu? Çünkü yapmadınız. Allah da sizi (bundan) affetti (sadaka vermeden konuşabilirsiniz). Artık namazı kılın, zekâtı verin, Allah’a Resûlüne itaat edin. Allah yaptıklarınızı haber alandır. 58/13

Belirli bir konuda sadakaya Allah tarafından muafiyet verilmesine rağmen, zekât ayrı bir kavram olarak belirtilmiştir. Bu da konum olarak ikisinin ayrı olduğunu gösterir.

Müminlerin tüm mal varlıkları zekat ve sadakaya konu teşkil eder. Fakat bu mallardan özellikle zekât için yüzde kaç verilmesi gerektiği rivayetçiler tarafından konu edilmiştir. Sadaka için, cimrilik yapmadan, kendimizi de ihmal etmeden kolayımıza geldiği şekilde sadaka verilmesi gerektiğini Kur’an’a dayalı olarak belirtmiştim. Fakat, zekât için farz olmasına rağmen ne kadar, başka bir ifadeyle hangi oranda verilmesi gerektiğini, örneğin: şu maldan yüzde şu kadar verilir diye Kur’an’da oran belirtilmemiştir. Bu hususu öne süren rivayetçiler, deve, sığır, koyun ve nakit para için yüzde şu kadar verilir diyerek, Kur’an’a noksanlık atfetmek suretiyle, bu rivayetlerimiz olmasa zekât konusu meçhul kalacaktı demektedirler. Ve binlerce çeşit malı zekattan muaf tuttukları gibi, saydıkları birkaç çeşit tarım ürününden ne kadar zekât verilmesi konusunda da çeşit sayarak değinememektedirler. Kur‘an’da zekât için sabit bir yüzdelik oranın belirtilmemiş olması, olması gereken normal bir durumdur. Zira ihtiyaçlar değişken olduğu gibi, servetleri teşkil eden unsurlarda değişkendir. Değişken ihtiyaçlara ve değişken servet çeşitlerine sabit oranlı zekât uygun olmaz. Bolluk zamanında alınan zekâtla, savaş zamanında, kıtlıkta ve tabii afet zamanlarında alınacak zekât aynı olmaz. Çağlar içerisinde de zekât ihtiyacı farklılık gösterir, bundan asırlarca önce ordu teşkili için bir at, bir kılıç v.s. gibi şeyler yeterli vasıta teşkil ederdi, bu gün için bunların yerini doldurmak için, tank ve uçak gibi daha pahalı şeyler gereklidir. Bundan dolayıdır ki günün şartlarına göre ne kadar ve ne sürede zekât verilmesi gerektiği günün şartları dikkate alınarak, müminlere mümkün mertebe yumuşak şartlar da ne az ne de çok olmamak üzere İslam Devlet başkanı ve İslam şurası tayin eder. Bu da gösteriyor ki, Kur’an’da zekât için sabit bir oran verilmemiş olması bir noksanlık değil. İslam devletinin ihtiyaçlarının karşılanması ve sürdürülmesi için bir gerekliliktir.

Görüldüğü gibi zekât olayı, rivayetçilerin zannettiği gibi, bir buğday, darı, koyun, keçi olayı ötesinde, bir devlet olayıdır. Zekât İslam devletinin idamesi için gerekli olan masrafların kaynağıdır.


 ABDEST VE GUSÜL KONUSUNDA UYDURMUŞ OLDUKLARI RİVAYET ÖRNEKLERİ

655- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah’ın ashabı uyurlar, sonra ab dest almadan namaz kılarlardı:
(Enes’ten bunu rivayet eden) Katade’ye:
“Bu sözü Enes’ten bizzat işittin mi? diye sormuştu:
“Vallahi evet!” diye te’yid etti.” (K.S.3675 C.10 S.466 Akçağ, alıntıları: Müslim, Hayz 125,(376); Ebû Dâvud, Tahâret 80,(200); Tirmizi, Tahâret 58,(78). )

656-. ... Hz. Ali (r.a.) den, Rasûlullah’ın (s.a.) şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir: “Dübürün bağı gözlerdir. Kim uyursa ab dest alsın.” (Ebû Dâvûd, K.Tahâre (1), Bab 80 C.1 S.366 H.203 Şamil, ayrıca İbni Mace tahâre 62. )

Bu iki rivayetin çelişkili oldukları aşikardır. Başka rivayetlerde oturarak uyuyanın ab destinin bozulmadığı tahdis edilmişse de bu dahi çelişkiyi ortadan kaldırmaz, zira uyku şekli esas teşkil ediyorsa, o zaman uyuyan kimsenin genç mi, ihtiyar mı, gastriti var mı yok mu hatta yediği yemek söz Konusu olur. Tahdis ettikleri rivayet şudur:

657- Abdullah İbni Mes’ud radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (bir gün) horlayıncaya kadar uyudu. Sonra kalkıp namaz kıldı.” (K.S.6142 C.16 S.595 Akçağ, alıntısı: İbni Mace, Taharet bölümü 475. )

658- İbnu Abbâs Mes’ud radıyallahu anhümâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın o uykusu, kendisi yani
 Hz. Peygamber oturur iken olmuştur. (K.S.6143 C.16 S.595 Akçağ, alıntısı: İbni Mace, Taharet bölümü 476. )

659- Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Ses ve koku olmadıkça ab dest alınmaz.”
Bir rivâyette şöyle gelmiştir: “Biriniz mescitte iken, kabaları arasında bir yel hissetse ses işitmedikçe veya koku duymadıkça dışarı çıkmasın.” (K.S. 3652 C.10 S.447 Akçağ, rivayet edenler: Buhari, vudû 4,34; buyû, 5; Müslim, hayz 98,99; Ebû Dâvud tahâre 67; salat 192; Tirmizi, tahâre 56; Nesâi, tah3are 114; İbn Mâce, tahâre 74. )

660- ............ Bize Ma’mer, Hemmâm ibn Münebbihten haber verdi ki, Ebû Hureyre (R)’den şöyle derken işitmiştir: Resûlullah (S): “Kendisinde hades meydana gelen kimsenin namâzı, o kimse ab dest almadıkça kabûl olunmaz” buyurdu. Hadramevt ahâlisinden bir kimse: “Ya Ebâ Hureyre, hades nedir?” diye sordu. Ebû Hureyre: “Sessiz veyâ sesli yel” cevabını verdi. (Buhari, Kitâbu’l-Vudû Bab 2 C.1 S.288 H.1 Ötüken. )

Evvelki rivayette ses ve koku olmadıkça abdestin bozulmayacağı rivayet edilmesine rağmen, bu rivayette ses olmasa da abdestin bozulacağının rivayet edilmesi bir çelişkidir.

661- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) kadınlarından birini öptü, sonra dönüp namaza gitti, abdest tazelemedi.”
Urve rahimehullah der ki: “Kendisine: “Bu sizden başka hanımı olmamalı!” dedim, Hz. Aişe gülmekle cevap verdi.” (K.S.3668 C.10 S.461 Akçağ, alıntıları: Ebû Dâvud, Tahâret 121,(1,104); İbnu Mâce, Tahâret 69,(502). )

662- İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)’in şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Erkeğin hanımını öpmesi ve ona eliyle dokunması hep mülamese (değme) sayılır. Öyleyse kim hanımını öperse veya eliyle dokunursa ab dest alması gerekir.” Bu rivayetin bir benzeri İbnu Me’sud’dan gelmiştir. (K.S.3669 C.10 S.461 Akçağ, alıntıları: Muvatta, Tahâret 64,(1,43). )

Görüldüğü gibi bu iki rivayet çelişkilidir. Birinde kişi hanımını öperse abdest bozulmaz denmişken, diğerinde öpmek veya elle dokunmanın abdesti bozduğu rivayet edilmiştir. Ayrıca Aişe’nin, Urve’ye peygamberin kendisini öptüğünü ve abdest almadığını tahdis etmeleri, Peygamberin hane halkına saygısızlık içermektedir. Bu gibi hususları peygamber neden erkek sahabelere şahsiyet ortaya koymadan, örneğin: kişi eşini öperse abdest alması gerekmez şeklinde söylemesinde. Bu gibi rivayetleri, daha önce örneklerini verdiğim gibi çoğunlukla peygamberin eşlerinden erkeklere söylendiği şeklinde rivayet etmişlerdir. Bununda kasıtlı olduğu aşikardır.

663- Talk İbnu Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın yanına geldik. (Biz huzurlarında iken) bir adam geldi. Sanki o bir bedevi idi.
“Ey Allah’ın Resûlü! dedi, kişi abdest aldıktan sonra zekerine değerse ne gerekir (abdesti bozulur mu, bozulmaz mı?)” Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şu cevabı verdi:
“O, kendisinden bir parça değil midir?” (K.S. 3671 C.10 S.463 Akçağ, alıntıları: Ebû Dâvud, Tahâret 71,(182,183); Tirmizi, Tahâret 120,(1,101). Bu metin tirmizinindir.

664- Büsre Bintu Saffan (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Zekerine değen abdest almadıkça namaz kılmasın.” (K.S.3672 C.10 S.464 Akçağ, alıntıları: Tirmizi Tah3aret 61,(82,83,84); Muvatta, Tahâret 58,(1,42); Ebû Dâvud, Tahâret 70,(181); Nesâi, Taharet 118,(1,100). )

Önceki rivayette, erkek zekerine dokunursa abdest alması gerekmez derken, bu rivayette gerekir demeleri bir çelişkidir.

665- Hz. Bilal (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) mestleri ve örtüsü üzerine meshetti.” (K.S. 3696)

666- Ebû Dâvut’un rivayetinde şöyle gelmiştir: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ihtiyacı için (araziye) çıkardı. Ben de O’na su taşırdım. (Kazayı hâcet yapınca) abdest alırdı. Bu sırada sarığı ve “bot”ları üzerine mesh ederdi.” (K.S.3697 C.10 S.487-488 Akçağ, alıntıları: Müslim, Tahâret 84,(275); Ebû Dâvud, Tahâret 59,(153); Tirmizi, Tahâret 75,(101); Nesâi, Tahâret 86,96 (1,75,81). )

Bu rivayetlerde abdest alırken sarık, örtü ve botlar üzerine mesh (eli ıslatıp silme) yapılabileceğini tahdis ettiler.
 
667- Ebu Ubeyde İbnu Muhammed İbni Ammâr İbni Yâsir anlatıyor: “Câbir İbnu Abdillah (radıyallahu anh)’a mest üzerine mesh etme hususunda sordum.
“Ey kardeşimin oğlu, bu sünnettir” buyurdu. Bunun üzerine sarık üzerine mesh etme hakkında sordum:
“Saça meshet!” diye cevap verdi.” (K.S.3698 C.10 S.488 Akçağ, alıntısı: Tirmizi, Tahâret 75,(102). )

668- Hz. Câbir radıyallahu anh’ten anlatıldığına göre, kendisine sarık üzerine mesh etmekten sorulmuştu. Şu cevabı verdi:
“Hayır, olmaz, su ile saça değilmelidir!” (K.S.3609 C.10 S.419 Akçağ, alıntısı: Muvatta, Tahâret 38,(1,35). )

Bu rivayetlerde ise, sarık üzerine mesh yapılamayacağını söylemeleri, evvelki rivayetleriyle çelişkilidir.

669- Muğire (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) mestin üst ve aşağı kısımlarını mesh ederdi. (K.S.3704 C.10 S.494 Akçağ, alıntısı: Tirmizi )

670- Ebû Dâvud’un rivayetinde şöyle gelmiştir: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) mestlerin sırtlarına mesh ederdi.”
Tirmizi’nin bir başka rivayetinde de böyle denmiştir. (K.S.3705 C.10 S.494 Akçağ, alıntıları: Tirmizi 72,73,(97,98); Ebû Dâvud, Tahâret 63,(161,165); Nesâi, Tahâret 63,(1,62). )

Yukarıda ki rivayetlerde, mestin alt kısmının silinip silinmeyeceği hususu çelişkilidir.

671- Şüreyh İbnu Hâni anlatıyor: “Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)’ye mest üzerine mesh etmekten sormaya geldim. Bana:
“Sana Ebu Talib’in oğlu (Hz.Ali) (radıyallahu anh)’yi tavsiye ederim, git ona sor. Zira o, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile birlikte seyahatlerde bulunmuştur!” dedi. Bunun üzerine gidip ona sordum. Şu cevabı verdi:
“Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), (mesh müddetini) yolcu için üç gün üç gece tuttu, mukim için de bir gün bir gece tuttu.” (K.S.3709 C.10 S.496 Akçağ, alıntıları: Müslim, Tahâret 85,(276); Nesâi, Tahâret 99,(1,84); İbnu Mâce, Tahâret 86,(552). )

Bu rivayette, mesh müddetinin yolcu için üç gün üç gece, mukim için de bir gün bir gece olarak rivayet ettiler. Buna rağmen bu rivayetle çelişkili olarak, mesh müddetinin süresiz olduğunu aşağıdaki rivayetlerde tahdis ettiler.

672- Ubey İbnu İmâre (Radıyallahu anh)-ki bu Sahâbi, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile birlikte her iki kıbleye namaz kılan ilklerdendir- anlatıyor: “Bir gün Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a gelerek sordum:
“Ey Allah’ın Resulü! Mestlerin üzerine mesh edeyim mi?”
“Evet!” buyurdular. Ben tekrar:
“Bir gün mü? Dedim.
“Bir gün!” buyurdular. Ben tekrar:
“İki gün (olsa)?” dedim.”İki gün!” buyurdular. Ben tekrar:
“Üç gün (olsa)?” dedim.
“Evet! Dilediğin kadar!” buyurdular.” (K.S. 3711 C.10 S.497 Akçağ, alıntısı, Ebû Dâvud Bab 61 K.Tahâre (158). )

673- Ebu Hüreyre (Radıyallahu anh)’den nakledildiğine göre, Ebu Hüreyre mescit de abdest alırken yanına Abdullah İbnu Kârız gelir. Ona, Ebu Hüreyre şu açıklamayı yapar: “Bir keş (kurumuş çökelek) parçası yedim, bu sebeple abdest alıyorum. Çünkü ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın “Ateşte pişen şeyler yiyince abdest alın” dediğini işittim.” (K.S.3681 C.10 S.472 Akçağ, alıntıları: Müslim, Hayz 90, (532); Nesâi, Tahâret 122,(1,105,106); Tirmizi, Tahâret 58,(79); Ebû Dâvud, Tahâret 76,(194). Bu, Müslim’in lafzıdır. Müslim’de Hz. Aişe’den buna benzer rivâyet mevcuttur. )

Bu rivayette ateşte pişen şeyler yiyince abdest alınması gerektiğini rivayet ettiler. Buna çelişkili olarak şu tür rivayetlerde bulundular:

674- İbnu Abbâs (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) koyun budu yedi ve namaz kıldı, abdest almadı.”
Buhari'nin bir başka rivayetinde: Tencereden eliyle etli kemik aldı” denmiştir.
Müslimin bir rivayetinde: “Budu kemirdi, sonra namaz kıldı, abdest tazelemedi” denmiştir. (K.S. 3686 C.10 S.474 Akçağ, alıntıları: Buhari, Vudû 50, Et’ime 18, Müslim, Hayz 91,(354); Muvatta, Tahâret 91, (1,25); Ebû Dâvud, Tahâret 75,(187); Nesâi, Tahâret 123,(1,108). )
 
675- Ebu Sa’id (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Ensâr’dan birine adam göndererek, yanına çağırttı..
Aleyhissalâtu vesselâm:
“Herhalde sana acele ettirdik?” buyurdu. Ensâri:
“Evet ey Allah’ın resulü! deyince:
“Acele ettirilir veya inzal olmasan gusletmen gerekmez. Sadece abdest gerekir” buyurdular.” (K.S. 3735 C.10 S.525 Akçağ, alıntıları: Buhari, Müslim ve Ebû Dâvud. )

676- Müslim’in bir diğer rivayetinde: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Suyu (yıkanmayı), su (meninin gelmesi) gerekir” buyurdu” denmiştir. (K.S. 3736 C.10 S.525 )

677- Nesai’nin Ebu Eyyub (radıyallahu anh)’den kaydettiği bir de Resûlullah: Resûlullah: “Su, sudan dolayıdır” buyurmuştur. (K.S.3737 C.10 S.525 Akçağ, alıntıları: Buhari, Vudû 34; Müslim, Hayz 81-83, (343-345); Ebû Dâvud, Tahâret 84, (217); Nesâi, Tahâret 132,(1,115). )

Bu tür rivayetlerle meni gelmeden gusül gerekmez diye tahdiste bulundular, buna rağmen kargaşa çıkarmak için çelişkili olarak şu rivayetlerde bulundular. Bu rivayetleri yazmadan önce şunu belirteyim ki, tahdis etmiş oldukları bu rivayet hem peygambere karşı hem sahabeye karşı, hem de sahabelere karşı bir saygısızlıktır. Peygamberin bu şekilde müstehcen senaryolarla dini anlatmayacağı gibi, hiç bir sahabenin şahsına karşı seni acele mi ettirdik gibisinden ifadelerde bulunmaz, zira peygamber büyük bir ahlaka sahipti. Bu rivayet sahabelere karşıda saygısızlıktır, sahabeler müşahhas örnekler olmadan sözle anlatılan öğretileri anlamayacak kimseler değildirler. Aksi takdirde söz anlatımı olan Kur’an’ı nasıl anladılar?

678- Ebu Hüreyre (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Erkek kadının dört uzvu arasana çöker ve kadına mübâşeret ederse gusül vacib olur.”
Bir rivâyette de şu ziyade var:... İnzal olmasa bile.”
Ebu Dâvud’un rivayetinde dört uzvu kelimesinden sonra” ... hitana (sünnet mahalli) hitanı kavuşursa, gusül vacip olur” denmiştir. (K.S.3733 C.10 S.523 Akçağ, alıntıları Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebû  Dâvud, (Kaynak tafsilatları K.S.3734 ci rivayetten: Buhari, Gusl 28; Müslim Hayz 87,(348); Muvatta, Tahâret 71, (1, 45,46); Ebû Dâvud Tahâret 84, (216); Nesâi, Tahâret 129,(1,110,111); İbnu Mâce, Tahâret 111,(610). )

Görüldüğü gibi, bu rivayetle evvelki rivayet çelişkilidir.

Bu çelişki konusunda çok sıkıştırılmış olacaklardır ki, şu şekilde bir ara rivayet uydurmuşlardır:

679- Übey İbnu Ka’b (radıyallahu anh) anlatıyor: “Su, sudan gerekir” hükmü İslam’ın bidayetinde bir ruhsattı. Sonra bundan nehy edildi.” Übey ilaveten der ki: “Su, sudan gerekir” hükmü ihtilam hakkında muteberdir.” (K.S.3738 C.10 S.526 Akçağ, alıntıları: Ebû Davud, Tahâret 84,(214,215); Tirmizi, Tahâret 81,(110,111). )

Güya bu rivayetle durumu idare etmeye çalışmışlardır. Kadının dört uzvundan bahsetmeleri nerde, işi rüyayla izah etmeleri nerde?

680- Hz. Ali (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), cünüp olmadıkça her halimizde bize Kur’an okutup talim ederdi.” (K.S.3771 C.10 S.548 Akçağ, alıntıları: aşağıdaki rivayette. )

681- Nesâi’nin bir başka rivayetinde şöyle gelmiştir: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) helâdan çıkınca Kur’an okur, bizimle et yerdi. Cenabet halinden başka hiçbir şey O’nunla Kur’an arasına perde olmazdı.” (K.S.3772 C.10 S.548 Akçağ, alıntıları: Ebû Dâvut, Tahâret 91, (229); Tirmizi, Tahâret 111,(146); Nesâi, Tahâret 171,(1,144. )

Bu rivayetlerine göre kişi cenabetli olmamak şartıyla abdest siz Kur’an okuyabilir ve okutabilir.

682- İbnu Abbâs (radıyallahu anhumâ)’dan rivayet edildiğine göre, O cünüp kimsenin Kur’an okumasında bir beis görmezdi.” ( K.S. 3773 C.10 S.550 Akçağ, alıntısı: Buhâri, Hayz 7 )

Bu rivayette, evvelki rivayetin aksine olarak, cenabetli kimsenin Kur’an okuyabileceğini söylemeleri bir çelişkidir.

683-. ... Âişe (r.anhâ)’nın şöyle dediği rivayet edilmiştir; Ashâbı Kirâmın evlerinin kapıları Mescide açılmış bir halde ikin, Resûlullah (s.a.) (Mescide) gelip;
“Şu evlerin yönlerini (kapılarını) mescidden çeviriniz” buyurdu ve (hucre-i saadetine) girdi.
 Ashab, kendileri hakkında bir ruhsat inmesini umarak bir şey yapmadılar (evlerinin kapılarını çevirmediler.) Bir müddet sonra Resûlullah aleyhisselâm onlar(ın yanına) tekrar çıktı ve;
“Şu evlerin (kapılarını) çeviriniz. Çünkü ben, mescidi hayız ve cünüp (olan)lara helâl görmüyorum” buyurdu. (Ebû Dâvûd, K.Tahâre (1).Bâb 92 C.1 S.411-412 H.232 Şamil, ayrıca: İbni Mâce, Tahâre 126. )

Bu rivayette hayız ve cünüp olanların mescide giremeyeceğini, hatta evlerinin kapılı yönlerinin mescit yönünde açılamayacağını tahdis ettiler. Bu ise evvelki rivayetlerde bu konuda tahdis edilen ruhsatlarla çelişkilidir. Ayrıca rivayet mantıksızlıklarla doludur, bir insanın cünüp olmasıyla evinin kapı yönünün hiçbir ilgisi olamaz, pencereleri mescit yönündeyse ve pencereden cünüp halde bakıyorsa, veya sokaktan geçiyorsa durum ne olacak, bu tür şeyler saçma olduğundan uzatmak istemiyorum.

684-.. ... (r. anhâ)!dan demiştir ki:
“Resûlullah (Sallallâhu aleyhi vesellem) bana, “Mescitten seccâdeyi alıver.” dedi.
“Ben hayızlıyım” dedim. Bunun üzerine:
- “Senin hayzın elinde değildir” buyurdu. (Ebû Dâvud, K.Tahâre (1), Bâb 103 C.1 S.465 H.261 Şamil, ayrıca: Müslim, hayz 11-13; Tirmizi, tahâre 101; Nesâi, tahâre 176; hayz 18 )

Bu rivayette ise evvelki rivayetle hayz konusunda çelişkiye düştüklerini görmüş oluruz. Zira hayızlının mescide girebileceğini tahdis etmişlerdir.

685- Câbir İbnu Semure (radıyallahu anh) anlatıyor: Bir adam “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a gelerek:
“Koyun eti sebebiyle abdest alayım mı?” diye sordu.
“Dilersen abdest al, dilemezsen alma!” diye cevap verdi. Adam bunun üzerine :
“Deve eti sebebiyle abdest alayım mı?” diye sordu. “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu sefer:
“Evet, deve eti sebebiyle abdest al!” cevabını verdi. Adam tekrar:
“Koyun ağıllarında namaz kılayım mı?” diye bir başka sual sordu:
“Evet!” cevabını aldı. Tekrar sordu:
 “Pekala, deve ağıllarında namaz kılayım mı?”
“Hayır!” buyurdu Aleyhissalâtu vesselâm.” (K.S.3688 C.10 S.477 Akçağ, alıntısı: Müslim, Hayz 97,(360). )

686- Üsayd İbnu Hudayr (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Koyun sütünü içince abdest almayın, deve sütünü içince abdest alın.” (K.S. 650 C.16 S.599 Akçağ, alıntısı: İbni Mace 496.)

Abdest almanın hiçbir yemek yeme veya içmeyle ilgisi yoktur. Aksine tuvaletten gelmiş olmayla ilgisi vardır. Bu itibarla uydurma olup aslı yoktur. Deve hakkında bu şekilde rivayette bulunmalarının nedeni, hatırlanacağı üzere daha önce vermiş olduğum rivayet örneğinde, deve için şeytan demişlerdi, bunlar şeytanı pişirip yediklerini mi zannediyorlar ne kolay iş ve ne saçma iddialar.

687-. ... Ebû İshâk’ın rivayetine göre: Ebû Hayye, Ben Ali’yi (r.a) abdest alırken gördüm, demiş ve her abdest organını üçer kere yıkadığını nakletmiş ve demiştir ki: “Sonra başına mesh etti, sonra ayaklarını topuklarına kadar yıkadı” daha sonra da Hz. Ali (r.a):
“Resûlü Ekrem (s.a.)’in abdest alışını size göstermek istedim de... (Ebû Dâvud, K.Tahâre (1). Bab 51 H.116 Şamil, ayrıca: Nesâi, tahâre 93,94,95; Tirmizi, tahâre 44,48. )

Bu rivayette de ayakların mesh (ıslak elle silme) edilmeyip yıkanması gerektiği şeklinde tahdiste bulunmuşlardır. Bu ise Kur’an’a aykırıdır, zira Kur’an’a göre abdest alırken ayaklar yıkanmaz mesh edilir.

688- İbnu Abbâs (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Namaza kalktığın vakit abdesti mükemmel yap. (Bu cümleden olarak) suyu ayak ve el parmaklarının arasına iyice ulaştır.” (K.S. 6131 C.16 S.589 Akçağ, alıntısı: İbni Mace 447. )

689- Mikdâm İbnu Ma’dikerp radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), abdest aldı ve ayaklarını üçer sefer yıkadı.” ( K.S. 6135 C.16 S.591 Akçağ, alıntısı: İbni Mace 457. )

Bu iki rivayette de, abdest alırken ayakların muhakkak yıkanması gerektiğini tahdis ettiler.
 
690-............ Bize Ebû Avâne, Ebû Bişr’den; o da Yûsuf ibn Mâhek’den; o da Abdullah ibn Amr(R)’den tahdis etti. O şöyle demiştir: Gittiğimiz yolculukların birinde Peygamber (S) geride kalmıştı da sonra bize yetişmiş idi. O sırada namâz vakti gelmişti. Biz de abdest alıyorduk. Ayaklarımızı mesh eder gibi, az su ile yıkamağa başladık. Peygamber bu hâli görünce en yüksek sesiyle iki yâhud üç kere: “Cehennem’de yanacak ökçelere yazık!” diye nidâ etti. (Buhâri, Kitâbu’l-İlm Bab 3 C.1 S.215 H.2 Ötüken )

Bu rivayetlerde ise, abdest alırken ayakların mesh edilmesi bir tarafa, ayaklarını tam değil de az suyla mesh eder gibi yıkayanların ökçeleri cehennemde yanmak suretiyle azab göreceklerini tahdis ettiler. Bu ise, Kur’an’a aykırıdır, zira Kur’an’da abdest alırken ayakların mesh edilmesi gerektiği bildirilmiştir. Ayaklarını mesh etmeyip, Allah’ın Kur’an’daki emrine aykırı olarak yıkayanların kesinlikle abdesti yoktur. Allah’ın emrine karşı çıkılarak farzlar ifa edilemez.

Abdest ve Gusülle ilgili olarak uydurmuş oldukları rivayetlerden bazı örnekler verdim. Görüldüğü gibi rivayetler kendi aralarında çelişkili olduğu gibi, Kur’an’la bağdaşmayan bir çok hususlar ihtiva etmektedirler. Ve vermiş olduğum bu örneklerden başka, bu konuda epeyce tutarsız ve çelişkili rivayetleri vardır. Örnek olsun diye sadece otuz civarında rivayeti konu ettim. Ve iddia ediyorlar ki bu rivayetleri olmasa ne abdest ne de gusül konusu Kur'an'dan anlaşılamazmış. Hal bu ki, Kur'an o kadar net ve açık bir kitaptır ki, dinle ilgili bütün konular andan kolayca anlaşılabilir. Abdest ve Gusül konusunda Kur'an'dan örnek verecek olursam, durumun hiçte iddia ettikleri gibi olmadığı kolayca anlaşılabilir. Şöyle ki, mealen:

- Ey iman edenler! Namaza dur(mak iste)diğiniz zaman yüzlerinizi yıkayın ve ellerinizi dirseklere kadar, ve başlarınızı mesh edin (ıslak elle silin), ve ayaklarınızı da topuklara kadar. Eğer cünüp iseniz temizlenin (yıkanın). Ve eğer hasta iseniz veya yolcu iseniz veya biriniz tuvaletten gelmişse, yada kadınlara dokunmuş ve su bulamamışsanız, temiz toprağa teyemmüm edin; Yüzlerinizi ve ellerinizi onunla mesh edin, Allah size güçlük çıkarmak istemiyor, fakat sizi temizlemek ve size olan nimetini tamamlamak istiyor ki, şükredesiniz. 5/6
 

- Ey iman edenler! Siz sarhoş iken -ne söylediğinizi bilinceye- cünüp iken de -yolcu olan müstesna- gusül edinceye kadar namaza yaklaşmayın. Eğer hasta veyâ bir yolculuk üzerinde bulunursanız, yahut sizden biriniz ayak yolundan gelirse, yahut kadınlara dokunup da (bu durumlarda) su bulamamışsanız o zaman temiz bir toprakla teyemmüm edin: Yüzlerinize ve ellerinize sürün. Şüphesiz Allah çok affedici ve bağışlayıcıdır. 4/43

Kur'an'a göre, Abdest ve Gusül ile ilgili durum bu şekildedir. Bundan da kolayca anlaşıldığı gibi, abdestle ilgili organlarımız dört tanedir, bunlarda iki gruba ayrılmaktadır. Birinci grup yüz ve dirseklere kadar eller, ikinci grup baş ve topuklara kadar ayaklar. Birinci grupta olan yüz ve ellerin yıkanması gerekir. Zira, Kur'an'da yüzlerinizi yıkayın, ellerinizi de dirseklere kadar denmesi bunu ifade eder. Örneğin: Ahmet'e selam söyle, Ali'ye de dediğimizde nasıl ki Ali'ye de selam ettiğimiz hemen anlaşılabiliyorsa. Yüzlerinizi yıkayın, ellerinizi de dirseklere kadar ifadesi, ellerinde dirseklere kadar yıkanacağı manasındadır. İkinci grupta olan baş ve ayaklarda mesh edilecektir. Zira aynı şekilde başınızı mesh edin, ayaklarınızı da topuklara kadar denmesi, ayaklarında aynen baş gibi mesh edileceği manasındadır.
Abdestin geçerli olması için Kur'an'a uygunluk şarttır. Sakın bu daha iyidir deyip, mesh edeceğin yerde ayaklarını yıkamaya kalkışma, bu durumda sözünü Allah'ın sözü önüne geçirmiş olursun. Her şeyin en iyisini ve en doğrusunu Allah bilir. Ve unutma ki dini ancak ve ancak Allah koyar ve Allah'ın koyduğu din Kur'an'da mevcuttur. Eğer ki ayaklarını yıkamaya bir ihtiyacın varsa veya yıkayıp serinlemek istiyorsan abdest almadan önce veya sonra istersen sabunla yıka ve bunu abdest alıyorum diye yapma, abdestin geçerli olması için muhakkak ayaklarını Kur'an'da emredildiği gibi mesh etmelisin ve mesh ettiğin de başın ve ayakların olmalı, sarık veya ayakkabı üzerine mesh etmek ayakları veya başı mesh etmek manasında değildir. Meğer ki kişinin suyun Mesih ile ıslaklığını değdirmeye zorunlu bir manisi olmuş olsun, örneğin: başın da veya ayaklarına da bir yaradan dolayı sargı bezi olabilir, bu durumda sargı bezinin üstünden silebilir, zira Allah hiçbir nefse yüklenemeyeceği yükü yüklemez. Nasıl ki suyu hastalıktan dolayı kullanamadığımız da teyemmüm etmemize müsaade edilmişse, mecburiyet karşısında ona göre kıyas yapılabilir. Bazı mesleklerde cildin üzeri mesleki bir maddeyle örtülebilir. Örneğin yağlı boyacılar gibi, bu durumda imkan ölçüsünde cilt yıkanır dolayısıyla boya deyen yerin üstü çıkarılamayan boya ile birlikte yıkanır veya mesh edilen organsa mesh edilir.
Cenabetli olma durumunda yıkanılmak suretiyle temizlenme emredilmiştir. Bu durumda istenen yıkanma ise kolayca bilinebilen, vücudun yıkanması olayıdır. Eğer bu konuda tereddüdü olan varsa, küçük bir çocuğa sorarak öğrenebilir. Zira biz onlara yıkanın dediğimizde ne dediğimizi gayet iyi anlıyorlar. Bunun için iftira yollu, hareket ederek rivayetlerde iddia ettikleri gibi yıkanmayı tatbiki olarak erkekler tarafından Aişe’ye yaptırma rivayetleri tahdis etmek gerekmiyor.

Teyemmüm ise, hem yıkanma ve hem de abdest yerine geçerli olup. Kur’an’da belirtildiği gibi, bazı zorluklarla karşılaştığımızda kolaylık olmak üzere Allah tarafından verilmiş bir ruhsat (müsaade)dir.

Bahsedilen zorluklar ve Gusül veya abdest gerektiren Şartlar şunlardır.

Teyemmüm şartları:

1- Hastalık durumu (su kullanmaya mani bir hastalık).
2- Yolculuk durumu (su kullanmaya mani bir yolculuk).

Abdest gerektiren şartlar:

1- Tuvaletten gelinmişse (ihtiyaç için gidilmesi halinde.)
2- Kadınlara dokunulmuşsa.

   Gusül gerektiren şart.
 1- Cünüp olunmuşsa.

Bu hususların meydana gelmesi halinde eğer su bulamamışsa ki, bu su bulunmama durumu kullanamamayı da içeren bir ruhsattır, yoksa su kullanmaya mani bir durum yoksa, durum gereği olarak yıkanma veya abdest alma gereklidir. Şartlar arasında hastalığın bulunması zorluk olması durumu ile ilgilidir, diğer hususlar da bundan dolayı imkansızlık durumu olarak anlaşılmalıdır. Örneğin hastalık nedeniyle su kullanamıyorsak veya bizi hasta edebilecek soğuk su veya haşlayabilecek kaynar su, su bulunduğu manasında değildir. Veya yıkanmaya mani teşkil etmeyen bir hastalık durumunda örneğin: Bazı hastalıklarda kaplıcalarda yıkanmak, tedavinin esasını teşkil eder. Veya yolcu olmasına rağmen yıkanma imkanı sağlayabileceği bir otelde ikamet eden kimse su bulamama durumunda olan kimse değildir.
Peki, su bulunmuşsa yani suyu hem elde etmiş, hem de kulana biliyorsak durum ne olacaktır? Bu durumda teyemmümle birleşmiş olan iki husus birbirinden ayrılmaktadır, yani cenabetli olan kimse yıkanacak, cenabetli olmayan kimse, gerekli olduğunda abdest alacaktır. Ancak, önceden teyemmüm almış olan kimsenin teyemmümü, şartların normale dönmesi halinde geçerliliğini yitirmez, yeniden yıkanmak veya abdest için yeniden yıkanmayı veya abdest almayı gerektirecek durumların olması lazımdır. Zira, Kur'an'da suyun bulunması veya hastalıkla yolculuğun bitmesi halinde teyemmümün iptal ve iadesi bize emredilmemiştir. Cenabetlik durumu inzal olsun veya olmasın cinsel birleşmeyle veya cinsel birleşme olmamasına rağmen ihtilam ile meydana gelen bir olaydır. Tuvaletten gelinmesi halinde abdest alınması hususu, tuvalet ihtiyacının giderilmesiyle ilgili bir olaydır. Sesli veya sessiz yellenmek abdesti bozmaz, zira bu hususlar tuvalet ihtiyacı kapsamında değildir, zira bunlar için tuvalete gitmek bir ihtiyaç değildir, Kadınlara dokunma olayına gelince, bu husus ehli sünnetin kendi aralarında da değişik anlaşılmaktadır, kendi aralarında ki bir çok ihtilaf konusundan biride budur. Bir kısmı bunu cinsel birleşme olarak kabul ederken, bir kısmı nikah düşen erkek veya kadın cildinin bir birine dokunması olarak anlamaktadır. Bundan dolayıdır ki, kadınlara dokunmayı cinsel birleşme olarak kabul edenler, el teması veya öpme durumunda abdestin bozulmadığını iddia ederler. Diğerleri ise, yani "dokunmayı" tokalaşma veya öpme şeklinde anlayanlar bu durumların olması halinde abdestin bozulacağını iddia ederler. Örneğin: Şafii mezhebine bağlı olan kimseler , elleri bir kadın eline değdiğinde abdest almayı gerekli görürler, fakat Hanefi mezhebi bağlıları ise bu gibi durumlar da abdest almaya gerek görmezler. Bu şekilde ihtilafa düşmelerinin nedeni ise, kadınlara dokunmayı sadece bir hususu anlatan bir ifade olarak anlamalarından dolayıdır. Hal bu ki bu kelime her iki hususu da kapsamaktadır. El ele dokunmak veya öpmek dokunma olduğu gibi, cinsel temasta dokunmadır. Hal böyle olunca durum kolayca anlaşıla bilir. Dokunma olayı cinsel birleşmeyi ihtiva ediyorsa bu duruma göre yıkanmak gereklidir. Cinsel birleşmeyi ihtiva etmiyorsa, sadece el ele değme veya öpme veya elbise üzerinden olsa dahi oynaşma ve vücudun hissedilmesi durumunda meni veya orgazm olayı meydana gelmemişse bu lemse yani dokunma olayı sadece abdest almayı gerektiren bir olaydır.

Dokunma "Lems" kelimesinin kapsadığı manalarla ilgili olarak Kur'an'dan örnek verecek olursam, şöyle ki, Mealen:

- (Ey Muhammed!) Sana, kağıda yazılı bir bir kitap indirmiş olsaydık ve onlar da o kitaba elleriyle dokunsalardı, yine de küfredenler, bunun apaçık sihir olduğunu söylerlerdi. 6/7

Mealini vermiş olduğum ayette dokunma "Lems" kelimesiyle ifade edilmiş olup, bur da kitaba elle dokunma durumunu ifade etmektedir. Dolayısıyla, masaya, kaleme, veya herhangi bir şeye elimiz değdiğinde bu "Lems" yani dokunma olduğu gibi, kadın ve erkeğin el ele bir birbirlerine dokunma veya elbise üzerinden dahi olsa birbirlerinin vücudunu hissederek cinsel ilgi gösterip dokunmaları durumu da "Lems" olayıdır. Ve kadınla erkek arasındaki dokunma olayı bu safhada kaldığında, yani meni veya orgazm olayı da olmamışsa sadece abdest gerekir.

- Ey iman edenler! mü'min kadınları nikâhlayıp da, henüz onlara dokunmadan boşarsanız, onların üzerinde sayacağınız bir iddet hakkınız yoktur. Hemen müt'alarını verin (Mehir kesilmişse, zengin kendi gücüne göre, eli dar olanda kendi gücüne göre vermeli) ve onları güzellikle serbest bırakın.  33/49

Mealini yazmış olduğum ayette, "Lems" kelimesi ile ifade edilen dokunma olayı cinsel birleşmeyi ifade etmektedir. Zira böyle olmasaydı, iddet bekleme durumundan bahsedilmeyecekti. Böylece iddet beklemek, erkekle kadının cinsel birleşme yapmaları halinde, kadının hamile kalmış olup, olmadığını anlamak içindir. Böyle bir olayın ise, bir erkeğin elini kadın eline değdirmesinden daha değişik bir durum olduğu açıktır.

Böylece anlaşılmış olur ki, "Lems" kelimesiyle ifade edilen "dokunma" hem cinsel birleşmeyi hem cilt dokunmasını ifade eder. Olayın meydana geliş kapsamına göre abdest alınır, yada yıkanılır.
 Demek ki abdest ve gusül Kur'an'da açıkça belirtilmiştir. Kişi cinsel birleşme yapmışsa, inzal olmasa dahi cünüp olmuştur. Veya rüyasını nedeniyle inzal olmuşsa veya cinsel birleşme yapmadan inzal olmuşsa bu hususlar cünüplük kapsamı içinde olup, Mü'min kişi yıkanmalıdır. Abdest için iki husus vardır, Mü'min kişi eğer tuvaletten gelmişse veya cinsel birleşme yapmadan kadınlara dokunmuşsa ve inzal olmamışsa sadece abdest alması gerekir. Abdestin nasıl alınması gerektiğinden ise daha önce bahsetmiştim. Diğer taraftan, abdest alırken çizme veya ayakkabı üzerine mesh edilebileceği, veya ayakların mesh edilmeyip yıkanması gerektiği, uyku ve (sesli veya sessiz) yellenme gibi durumların abdest bozduğu, veya ateşte pişmiş olan şeylerin yenmesi durumunda abdest almak gerektiği veya kişi zekerine dokunmuş olsa abdest alması gerektiği veya deve eti ve deve sütü konusunda yapmış oldukları iddia ve rivayetler, aslı olmayan ve Kur'an'a uymayan boş iddialardır. Zaten kendileri de bu gibi rivayetlerin tersini de rivayet ederek kendi iddiaların da çelişkiye düşmüşlerdir. Hiç kimse bunların bu öğretilerine uyarak ne abdest alabilir nede ne zaman cünüplükten yıkanması gerektiğini bilebilir. Zira zıtları iddia etmişlerdir. Ve bu zıtlar ancak insanları şaşkınlığa ve ne yapacaklarını bilmezliğe sürüklemeye sebep olmaktan başka bir işe yaramaz. Zaten istedikleri de budur. Bunların bu çelişkili iddiaları nerede. Kur'an'ın abdest ve gusül öğretisi nerede.


NAMAZ KONUSUNDA UYDURMUŞ OLDUKLARI RİVAYET ÖRNEKLERİ

 İddialarının en başta geleni, eğer ki rivayetler olmamış olsaydı, Müslümanların yalnızca Kur'an'ı esas alarak nasıl namaz kılacaklarını bilemeyecekleri iddiasıdır. Zira onlar, Kur'an'dan namaz kılmanın anlaşılamayacağını iddia ile, dolayısıyla da rivayetlerin bilinmesinin şart olduğunu söylemektedirler. Bu iddialarıyla, kendilerince, Kur’an’nın yetersiz olduğunu açıkça ifade etmiş olurlar. Zira rivayetler olmazsa biz şu hususu bu hususu Kur’an’dan bilemezdik demeleri Kur’an yetersizdir manasına gelmektedir. Bu iddia ise Kur’an ayetlerini red ile, Kur’an’ı inkar etmek demektir, başka bir ifadeyle küfrün ta kendisidir. Hal bu ki, tahdis etmiş oldukları rivayetleri incelediğimizde çelişkilerle dolu olduklarını, hatta bugün fiili olarak tatbik edilmekte olan namaz olayıyla uyuşmadığını görmüş oluruz. Onların bu rivayetlerini ciddiye alıp namaz kılmaya kalkışan bir kimse büyük bir şaşkınlık içinde ne yapacağını bilemez hale gelir. Zira bir rivayeti uygulayayım derken, o rivayete aykırı başka rivayetlerle engellenmiş duruma döşer.

REKAT SAYILARIYLA İLGİLİ RİVAYETLERİNDEN ÖRNEKLER:

 691- İbnu Abbâs (radıyallahu anhüm) anlatıyor: “Allah, namazı peygamberin diliyle hazarda dört, seferde iki, korku halinde bir rekat olarak farz kılmıştır.” (K.S.2332 C.8 S.229 Akçağ, alıntıları: Müslim, Salât 5,(687); Ebû Dâvud, Salât 287,(1247); Nesâi, Taksir 1,(3,118,119). ) .

692- Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Allah namazı (ilk defa) farz ettiği zaman iki rekat olarak farz etmişti. Sonra onu hazar için (dörde) tamamladı. Yolcu namazı ilk farz edildiği şekilde sabit tutuldu.” (K.S.2333 C.8 S.230 Akçağ, alıntıları: Buhari, Sâlat 1, Taksiru’s-salât 5, Menâkıbu’l-Ensâr 47; Müslim, Salâtu’l-Müsafirin 2, (685); Muvatta, Kasru’s-Salât 8, (1,146); Ebû Dâvud, Salât 270,(1198); Nesâi, Salât 3,(1,225). )

Görüldüğü gibi, hazerde yani yolculukta olmayıp ikamet yerinde bulunan kimse için namazın dört rekat farz olduğunu tahdis ettiler. Eğer ki iddia ettikleri gibi ise, o zaman akşam namazının farzını üç rekat ve sabah namazının farzını iki rekat olarak kılmalarını nasıl izah ediyorlar. Rivayetleri ve fiili uygulamaları bir birleriyle çelişmektedir.

693- Bize Müslim ibn İbrahim tahdis edip, şöyle dedi. Bize Şu’be Amr’dan; o da Câbir ibn Abdillah’tan tahdis etti (O, şöyle demiştir): Muâz ibn Cebel Peygamber’le berâber namâzı kılar, ondan sonra döner, kendi kavmine imâmlık ederdi.
Buhâri şöyle dedi: Ve bana Muhammed ibn Beşşâr tahdis edip şöyle dedi: Bize Gunder tahdis edip şöyle dedi: Bize Şu’be, Amr’dan tahdis etti. O şöyle demiştir: Ben Câbir ibn Abdillah’tan işittim, şöyle dedi: Muâz ibn Cebel Peygamber’in maiyetinde namâz kılar, ondan sonra döner de kendi kavmine imamlık ederdi. Bir defasında yatsıyı kıldırdı da el-Bakara Sûresi’nden başlayarak okumağa kalktı. Cemâatten biri ayrıldı. Muâz onun hakkında fenâ söyler gibi oldu. Bu i ş Peygamber’e ulaşınca üç defa: “Fettânsın, fettânsın, fettânsın” yâhud “Fâtin oldun, fâtin oldun” buyurdu, ve Mufassal bölümün ortasından iki sûre ile (kıldırmasını) emretti. Amr ibn Dinâr: Ben o iki sûrenin hangi sûreler olduğunu hâtırımda tutamadım, demiştir. ( Buhâri, Kitâbu’l-Ezân C.2 S.727 H.92 Ötüken.)

Görüldüğü gibi, farz namazın aynı günde birden fazla, imam olmak suretiyle kılınabileceğini tahdis ettiler. Böylece bir farz namaz dört rekatsa, sekiz rekat kılına bilir demekle her vaktin farzının dört rekat olduğu yolunda yapmış oldukları evvelki rivayetlerle çelişkiye düşmüş oldular. Durumu idare etmek için, bir tanesinin nafile sayılacağını iddia ettilerse de bu sefer kendi aralarında ihtilaf ve büyük görüş ayrılıkları meydana geldi. Şöyle ki: Bu meselede Hanefiler ve Malikiler ile diğerleri arasında büyük görüş ayrılıkları vardır. Onlar, farz kılan kimsenin nâfile kılana iktidası sahih (geçerli) değildir derler. Şâfiiler ile Hambeliler ise buna tecviz yani sahih (geçerli) görürüler. Delillerinden biri bu konuda Muâz ibni Cebel hakkında tahdis ettikleri rivayettir.

Yukarda ki rivayette imam olan namazı mükerrer kılabilir diye rivayet ettiler. Başka bir rivayetlerinde, bu rivayetlerine çelişkili olarak, aynı günde cemaat fertlerinin de bir vaktin namazını mükerrer kılabileceğine dair rivayetleri vardı. Şöyle ki:

694-. ... Ubâde b. Es-Sâmit (r.a.)den, demiştir ki;
- Resûlullah (s.a.) şöyle buyurdu:
“Benden sonra size, meşgûliyetleri kendilerini (Efdal) vakti geçinceye kadar namazlarını vakitlerin(de edâ)dan alıkoyan emirler âmir olacak. İşte o zaman siz, namazları vaktinde kılınız!”
Bir adam:
- Ya Resûlullah, onlarla da kılayım mı? dedi.
Nebi (s.a.);
“İstersen evet” buyurdu.
Süfyân (rivayetinde) dedi ki (adam);
- Namaza onlarla birlikte yetişirsem, onlarla beraber kılayım mı? Dedi. Resûlullah da;
"İstersen, evet" buyurdu. (Ebû Dâvûd, K.Salât (2), Bâb 10 C.2 S.179 H.433 Şamil. )

695-. ... Yezid b. El-Esved'den; rivayet edilmiştir ki; o gençken Resûlullah (s.a.)'le beraber namaz kıldı. Resûlullah (s.a) namazını  bitirince bir de ne görsün, iki kişi mescidin bir köşesinde namaz kılmayıp oturuyorlar. Bunun üzerine onları çağırt(t)dı, onlar titreyerek. Resûlullah’a getirildiler. Hz. Peygamber (s.a.): “Sizi bizimle namaz kalmaktan men eden şey nedir?” buyurdu. Adamlar, “Biz evimizde kıldık dediler. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.) “Böyle yapmayınız. Sizden biri evinde namazı kılıp sonra da imamı namaz kılmamış bir halde bulursa onunla birlikte namaz kılsın. Çünkü o (imamla beraber kılacağı namaz) kendisi için kefaret olur” buyurdu. (Ebû Dâvûd, K. Sâlat (2), Bâb 56 C.2 S.411 H.575 Şamil, ayrıca: Tirmizi, sâlat 49; Nesâi, imâme 54. )

696- Bişr İbnu Mahcen babasından anlattığına göre, babası (Mahcen) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın meclisinde idi. O sırada namaz için ezan okundu. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) kalktı, namaz kıldı ve döndü. Mahcen hâla yerindeydi.
“Herkesle beraber namaz kılmana mâni olan şey nedir, sen Müslüman değil misin? Diye sordu. Mahcen:
“Elbette müslümanım, ancak ben âilemle namazımı kılmıştım!” dedi. Efendimiz:
“Mescide geldiğin zaman namaza kalkılırsa kılmış bile olsan cemaatle birlikte sen de kıl!” (K.S. 2840 C.9 S.168 Akçağ, alıntıları: Muvatta, Salâtu’l-Cemâ’a 8,(1,132); Nesâi, İmâmet 53, (2,112). )

Böylece, ısrarla bir vaktin farz namazının mükerrer kılınabileceğini rivayet ettiler. Buna rağmen bu rivayetleriyle çelişkili olarak şu rivayetleri tahdis ettiler:

697-. ... Meymûne’nin mevlâsı Süleyman b. Yesâr’dan; demiştir ki;
- Belât’a İbn Ömer’in yanına geldim. Onlar (Belatlılar) namaz kılıyorlardı. İbn Ömer’e:
- Onlarla birlikte namaz kılmıyor musun?” dedim.
- Ben namazımı kıldım. Resûlullah (s.a.)’ı;
“ Bir namazı bir günde iki defa kılmayınız” buyururken işittim, dedi. (Ebû Dâvûd, K.Salât (2), Bâb 57 C.2 S.145 H.579 Şamil. )

698- Süleyman Mevlâ Meymûne’nin İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)’den naklettiğine göre, İbnu Ömer şunu anlatmıştır:

 

 

SONRAKİ 20.  BÖLÜM İÇİN ANA SAYFAYA GİT = >   ANA SAYFA