KÜTÜB-İ
SİTTE'NİN
ELEŞTİRİSİ
VE
KUR'AN'A ARZI
Fereç Hüdür
KUR'AN ARAŞTIRMALARI
BÖLÜM 16
imiş o şahıs isabet edecekmiş. Bur da kuma çizgi çizip fal açıyor diye iddia ettikleri peygamber ise peygamberimiz Muhammed’dir, zira bulunduğu çağda onunla birlikte yaşayan başka peygamber yoktur. Bu ise peygambere büyük bir iftiradır. Ayrıca bu durum ise, İslam dininde yasak olan bir hususa tenkit yöneltip, aynı hususu başka bir yoldan yutturma çabasıdır. Böyle bir yutturmanın şeytani bir tuzak olduğu açıktır. Kahinlik veya falcılık gaybı görme veya bilme iddiasıdır. Bu ise Kur’an’a uymayan bir husustur. Bu konuda Kur’an’dan örnek verecek olursam, mealen:
- De ki: “Size va’dedilen şey yakın mıdır, yoksa Rab’im onun için uzun bir süre mi koyacaktır bilmiyorum.” 72/25
- O, gaybı bilendir. Kendi görünmez bilgisini kimseye göstermez. 72/26
- Ancak (görmelerine) razı olduğu resûllere gösterir. Çünkü O, (gaybı görmelerine razı olduğu resûllerin) önüne ve arkasına gözetleyiciler koyar. 72/27
- (Böyle yapar) ki onların, Rab’lerinin kendilerine verdiği emirleri duyurduklarını bilsin. Ve (Allah), onların yanında bulunan her şeyi (bilgisiyle) kuşatmıştır, her şeyi bir bir saymıştır. 72/28
Bu ayet meallerinden anlaşılacağı gibi, Allah gaybına kimseyi muttali kılmaz, ancak görmelerine razı olduğu resûllere gösterir. Ve bu gösterme olayı da gaybın tamamıyla ilgili değildir. Örneğin: Gayb bilgilerinden olan kıyametin saatini resûllerde bilemezler. Kur’an’dan mealen:
- İnsanlar sana (kıyametin) zamanını soruyorlar. De ki: Onun bilgisi Allah’ın yanındadır. Ne bilirsin, belki de zamanı yakındır. 33/63
Gaybı görmenin manası kumda çizgiler çizmek olmadığı gibi, gaybı bildiğini iddia eden bir şahıs aynı zamanda resûllükte iddia etmiş olmaktadır. Bir insanın herhangi bir surette, kahinlik v.s. gibi hususlar dahil olmak üzere gaybı gördüğünü iddia etmesi, Resûllük iddia etmesi ile eş anlamlıdır.
Bu itibarla peygamberin şahıslara gidin kum falı açarak gayb ten haber verin demesi imkansızdır. Böyle bir durum her kum falı açanı resûl kabul etmesi manasına gelir ki bu saçma ve İslam dininde yeri olmayan bir iddiadır.
Rivayetin uydurma olduğu şu şekilde de anlaşıla bilir. Güya cemaatle namaz kılınırken hapşıran kişiye, Yerhamükallah diyen şahsa cemaat bed bed bakmış ve onu susturmak için de ellerini dizlerine vurmaya başlamışlar. Bu durumun ola bilmesi için namaz kılan cemaatin namazdayken bir birlerinin yüzünü görmeleri gerekir. Cemaatle namaz kılan şahıslar ise namazdayken bir birlerinin yüzünü veya bakışlarını göremezler, bu iddiaları ve erkeklerin ellerini dizlerine vurarak el çırptıkları iddiası şu rivayetleriyle de çelişkilidir:
536- Ebû Hüreyre (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Tesbih erkeklere, el çırpma kadınlara mahsustur.” (K.S. 2721 C.9 S.21 Akçağ, alıntıları: Buhari, Amel fi’s-Salât 5; Müslim, Salât 106,(422); Ebû Dâvud, Salât 173,(939); Nesâi, Sehv 16,(3,11-12). )
537- İbnu Ömer radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm namazda (ihtiyaç halinde), kadınların ellerini çırpmasına, erkeklerin de “sübhanallah!” demesine ruhsat tanıdı.” (K.S. 6298 C.17 S.45 Akçağ, alıntısı: İbn-i Mace 1036. )
538- Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın zevce’i pâklerinden Ümmü Seleme Bintü Ebi Ümeyye radıyallahu anhâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm zamanında insanlar namaza durdukları vakit hiç kimsenin nazarı (bakışı) ayaklarını bastığı yerden ileri geçmezdi. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm vefat edince insanlar namaza durunca hiçbirisinin nazarı (bakışı) alnını koyduğu yerden ileri geçmezdi. Sonra Hz. Ebû Bekr vefat etti, Hz. Ömer devri geldi. Bu devirde insanların nazarı kıbleden dışarı çıkmazdı. Hz. Osman halife olunca fitne başladı, insanlar sağa sola bakmaya başladı.” (K.S. 6506 C.17 S.156 Akçağ, alıntısı: İbn-i Mace 1034. )
Bu rivayete göre, peygamber zamanında namaz kılan bir kimse, başka bir kimsenin görmüyor ve evvelki rivayetlerde de erkeklerin namazda el çırpmadıklarını söylemeleri tahdis etmiş oldukları rivayetle çelişkilidir.
Amaçlarının falcılığı teşvik etmek olduğunu şu rivayetlerinden anlamak mümkündür:
539-......... Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Peygamber (S):
-”(İslâm’da) tıyere (yaramaz, uğursuz fal) yoktur. Tıyere nin hayırlısı faldır” buyurdu.
Bir Sahâbi:
- Fal nedir yâ Rasûlullah? dedi.
Rasûlullah:
- “Herhangi birinizin işiteceği sâlih kelimedir (yâni iyi bir sözdür)” buyurdu. (Buhâri Kitâbu’t-Tıbb H.70 S.5777 C.12 44 Fal Bâbı Ötüken.)
540-........... Bize Hişâm ed-Destevâi, Katâde’den; o da Enes(R)’ten tahdis etti ki, Peygamber (S): “İslâm’da advâ ve tüyere inancı yoktur. İyi ve güzel kelime olan fal, benim hoşuma gider” buyurmuştur. (Buhâri Kitâbu’t-Tıbb H.71 S.5778 C.12 44 Fal Bâbı Ötüken.)
Peygamberin faldan hoşlandığını söylemeleri asıl niyetlerini ortaya koymaya yeterli bir husustur.
CENAZELER VE KABİRLER KONUSUNDA UYDURMUŞ OLDUKLARI RİVAYETLERİNDEN ÖRNEKLER
541-... Ebû Said el-Hudri’den (rivayet edildiğine göre kendisine ölüm yaklaşınca yani elbiseler isteyip onları giymiş, sonra (şöyle) demiştir: “Ben Rasûlullah (s.a.)’i, (kişi) ölürken üzerinde bulunan elbiseler içerisinde diriltilir- derken işittim.” (Ebû Dâvud, K. El-Cenâiz (20), Bab 13-14 C.11 H.3114 S.484 Şamil. )
Bu rivayette kişinin ölürken üzerinde bulunan elbiselerle diriltileceğini rivayet ettiler. Böylece Firavun ve Karun gibi dünyada maddi varlık sahibi olmuş kimseler süslü elbiselerle, bir çok maddi yönden dünya da fakir yaşamış Müslümanlarda eski elbiselerle dirilecek demektir. Bu da, bu rivayeti uyduranların dünyadaki maddi varlıklarını ahrete taşıma hasretlerinin bir belirtisidir. Dünyada mal, mülk bir imtihan vasıtasıdır ve dünya malı dünyada kalır. Allah ahrette cennet ehlini süsler. Firavun, Karun ve Heman gibilerini değil.
542-.......... İbn Abbâs (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) bir hutbe yaptı da:
- “Ey insanlar! Şüphesiz sizler (kıyâmet gününde) Allah’ın huzûruna yalınayaklılar, çıplaklar ve erlik yerleriniz sünnetsiz olarak toplanacaksınız” buyurdu.
Bundan sonra şu âyeti okudu: “(O günü biz göğü, kitâpların sahifelerini dürüp büker gibi düreceğiz.) İlk yaratışa nasıl başladıksa, üzerimize hakk bir va’d olarak, yine onu iâde edeceğiz. Biz, (va’dettiğimimizi) yaparız. (21/104)
Ve şöyle devam etti:
- “Kıyamet günü yarattıklarından ilk elbise giydirilecek olan kişi İbrâhim’dir. ....... (Buhâri Kitâbu’t-Tefsir H.147 S.4348 C.9 Ötüken.)
Bu rivayette, mahşerde çıplak v.s. olarak toplanacağımızı rivayet etmeleri, evvel ki rivayetle çelişkilidir.
543- Muğire radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Binekli, cenazenin ardından yürür, yaya ise dilediği yerden....... (K.S. 5452 C.15 S.270 Akçağ, alıntıları: Tirmizi, Cenâiz 42,(1031); Nesâi, Cenâiz 55,56, (4,55,56); Ebû Dâvud, Cenâiz 49,(4180). )
544- Hz. Sevbân radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bir cenazeye katılmıştı. Bir kısım binekliler gördü.
“(binerek cenazeye teşyi etmekten) utanmıyor musunuz? Allah’ın melekleri yaya olsunlar da siz hayvanların sırtında olun (olacak şey değil)!” buyurdular.” (K.S. 5453 C.15 S.271 Akçağ, alıntıları: Tirmizi, Cenâiz 28,(1012); Ebû Dâvud, Cenâiz 48,(3177). )
Bu rivayette binekli olarak cenaze teşyi edilemeyeceğini rivayet etmeleri, evvelki rivayette bineklinin cenaze teşyiine katılabileceği yolundaki rivayetleriyle çelişkilidir.
545- Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Birinizin bir kor üzerine oturup oradan da bedenini yakması, kendisi için bir kabrin üzerine oturmaktan daha hayırlıdır.” (K.S. 5483 C.15 S.296 Akçağ, alıntıları: Müslim, Cenâiz 96,(971); Ebû Dâvud, Cenâiz 77,(3228); Nesâi, Cenâiz 105,(4,95). )
Bu rivayette kabirler üzerine oturulamayacağını tahdis ettiler.
546- Hz. Ali radıyallahu anh’tan anlatıldığına göre kabirlere dayanır, üzerlerine yatardı. (K.S. 5484 C.15 S.297 Akçağ, alıntısı: Muvatta, Cenâiz 34,(1,233). )
Bu rivayette ise, değil mezarların üzerine oturmak, üzerlerine yatılabileceğini tahdis etmeleri evvelki rivayetleriyle çelişkilidir.
547- Hz. Osman İbnu Affân radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Osman İbnu Maz’ûn üzerine cenaze namazı kıldırdı. Namazda dört kere tekbir getirdi.” (K.S. 6445C.17 S.122 Akçağ, alıntısı: İbn-i Mace 1502. )
547/A- El-Heceri rahimehullah anlatıyor: “Resûlullah’ın sahabesi olan Abdullah İbnu Ebi Evfa ile birlikte, onun bir kızının cenaze namazını kıldım. Abdullah dört kere tekbir getirdi. Dördüncüden sonra (selam vermeyip) biraz durdu. Ben safların muhtelif yerlerinden cemaatin onu uyarmak üzere “sübhanallah” dediklerini işittim. Sonra selam verdi ve dedi ki: “Siz benim beş kere tekbir getireceğimi mi zannediyorsunuz?” Cemaat: “Evet bundan korktuk” dediler. Bunun üzerine: “Hayır bunu yapmayacağım. Ancak Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm dört kere tekbir getirir, sonra bir müddet durup Allah’ın söylemesini dilediği bir şeyler söyler, sonra da selam verirdi.” dedi.” (K.S. 6446 C.17 S.122 Akçağ, alıntısı İbn-i Mace 1503. )
Bu iki rivayette, cenaze namazında dört kereden fazla tekbir getirilemeyeceğini rivayet ettiler.
548- Kesir İbnu Abdillah’ın dedesi, “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın (cenaze namazında) 5 kere tekbir getirdiğini söylemiştir.” (K.S. 6447 C.17 S.123 Akçağ, alıntısı: İbn-i Mace 1506.)
Bu rivayette ise cenaze namazında beş kere tekbir getirilebileceğini söylemeleri evvelki rivayetle çelişkilidir.
549-.......... Katâde şöyle demiştir: Bize Enes ibn Mâlik (R), Ebû Talha’dan şöyle zikretti: Peygamber (S) Bedir günü harb sonunda Kureyş şeriflerinden yirmi dört kişinin cesetlerinin bir araya toplanmasını emretti de, bunlar Bedir kuyularından pis ve pis şeyleri içine alan bir kuyuya atıldılar. Peygamber düşman bir kavme gâlip olunca onun açık bir sâhasında üç gece kalmak âdetinde idi. Bedir harbinin üçüncü günü olunca da Peygamber, devesinin getirilmesini emretti. Yol ağırlığı deveye yüklenip bağlandı. Sonra Peygamber yürüdü, sahabeleri de kendisinin ardı sıra yürüdüler. Sahabeler birbirlerine:
-Herhalde Peygamber bâzı ihtiyâcı için gitmektedir sanıyoruz dediler.
Nihâyet peygamber, öldürülen Kureyş ileri gelenlerinin atıldıkları kuyunun bir tarafında durdu da onları kendi adlarıyla ve babalarının adlarıyla şöyle çağırmaya başladı:
- “Yâ Fulân oğlu Fulân, yâ Fulân oğlu Fulân! Siz Allah’a ve Resûlü’ne itâat etmiş olsaydınız, itâatiniz sizleri sevindirir miydi? (Ey öldürülenler!) Biz Rabb’imizin bize va’dettiğini nusret ve zaferi muhakkak sûrette gerçek bulduk. Siz de (bâtıl) rabbinizin va’dettiği nusret ve zaferi gerçek buldunuz mu?” buyurdu.
Râvi Ebû Talha dedi ki: Umer:
- Yâ Rasûlullah! Kendilerinde ruhları bulunmayan şu cesetlere ne söylüyorsun? dedi.
Bunun üzerine Rasûlullah (S):
- “Muhammed’in nefsi elinde olan Allah’a yemin ederim ki, benim söylemekte olduğum sözleri sizler onlardan iyi işitir değilsiniz” buyurdu.
Katâde: Allah onları ayıplamak, küçültmek, azâb etmek ve kaçırdıkları fırsatlara yanmaları, yaptıkları zulümlere pişmânlık duymaları için, Bedir kuyusundaki cesetlere Peygamber’in hitâbesini işittirecek derecede hayât vermiştir, demiştir. (Buhâri, Kitâbu2l- Mağazi H. 27 C.8 Bâb 7 S.3727-3718. Ötüken )
550- Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Kul kabrine konulup, yakınları da ondan ayrılınca-ki o, geri dönenlerin ayak seslerini işitir- .................. (K.S. 5500 C.15 S.309-310 Akçağ, alıntıları: Buhari, Cenâiz 68, 87; Müslim, cennet 70,(2870); Ebû Dâvud, Cenâiz 78,(3231); Nesâi, Cenâiz 110,(4,97,98); Tirmizi, Cenâiz 70,(1071 -Ebu Hüreyre’den-. )
Bu rivayetlerde ölülerin duyduğunu iddia etmişlerdir. Ayrıca rivayetler kendi aralarında, Katade’nin tevilinden dolayı çelişkilidirler. Katade bu hususun Bedirde katledilen müşrik önderlerinin pişmanlık duymaları için, Allah’ın takdir ettiği özel bir durum olduğunu söylemiştir diye iddia etmelerine rağmen. Sonuncu rivayette duyma işinin tüm ölüler için genel bir durum olduğunu söylemeleri açık bir çelişkidir. Ayrıca her iki rivayet Kur’an ile çelişkilidir. Bu hususta Kur’an’dan mealen:
- Allah öldükleri sırada canları alır, ölmeyenleri de uykularında; sonra ölümüne hükmettiğini tutar, ötekilerini de belli bir süreye kadar (bedenlerine) gönderir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için ibretler vardır. 39/42
- O’dur ki, geceleyin sizi öldürür, gündüzün ne işlediğinizi bilir; sonra belirlenmiş süre geçirilip tamamlansın diye gündüzün sizi diriltir. Sonra dönüşünüz O’nadır; (O, dünyada ) yaptıklarınızı size haber verecektir. 6/60
Görüldüğü gibi, ölümle uyku aynı şeydir. Uyuyan her kişi uykuyu bilir. Uyanmadığı müddetçe dünyadan hiçbir ses duymaz, duyuyorsa uyanmış demektir. Bu ölü için diriliş demektir, dolayısıyla ölülerde uykudaki insan gibi dünyadan hiçbir ses duymazlar.
Ayrıca, Kur’an’dan başka örnek verecek olursak, mealen:
- Sen ölülere duyuramazsın, arkalarını dönmüş kaçarken sağırlara da çağrıyı işittiremezsin. 27/80
Bu itibarla tahdis etmiş oldukları rivayetler Kur’an’la çelişkili olup aslı yoktur.
551- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor:”Ashab’a Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’dan sevgili kimse yoktu. Buna rağmen Aleyhissalâtu vesselâm’ı gördükleri zaman ayağa kalkmazlardı. Çünkü O’nun bundan hoşlanmadığını biliyorlardı.” (K.S. 3318 C.10 S.115 Akçağ, alıntısı: Tirmizi, Edeb 13,(2755). )
552- Ebû Ümame (radıyallahu anh) anlatıyor: Bir gün Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) yanımıza geldi, elinde de bir âsa (değnek) vardı. Biz ayağa kalktık.
“Yabancıların birbirlerini büyüklemek için ayağa kalkmaları gibi ayağa kalkmayın!” buyurdu.” (K.S. 3319 C.10 S.116 Akçağ, alıntısı: Ebû Dâvud, Edeb 165,(5230). )
553- Ebu Miczel rahimehullah anlatıyor: “Hz. Muâviye radıyallahu anh, İbnu’z-Zübeyr ve İbnu Âmir (radıyallahu anhüm)’in yanlarına geldi. İbnu’z-Zübeyr oturdu (kalkmadı). Hz. Muâviye Radıyallahu anh, İbnu Âmir’e:
“Otur, zira Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın: “İnsanların kendisi kendisi için ayağa kalkmalarından hoşlanan kimse ateşteki yerini hazırlasın” buyurduğunu işittim” dedi.” (K.S. 3320 C.10 S.116 Akçağ, alıntısı: Ebû Dâvud, Edeb 165,(5229); Tirmizi, Edeb 13,(2756). )
Vermiş oldukları üç rivayette, bir kimsenin bir başka şahıs için ayağa kalkmasının peygamber tarafından yasaklanmış olduğunu, böyle bir hareketin iyi bir hareket olmadığını, hatta peygamber için dahi ayağa kalkılmaması gerektiği ve peygamberin kendisi için yapılacak böyle bir hareketten hoşlanmayacağını tahdis ettiler. Buna rağmen şu rivayetleri de tahdis ettiler:
554-.............. Bize Yahyâ ibn Ebi Kesir, Ebû Seleme ibn Abdirrahmân’dan; o da Ebû Said el-Hudri(R)’den tahdis etti. Peygamber (S): “Bir cenâze gördüğünüz zamân hemen ayağa kalkınız. Cenâzenin ardından giden kimse ise, cenâze konuluncaya kadar oturmasın” buyurmuştur. (Buhâri, Kitâbu’l-Cenâiz H.69 C.3 S.1236 Bâb 48 Ötüken. )
555-............. Câbir ibn Abdillah şöyle demiştir: bir kerre yanımızdan bir cenâze geçmişti. Peygamber (S) hemen o cenâze için ayağa kalktı. Biz de ona uyarak ayağa kalktık ve:
- Yâ Rasûlullah! Bu bir Yahûdi cenâzesidir, dedik.
- “Bir cenâze gördüğünüz zaman hemen ayağa kalkınız” buyurdu. (Buhâri, Kitâbu’l-Cenâiz H.70 C.3 S.1237 Bâb 49 Ötüken. )
556-.............. Bize Amr İbnu Murre tahdis edip şöyle dedi: Ben Abdurrahmân İbn Ebi Leylâ’dan işittim. Şöyle dedi: Sehl ibn Huneyf ile Kays ibn Sa’d, Kaadisiyye mevkiinde oturuyorlardı. Ora halkı bunların yanından bir cenâze geçirdiler. Sehl ile Kays hemen ayağa kalktılar. Kendilerine: Bu cenâze, bu ârazilerin halkından, yâni zimmet ehlindendir, denildi. Bunun üzerine Sehl ile Kays:
- Peygamberin (S)’in yanından bir Yahûdi cenâzesi geçmişti de Peygamber hemen ayağa kalkmıştı. Bunun üzerine Peygamber’e de : Bu bir Yahûdi cenâzesidir, denilmişti de Peygamber (S): “Bu da (yaşayıp ölen) bir insan değil mi?” diye cevap vermişti, demişlerdir. ... (Buhâri, Kitâbu’l-Cenâiz H.71 C.3 S.1238-1239 Bâb 49 Ötüken. )
Peygamberin önünde dahi ayağa kalkılmaz diye tahdiste bulunup, buna rağmen ölen kafirler de insandır onların cenazesi önünde ayağa kalkılması gerekir iddiasında bulunmaları ve bu yönde rivayet tahdis etmeleri açık bir çelişkidir. Bundan öte bu rivayeti uyduranların kimden yana sevgi beslediklerinin açık belirtisidir.
557- Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm kabrin kireçlenmesini, üzerine bina yapılmasını, üzerine oturulmasını, üzerine yazı yazılmasını ve ayakla basılmasını yasakladı.” (K.S. 5470 C.15 S.285 Akçağ, alıntıları: Müslim, Cenâiz 94, (970); Ebû Dâvud, Cenâiz 76,(3225,3226); Tirmizi, Cenâiz 58,(1052); Nesâi, Cenâiz 96,(4,86,88). )
558- Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Allah kabirleri çok ziyaret eden kadınlara ve kabirlerin üzerine mescitler yapanlara, kandiller takanlara da lanet etsin.” (K.S. 5477 C.15 S.291 Akçağ, alıntısı: Tirmizi, Cenâiz 61. )
559- Hassân İbnu Sâbit radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm kabirleri ziyaret eden kadınlara lânet etti.” (K.S. 6476 C.17 S.139 Akçağ, alıntısı: İbn-i Mace 1574. )
560- Ebû Mâlik el-Eş’ari radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Yas tutmak cahiliye işlerinden biridir. Yas tutan kadın, tevbe etmeden ölürse, Allah Teâla hazretleri, ona katrandan bir elbise, cehennem alevinden de bir gömlek biçer.” (K.S. 6481 C.17 S.141 Akçağ, alıntısı: İbn-i Mace, 1581 )
Kadınları İslamiyetken soğutmak gayretiyle çok miktarda yalan rivayetler uydurmuşlardır. Bunlardan bazısı da, çocuğu veya yakını ölen kadına, mezarlığa giderse veya üzülürse lanete uğrayacağı ve cehennemlik olacağı yolunda uydurmuş oldukları rivayetlerdir. Bu ise duygusal ve hassas olan kadınlar hakkında ileri sürülen ve aslı olmayan çok ağır bir yaptırımdır. Bazı durumlar var ki, değil kadınlar, erkekler dahi üzülürler ve bu gayet doğal bir durumdur.
Bu hususta, Kur’an’dan mealen:
- Ve yüzünü onlardan öteye çevirdi de: “Ey Yûsuf üzerindeki tasam (gel, gel, tam senin gelme zamanındır)!” dedi ve tasadan gözleri ağardı. (Acısını) yutkunuyordu. 12/84
Bu ayet meali, oğlu Yusuf Peygamberin kaybolması üzerine, üzüntüsünden gözlerine perde inen Yusuf Peygamberin babası hakkındadır. İslam dininde bazı durumlarda üzülmek yasak değildir, üzüntülü durumdan dolayı Allah’a isyan etmek yasaktır.
Kabirler üzerinde bina veya Mescid v.s. Yapılmaz diye iddiada bulunmalarına gelince, bu konuda örnek verecek olursak, Kur’an’dan mealen:
- (Nasıl onları uyutup sonra uyandırdıksa yine) böylece onları (bâzı insanlara) buldurduk ki, Allah’ın (öldükten sonra diriltme) va’dinin gerçek olduğunu ve kıyametin mutlaka geleceğini; onda asla şüphe olmadığını bilsinler. (Bunlar), o sırada kendi aralarında onların durumlarını tartışıyorlardı: “Onların üstüne bir bina yapın! dediler. Rab’leri onları daha iyi bilir. Onların işine galip gelenler (onların durumlarını iyi bilenler veya onların işini başarıya ulaştırıp tevhidi yerleştirenler) “Mutlaka onların üstüne bir mescid yapacağız,” dediler (ve bir mescid yaptılar). 18/21
Mealini yazmış olduğum bu ayet Ashabı Kehf hakkındadır. Onların durumunu tartışan bir grup onların üzerine bir bina yapılmasını istiyorlardı. Neticede mescid yapılmasını isteyenlerin galip gelmiştir. Eğer bina veya mescid yapılması hususu yasak veya mahzurlu olsaydı, Allah bunu belirtecekti, fakat bu hususta Kur’an’da herhangi bir yasaklama olmadığı gibi, Ayette tasvip olayı vardır. Diğer bir hususta, Peygamber aleyhissalâtu vesselâmın, Mezarının Medine’de Mescid de yapılmış olmasıdır. Mahzuru olması halinde ilk sahabelerin bu olayı yapmalarının mümkün görülmemesidir.
Bu itibarla uydurdukları rivayetlerin aslı yoktur.
561- ... Cahiliye devrinde ismi zalim b. Ma’bed iken Rasûlullah (s.a.) (in bulunduğu Medine’ )ye hicret edince ( Rasûlullah’ın kendisine “İsmin nedir?” diye sorması üzerine “Zalim” cevabını veren (Bunun üzerine Resûl-ü Ekremden) “Hayır sen Beşir’sin” cevabını alan Rasûlullah (s.a.)’ın azatlı kölelerinden (rivâyet olunmuştur). Dedi ki:
Ben Rasûlullah (s.a) ile birlikte yürürken (bir ara Resûl-ü Ekrem) müşriklerin kabirleri üzerine uğradı da üç defa “Bunlar daha önce çok hayır(lar)la karşılaştılar (da ondan yüz çevirdiler)” buyurdu. Sonra Müslümanların kabirlerine uğradı ve “Bunlar da çok hayırlara eriştiler” buyurdu. Sonra Rasûlullah (s.a.)’dan (bir) bakış (onlara doğru) bir süre devam etti. Bir de baktık ki ayağında ayakkabıları ile kabirler arasında gezinen bir adam karşımıza çıkıverdi. Bunun üzerine (Rasûlullah ona) “Ey, sibt (denilen tabaklanmış sığır köselesin)den yapılmış ayakkabı giyen kimse, yazık sana (çabuk) ayakkabılarını (ayağından çıkarıp) at.” buyurdu. Adam Rasûlullah (s.a.) tanıyınca (hemen) onları çıkarıp attı. (Ebû Dâvûd, K. El-Cenkiz (20) Bab 72-74 H.3230 C.12 S.134 Şamil, diğer rivayet edenler: Nesâi, cenâiz 107; İbn Mâce, cenâiz 46. )
Bu rivayete göre kabirler arasında ayakkabıyla gezinilemeyeceğini rivayet ettiler. Buna rağmen şu rivayeti tahdis ettiler:
562-... Enes İbn Malik’den (rivayet edildiğine göre) Peygamber (s.a.) (şöyle) buyurmuştur:
“- Gerçekten kul kabre konulup da kendisinden uzaklaşıp gittikleri sırada onların ayakkabılarının seslerini işitir. (Ebû Dâvûd, K. El-Cenâiz 820) Bab 72-74 S.136 H.3231 Şamil, diğer rivayet edenler: Buhâri, cenâiz 68,87; Müslim, cenâiz 70; Ebû Dâvud, sünne 24; Nesâi, cenâiz 108. )
Madem ki, mezarlıkta ayakkabı giyilmiyorsa, “mezar ehli“, olmayan ayakkabıların sesini nasıl işittiler veya mahzurlu olmasına rağmen giyiliyorsa, mahzurlu olan şeyi tasvip manasında rivayetle örnek göstermek çelişkidir. Bu itibarla bu iki rivayet birbirleriyle çelişkili olup aslı yoktur.
563- Ebu Musa el-Eş’ari radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Ölüye, dirinin ağlaması sebebiyle azap edilir. Diriler “Ey koruyucu! Ey giydirici! Ey yardımcı! Ey sığınak!” gibi (hitaplarla ölüye seslendikçe) ölü kıskıvrak tutulup çekilir ve: “Sen böyle misin? Sen böyle misin? denilir.”
Râvi Esid der ki: “(Ben, bunu işitince) “Sübhanallah! Allah Teâla hazretleri “Birinin günahını bir başkasına yüklemez” buyurmadı mı!” dedim. Musa İbnu Ebi Musa: “Yazık sana! Ben sana, Ebu Musa radıyallahu anh’ın aleyhissalâtu vesselâm’dan anlattığını aktarıyorum. Yoksa sen Ebu Musa’nın Rasûlullah’a iftira ettiğini mi sanıyorsun? Veya benim Ebû Musa hakkında yalan söylediğimi mi zannediyorsun?” dedi.” (K.S. 6488 C.17 S.145 Akçağ, alıntısı: İbn-i Mace 1594 )
Uydurmuş oldukları bu rivayette, Kur’an’ın, rivayetlerinin doğruluğuna veya yanlışlığına ölçü olamayacağını vurgulamayı amaçlamışlardır.
Bir tarafta Kur’an ayeti, bir tarafta da sen bana yalancımı demek istiyorsun sözü. İşte din açısından, yolların ayrıldığı nokta, hadis konusunda burasıdır. Hiçbir şekilde rivayetlerinin Kur’an ölçüsüne vurulmasına tahammül edemezler. Zira böyle bir durumda bütün yalanları ortaya çıkmış olacaktır. Peygamber Kur’an’a aykırı sözler söylemiştir demeleri ise, Peygambere bir iftira ve büyük bir zülümdür:
Hiç kimsenin başkasının günahından sorumlu olamayacağı konusunda, Kur’an’dan örnek verecek olursam, mealen:
- De ki: “Allah, her şeyin Rabb’i iken ben O’ndan başka Rab mi arayayım? Herkesin kazandığı yalnız kendisine aittir. Kendi (günah) yükünü taşıyan hiç kimse, bir başkasının (günah) yükünü taşımaz. Sonra dünüşünüz Rabb’inizedir; (O) ayrılığa düştüğünüz gerçeği size haber verecektir.” 6/164
- Yoksa kendisine haber mi verilmedi: Mûsa’nın sahifesinde (yazılı) olan? 53/36
- Ve çok vefâlı İbrâhim’in (sahifesinde yazılı olan şu gerçekler): 53/37
- Ki hiçbir günahkâr, başkasının günah yükünü yüklenmez.
53/38
- İnsana çalışmasından başka bir şey yoktur. 53/39
Rivayetleri Kur’an’a aykırı olduğu gibi. Peygamberin Kur’an’a aykırı söz söylemeyeceği açıktır.
TEMİZLİK KONUSUNDA UYDURMUŞ OLDUKLARI BAZI RİVAYET ÖRNEKLERİ:
Elbise ve Beden temizliğinin, İslam dininde ki önemi büyüktür.
Buna rağmen, bu konuda tiksindirici iftiralarda bulunmuşlardır.
Örneğin:
564- Ebu Sa’idi’l-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a:
“Ey Allah’ın Resûlü! Biz senin için Budâ’a kuyusundan su alıyoruz. hal bu ki onun içerisine (ölmüş) köpeklerin leşleri, kadınların hayız bezleri, insan pislikleri atılıyor, ( ne yapalım, su almaya devam edelim mi?)” diye sordular. Şu cevabı verdi:
“Su temizdir, onu hiçbir şey kirletmez.” (K.S. 3494 C.10 S.317 Akçağ, alıntıları: Ebû Dâvud, Tahâret 34,(66); Tirmizi, Tahâret 49,(66); Nesâi, Miyâh 2,(1,174). )
“Bu, Ebû Dâvud’un metnidir. Ebû Dâvud der ki: “Kuteybe İbnu Said’i işittim. Suyun en çok olduğu durumda kasıklara kadâr çıkar” dedi. “Azaldığı zaman?” dedim. “Avret mahallinin (dizinin) altına düşer” dedi. Ebû Dâvud der ki: Budâ’a kuyusunu ridam ile bizzat takdir ettim. Üzerine ridâmı gerdim. Sonra ridâmı ölçtüm. Kuyunun genişliği altı zirâ idi. Bahçenin kapısını bana açan kimseye: “Kuyunun süre gelen yapısı hiç değiştirildi mi?” diye sordum. Bana “Hayır” dedi. Kuyunun içindeki suyun rengini değişmiş gördüm.” (K.S. C.10 S.317 Akçağ. )
565- İbnu Ömer radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ı dinledim. Kendisine çöl bir arazide bulunan bir sudan ve ona uğrayan hayvan ve vahşilerden soruluyordu. Şöyle cevap verdi:
“Eğer su iki kulle miktarında olursa pislik taşımaz!” (K.S. 3495 C.10 S.320 Akçağ; alıntıları: Ebû Dâvud, Tahâret 33,(63,64,65); Tirmizi Tahâret 50,(67); Nesâi, Miyah 3,(1,175); İbnu Mâce, Tahâret 75,(517,518). )
Kulle veya Cerra testi demektir. Suyu hiçbir şeyin kirletemeyeceğini iddia etmeleri temizliğin inkarı demektir. Bu iddialarına rağmen sistemleri gereği bu rivayetlerine ters düşecek rivayetlerde uydurmuşlardır. Bundan amaçları öbür rivayetlerinde olduğu gibi, temizlik konusunda da Müslümanları kargaşaya sürüklemek istemeleridir, örneğin:
566- Abdurrahman İbnu Hasane radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, elinde kalkan gibi bir şey olduğu halde bize doğru geldi ve onu yere bıraktı. Sonra onun gerisine çömelip ona doğru küçük abdest bozdu. Yanımızdakilerden biri:” (Resûlullah’a) bakın, tıpkı kadınlar gibi abdest bozuyor” dedi. Aleyhissalâtu vesselâm bu sözü işitmişti.
“Beni İsrâil’in arkadaşının başına geleni işitmedin mi” dedi ve devam etti: “Onlara idrar bulaşınca, bıçakla idrarın değdiği yeri kazıyorlardı. Arkadaşları onları bu tatbikattan yasakladı. Bu adam, yasaklaması sebebiyle kabrinde azâba uğradı.” (K.S. 3555 C.10 S.373-374 Akçağ, alıntıları: Ebû Dâvud, Tahâret 11,(22); Nesâi, Tahâret 26, (1,26,28). )
567- Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Bir kaba, köpek banmışsa, onun temizlenmesi, yedi kere su ile yıkanmasına bağlıdır, hatta bunların ilki toprakla olmalıdır.” (K.S. 3523 C.10 S.351 Akçağ, alıntıları: Buhari, Vudû 33; Müslim, Tahâret 97, (279); Muvatta Tahâret 35,(1,34); Ebu Dâvud, Tahâret 37,(71,72,73); Tirmizi, Tahâret 68,(91); Nesâi, Miyâh 7,(1,176,177). )
Bir taraftan iki testi miktarı suyu bile, köpek leşleri, insan pislikleri, kadınların hayız bezleri gibi şeylerin pisletmediklerini, suyun temiz olduğunu, onu hiçbir şeyin kirletemeyeceğini iddia ederken. Diğer taraftan idrarın değdiği yeri bıçakla kazımanın gerektiğini ve av hayvanı olarak tuttuğu av yenen köpeğin ağzını bandığı kabın, ilki toprakla olmak üzere yedi defa yıkanması gerektiğini iddia etmek açık bir çelişkidir.
468- Dâvud İbnu Sâlih İbni Dinâr et-Temmâr, annesinden anlatıyor: “Efendim beni, Hz. Aişe radıyallahu anhâ’ya bir miktar yemekle gönderdi. Gelince Hz. Aişe’yi namaz kılıyor buldum. Bana, elimdekini koymamı işâret etti. (Ben de bıraktım). Ancak bir kedi gelerek üzerinden yedi.
Hz. Aişe radıyallahu anhâ, namazdan çıkınca, kedinin yediği yerden yemeği (bir miktar) yedi. Sonra da şu açıklamayı yaptı: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselam: “Kedi necis değildir, o sizi çokça dolaşan birisidir” demişti. Ben ayrıca, “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın kedinin artığıyla abdest aldığını gördüm.” (K.S.3526 C.10 S.353 Akçağ, alıntısı: Ebû Dâvud, Tahâret 38,(76). )
İddia ettiklerine göre, lağım faresi yakalayan kedinin ağzı temizdir. Fakat bıldırcın avlayan köpeğin ağzı necistir. Bu hususta yalan söylediklerine dair Kur’an’dan örnek verecek olursam, mealen:
- Sana kendilerine neyin helal kılındığını soruyorlar. De ki: “Size iyi ve temiz şeyler helal kılındı. Allah’ın size öğrettiğinden öğreterek yetiştirdiğiniz avcı hayvanların, sizin için tuttuklarını yiyin ve üzerine Allah’ın adını anın. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah, hesabı çabuk görendir. 5/4
Yalnız şunu belirteyim ki: Bir pisliğe bulaşmadığı müddetçe, köpeğin ağzı temiz olduğu gibi, kedinin de ağzı temizdir.
569- Lübâde Bintu’l-Hâris anlatıyor: “Hz. Ali’nin oğlu Hasan radıyallahu anhümâ, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın kucağında idi, elbisesine akıttı. Ben atılıp:
“Ey Allah’ın Resûlü (yeni) bir elbise giy. İzârını da bana ver yıkayayım!” dedi. Cevaben:
“Kız çocuğunun idrarı olsa yıkanırdı; ancak erkek çocuğun idrarı su ile çilemek suretiyle temizlenir!” buyurdular.” (K.S. 3507 C.10 S.336 Akçağ, alıntısı: Ebû Dâvud, Tahâret 137,(375). )
İdrar idrardır, ha erkek çocuğuna ait olmuş, yada kız çocuğuna ait olmuş fark eden nedir ki, temizlik yönünden fark iddia ediyorlar. Bu rivayet kız çocuğuna düşman olup, onları diri diri toprağa gömen zihniyetin eseri asılsız bir iddiadır.
570- Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm iki lanetten korkun buyurdular. Ashab:
“İki lânet de nedir? diye sorunca, açıkladılar:
“İnsanların yollarına abdest bozanla, gölgelerine abdest bozanlardır!” (K.S. 3538 C.10 S.363 Akçağ, alıntıları: Müslim, Tahâret 68,(269); Ebû Dâvud, Tahâret 14,(25). )
İnsanların kullandıkları iki testi miktarı suya pisliğin zarar vermediğini tahdis etmeleriyle, yollara veya gölgeliklere abdest bozanların lanetleneceklerini iddia etmeleri çelişkidir.
571- Ebu Vâil’den gelen bir rivâyet şöyle: “Ebu Musa radıyallahu anh küçük abdest (bozma) hususunda çok titiz davranır (üzerine sıyrıntı değmemesi için âzami gayreti gösterirdi. O kadar ki,) küçük abdestini bir şişe içerisine bozar ve: “Beni İsrâil’den birinin bedenine sidik değecek olsa, adam kirlenen derisini bıçakla kazırdı” derdi.
(Bunu işiten) Huzeyfe radıyallahu anh dedi ki: “Arkadaşınızın titizliği bu kadar ileri götürmemesini tercih ederim. Ben, “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’la bir beraberliğimizi hatırlıyorum. Beraber yürüyorduk. Derken bir kavmin bir duvar gerisindeki küllüğüne rastladık. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, tıpkı sizden birinin ayakta bevletmesi gibi durup ayakta bevletti. .......... (K.S. 3549 C.10 S.369-370 Akçağ, alıntıları: Buhari, Vudû 62,60,61, Mezâlim 27; Müslim, Tahâret 9,(13); Nesâi, Tahâret 24,(3,25). )
572- Hz. Aişe radıyallahu anhâ’dan rivâyete göre şöyle derdi: “Size kim, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın ayakta bevlettiğini söylerse, sakın onu tasdik etmeyin. O, daima çömelerek abdest bozardı.” (K.S. 3553 C.10 S.373 Akçağ, alıntıları: Tirmizi, Tahâret 8,(12); Nesâi, Tahâret 25,(1,26). )
Yukarıdaki iki rivayetin bir birleriyle çelişkili oldukları açıktır.
573- İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, ölmüş (ve terkedilmiş) bir koyuna rastlamıştı.
“Bunun derisinden faydalanmıyor musunuz?” buyurdular. Oradakiler:
“Ama bu meytedir (leştir, istifâdesi câiz değildir)” dediler. Aleyhissalâtu vesselâm:
“Meytenin yenmesi haramdır!” buyurdular.”
Bir başka rivâyette: “Bunun derisini alıp debbağlıyarak istifâde etmiyor musunuz?” demiştir. (K.S. 3531 C.10 S.357 Akçağ, alıntıları: Buhari, Büyû 101, Zekât 61, Zebâih 30; Müslim, Hayz 100,103,104, (363,364,365); Muvatta, Sayd 16,(2,98); Ebû Dâvud, Libâs 41,(4120,4121); Tirmizi, Libâs 7,(1727); Nesâi, Fera’ ve’l-Atire 9,(7,171,172) . )
574- Abdullah İbnu Ukeym radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, ölümünden bir ay önce Cüheyne kabilesine şöyle yazdı:
“Meytenin ne deri ne de sinirinden istifade etmeyin.” (K.S. 3534 C.10 S.359 Akçağ, alıntıları: Ebû Dâvud, libâs 42,(4127, 4128); Tirmizi, Libâs 7,(1729); Nesâi, Fera’ ve’l- Atire 10,(7,175). )
Yukarıdaki iki rivayetin bir birleriyle çelişkili oldukları açıktır.
575- . ... Ali (r.a.)’den rivayet edildiğine göre, Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur.
“Kim kıl dibi kadar bir yeri yıkamayıp cünüp bırakırsa ona (terk edilen yere veya bu yeri yıkamayıp terk eden kişiye) şöyle böyle (veya şu kadar süre) azap edilir.”
Ali (r.a) “Bunun (bu şiddetli azabı duyduğum) için (üç defa) başıma (saçıma) düşman oldum” der ve saçını tıraş ederdi. (Ebû Dâvûd, K.Taharet (1), Bâb 98 H.249 C.1 S.448 Şamil, ayrıca: İbn Mâce, taharet 106, )
576-. ... Cübeyr b. Mut’im’den rivâyet edildi ki:
Sahabe-i Kirâm (r.a.) Rasûlullah (s.a.)’ın yanında cünüplükten dolayı yıkanmaktan bahsettiler. Rasûlullah (s.a.) her iki ile de göstererek “Bakın ben başıma üç defa (üç avuç) dökerim” buyurdu. (Ebû Dâvud, K.Taharet (1), Bâb 97 H.239 C.1 S.432 Şamil. )
Evvelki rivayette hiçbir kıl dibi yıkanmadan bırakılamaz diye tahdis etmişken, sonra ki rivayette cünüplükten yıkanmak için üç avuç suyun yeterli olacağını tahdis etmeleri çelişkidir. Üç avuç suyun değil insan vücudunu yıkamaya yeterli gelmesi, bir çok insanın yalnız saçını dahi ıslatmaya yeterli gelmez, İslam Dininde yıkanmanın manası bu değildir, çocukların bile anlayabileceği gerçek manada yıkanmadır.
EKONOMİ KONUSUNDA UYDURMUŞ OLDUKLARI RİVAYET ÖRNEKLERİ
Bir toplumda, zenginler, fakirler ve orta halliler olabilir. Çeşitli gelir guruplarının olması, iş yaptıranla iş yapanların bulunması üretim için gereklidir. Eğer maddi varlık sahibi olan Müslümanlar helal yollardan kazanç sağlıyorlarsa, sadaka ve zekatlarını veriyor ve Allah’a şükrediyorlarsa, sevap kazanır ve mallarından dolayı kötülenmezler. Fakir olan Müslüman kimselerde sabreder ve Allah’a isyan etmeyip, Allah’ın kendilerine de vermiş olduğu nimetlere şükrederlerse onlarda sevap kazanırlar. Kimi zengin vardır, malından dolayı günah işler ve cehennemi hak eder. Kimi fakirde vardır, fakirliğinden dolayı Allah’a isyan eder o da cehennemi hak eder. Demek ki mal bir imtihan vasıtasıdır. Bu imtihanı zenginde, fakirde kazanabilir veya kaybedebilir.
Bir toplumda fakirliği övmek suretiyle o toplumun çalışmasına mani olmak ise o toplumun çökmesini arzulayan kimselerin işidir. Diğer taraftan, İslam dinine göre cennete gitmenin yolu ancak fakirlikle mümkündür denmesi halinde bunu diyenlerin amacı insanları fakirlikle korkutmak suretiyle İslam dininden uzaklaştırmaya çalışmaktır.
Şimdi bu konuda uydurmuş oldukları rivayetlerinden örnekler verecek olursam:
577-............ Bize Ebû Recâ’, İmran ibn Huseyn’dan tahdis etti ki, Peygamber (S): “Ben(mi’râc gecesi) cennete baktım da, cennet ahâlisinin çoğunun fakirler olduğunu gördüm. Cehenneme de baktım. Cehennemdekilerin çoğunu da kadınlar gördüm” buyurmuştur. (Buhâri, Kitâbu Bed’i’l-Halk H.51 S.3051 Bâb 67 Ötüken. )
578- Hz. Ebû Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Fukaralar, cennete zenginlerden beş yüz yıl önce girerler. Bu (Allah’ın indinde) yarım gündür.” (K.S. 2072 C.7 S.446 Akçağ, alıntısı: Tirmizi, Zühd 37, (2354). )
579- Abdullah İbnu Muğattel radıyallahu anh anlatıyor: “Bir adam gelerek “Ey Allah’ın Resûlü! Ben seni seviyorum” dedi. Resûlullah:
“Ne söylediğine dikkat et!” diye cevap verdi. Adam:
“Vallahi ben seni seviyorum!” deyip, bunu üç kere tekrar etti. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bunun üzerine adama:
“Eğer beni seversen, fakirlik için bir zırh hazırla. Çünkü beni sevene fakirlik, hedeflerine koşan selden daha süratli gelir.” (K.S. S.2078 C.7 S.453 Akçağ, alıntısı: Tirmizi, Zühd 36,(2351). )
Peygamberi sevmekle fakirliğin hiçbir ilgisi olmadığı gibi. Bu iddia, Müslümanları peygamberi sevmekten engelleme çabasıdır. İslam dininde peygamberi sevmek zorunlu bir olaydır, Peygamberi sevmeyeni Allah’ta sevmediği gibi, böyle bir kimsenin Allah yanında bir değeri olamaz. Bundan dolayı, Müslümanların peygamberi sevme olayı istisnai bir olay değildir, bir kişinin çıkıp peygambere seni seviyorum demesini ve bunu istisnai bir olaymış gibi göstermeleri ile fakirlikle ilişkilendirmelerinin İslam dininde yeri yoktur.
Bu konuda Kur’an’dan mealen:
- Peygamber, müminlere nefislerinden daha yakındır. Onun zevceleri de (müminlerin) analarıdır. Allah’ın Kitabında, akraba da birbirine diğer müminlerden ve muhacirlerden daha yakındır. Ancak, dostlarınıza iyilik etmeniz müstesnadır. Allah’ın kitabında böyle yazılıdır. 33/6
- De ki : “Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabânız, kazandığınız mallar, düşmesinden korktuğunuz ticâret(iniz), hoşlandığınız meskenler, size Allah’tan, Resûlünden ve O’nun yolunda cihâd etmekten sevimli ise o halde Allah emrini getirinceye kadar gözetleyin (başınıza gelecekleri göreceksiniz)! Allah, yoldan çıkmış topluluğu (doğru) yola iletmez. 9/24
Görüldüğü Müminler, Peygamberi kendi nefisleri dahil, bütün akrabalarından ve mallarından daha fazla sevmek zorundadırlar.
Peygamberi sevmekle fakirliğin hiçbir ilgisi olmadığı gibi. Peygamber kimseyi bu şekilde fakirlikle korkutmaz. Fakirlikle kimin korkuttuğuna dair Kur’an’dan örnek verecek olursam, mealen:
- Şeytan sizi fakirlikle korkutur, ve size çirkin şeyleri yapmayı emreder. Allah ise size kendi tarafından bağışlama ve lütuf vadediyor. Şüphesiz (Allah(ın lûtfu) geniştir, (O) bilendir. 2/268
Dünyada Müslüman, fakir de olabilir zengin de, dünya imtihan yeridir. Fakat bunlara göre fakirlik Müslüman ın hayat boyu iddialı olmalıdır. Hatta bu konuda Peygamberin duada bulunmuş olduğunu tahdis etmektedirler, örneğin:
580- Amr İbnu es- Sakafi radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Ey Allah’ım! Kim bana inanır, beni tasdik eder, ve her ne getirmiş isem onun senin yüce katından olduğunu ve hak olduğunu bilirse, ona az mal, az evlat ver, ona, sana kavuşmayı sevdir ve ölümünü çabuklaştır. Kim de bana inanmaz ve beni tasdik etmezse malını ve evladını çok kıl, ömrünü de uzat.” (K.S. 7258 C.17 S.573 Akçağ, alıntısı: İbn-i Mace 4133. )
Halbuki daha önce 220. Örnekte belirttiğim gibi, uzun yaşayan müminler daha iyidirler diye tahdiste bulunmuşlardır. Allah’a kavuşmayı sevme ile kamufle ederek, Müminlere felaket dilerken bu tahdislerini unutu verdiler, şöyle ki:
<<220>>- Talha İbnu Ubeydullah radıyallahu anh anlatıyor: “Beli (kabilesinden) iki kişi Aleyhissalâtu vesselâm’ın yanına geldiler. İkisi beraber Müslüman olmuştu. Biri gayret yönüyle diğerinden fazlaydı. Bu gayretli olanı, bir gazveye iştirak etti ve şehit oldu. Öbürü, ondan sonra bir yıl daha yaşadı. Sonra o da öldü.”
Talha (devamla) der ki: “Ben rüyamda gördüm ki: “Ben cennetin kapısının yanındaydım. Bir de baktım ki yanımda o iki zat vardır. Cennetten biri çıktı ve o iki kişiden sonradan ölene (cennete girmesi için) izin verdi. Aynı vazifeli zat, bir müddet sonra yine çıktı, şehit olana da (içeri girme) izni verdi. Sonra, adam benim için geri geldi ve:
“Sen dön, senin cennete girme vaktin henüz gelmedi!” dedi. Sabah olunca Talha bu rüyayı halka anlattı. Herkes bu rüya(da şehit olan zâtın sonradan cennete girmesine) şaştı. Bu, Resûlullah’a kadar ulaştı, rüyayı ona anlattılar. (Dinledikten sonra) Aleyhissalâtu vesselâm:” Burada şaşacak ne var?” buyurdular. Halk: “Ey Allah’ın Resûlü!” Bu zat (din için) çalışmada öbüründen daha gayretli idi ve şehit de oldu. Ama cennete öbürü ondan evvel girdi” dediler. Bunun üzerine Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: “Berikisi ondan sonra bir yıl hayatta kalmadı mı?” dedi.
“Evet!” dediler. Aleyhissalâtu vesselâm: “Ve o ramazan idrak edip oruç tutmadı mı, bir yıl boyu şu şu kadar namaz kılmadı mı?” Halk yine: “Evet!” deyince, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: “Şu halde ikisinin arasında bulunan mesâfe gök ile yer arasındaki mesafeden fazladır!” buyurdular. (K.S. 7173 C.17 S.517 Akçağ 1993, alıntısı İbn-i Mace 3925. )
İki rivayet arasındaki çelişki düşünüldüğünde asıl amaçlarının, Müslümanlara saldırı olduğu açıkça anlaşılır. Kısa ömür isterken Müminlerin yok olmasını arzulamaktadırlar, Uzun ömür isterken ise amaçları şehitliği hafife almak istediklerindendir.
İddia ettiklerine göre, güya Peygamber aleyhissalâtu vesselâm, Allah’tan Müminler için az mal az evlat ve çabuk ölüm istemiş. Kafirlere de çok mal, çok evlat ve uzun ömür istemiş. Mümin kimseler, Allah’ı severler, Allah’ın rızasını kazanarak, Allah’a kavuşmayı isterler. Fakat bunun manası dünya hayatında Allah’tan az mal az evlat ve çabuk ölüm istemek değildir. Bu konuda Kur’an’dan mealen:
- Onlar ki yalan şahitlik etmezler, boş laf (konuşanlar)a rastladıklarında vakar ile (oradan) geçip giderler. 25/72
- Ve onlar ki kendilerine Rab’lerinin âyetleri hatırlatıldığı zaman, onlara karşı sağır ve kör davranmazlar. 25/73
SONRAKİ 17. BÖLÜM İÇİN ANA SAYFAYA GİT = > ANA SAYFA