ANA SAYFA

      1. KİTAP BÖLÜM 1

      1. KİTAP BÖLÜM 2

      1. KİTAP BÖLÜM 3

      1. KİTAP BÖLÜM 4

       1. KİTAP BÖLÜM 5

       1. KİTAP BÖLÜM 6

       1. KİTAP BÖLÜM 7

       1. KİTAP BÖLÜM 8

       1. KİTAP BÖLÜM 9 

       1. KİTAP BÖLÜM 10

        1. KİTAP BÖLÜM 11

        1.KİTAP BÖLÜM 12    

        1.KİTAP BÖLÜM 13

        1. KİTAP BÖLÜM 14

        1. KİTAP BÖLÜM 15

        1. KİTAP BÖLÜM 16

        1.KİTAP BÖLÜM 17

        1. KİTAP BÖLÜM 18

        1. KİTAP BÖLÜM 19 

        1. KİTAP BÖLÜM 20  

       1. KİTAP BÖLÜM 21  

       1. KİTAP BÖLÜM 22  

      1. KİTAP BÖLÜM 23 

      1. KİTAP BÖLÜM 24 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

         

            KÜTÜB-İ
          SİTTE'NİN

        
ELEŞTİRİSİ
               VE
     KUR'AN'A ARZI


         Fereç Hüdür

     KUR'AN ARAŞTIRMALARI

                                         

 

 
 

 

BÖLÜM 8

işlemiş olursa olsun muhakkak affedecek demek şeytan aldatmasıdır.

Allah’ın, her şirk koşmamış olanı muhakkak bağışlayacağım diye verilmiş bir sözü yoktur. Ancak şirk işlemiş olanlar hariç olmak üzere, istediklerimin günahını bağışlarım demiştir. Şöyle ki, Kur’an’dan mealen:

- Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; bundan başkasını dilediği kimse için bağışlar. Allah’a ortak koşan kimse büyük bir günah (ile) iftira etmiş olur. 4/48

- Allah, kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz, bundan başka her şeyi dilediğine bağışlar. Allah’a ortak koşan da uzak bir sapıklığa düşmüştür. 4/116

Görüldüğü gibi, Allah her şirk koşmayanın değil de, şirk koşmayanlardan dilediğinin günahını bağışlayacağını va’d etmiştir.

- De ki: “Ey nefislerine karşı aşırı giden kullarım, Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin, Allah bütün günahları bağışlar. Çünkü O, çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” 39/53

- “Size azab gelip çatmadan Rabb’inize dönün, O’na teslim olun. Sonra size yardım edilmez.” 39/54

- “Ansızın ve hiç farkına varmadığınız bir sırada, size azab gelmezden önce Rabb’inizden size indirilenin en güzeline (Kur’an’a) uyun.” 39/55

Evet, görüldüğü gibi, Allah’ın af vadine muhatap olan zümreden olmak için, Allah’a dönülüp teslim olunacak. Bunun içinde Kur’an’a uymak şarttır. Yani kişi yaşantısını Kur’an’a göre düzenleyecektir. Yoksa, Kur’an’da gösterilen yolu boş verip günahlara dalarak, Allah’ın rahmetini ummak boş bir hayaldir. Böyle bir iddiada bulunan ancak Kur’an ile alay etmiş olur ki, kendisi kaybeder. Şöyle ki, yukarıda mealleri yazılı ayetlerin devamında; mealen:

- Ki nefisler demesin: “Allah’tan yana yaptığım eksikliklerden dolayı bana yazıklar olsun! Ben gerçekten (Kur’an ile) alay edenlerden idim.” 39/56
 
Kim günaha batarsa, o mahv olmuştur. Cehennemde ebedi kalacaktır. Kurtulanlar ise inanıp yararlı iş işleyenlerdir, onlarda Cennette ebedi kalacaklardır. Şöyle ki, Kur’an’dan mealen:

- Evet kim bir günah kazanır da suçu kendisini kuşatmış olursa işte onlar, ateş (cehennem) halkıdır, orada ebedi kalacaklardır. 2/81

- İman edip yararlı iş yapanlara gelince onlar da cennet halkıdır, orada ebedi kalacaklardır. 2/82

Kur’an’da hal böyleyken, buna rağmen şu rivayeti uydurdular:

235- Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “ Resûlullah ((aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Mü’min, Allah indindeki ukûbeti bilseydi, cennetten ümidini keserdi. Eğer kafir Allah’ın rahmetini bilse idi, cennetten ümidini kesmezdi”. (K.S.1682 C.6 S.355 Akçağ 1989, alıntısı Müslim Tevbe 23, (2755); Tirmizi Da’avât 108, (3536). )

Böylece, Müminleri Allah’ın rahmetini ummaktan dışladılar, kafirlerin ise cennete girebileceğini imâ ettiler. Zira, ümit kesmemek bir ihtimal varsa mümkündür. İhtimal olması halinde kafirlerinde cennete gire bilmesi mümkün demektir. Bu ise Kur’an’a uymayan bir iddiadır. Rahmet edilecek olanlar konusunda Kur’an’dan mealen:

- İşte bu (Kur’an) bizim indirdiğimiz mübarek bir kitaptır. O’na uyun ve Allah’tan korkun ki size merhamet edilsin. 6/155

İslam Dinine göre kafirler, Allah’tan korkmadıkları gibi, Kur’an’a da uymazlar. Bu itibarla Allah’ın rahmetini ummaya hakları yoktur, Kur’an’dan mealen:

- Allah’ın ayetlerini ve O’na kavuşmayı inkâr edenle -İşte onlar- benim rahmetimden ümitlerini kesmişlerdir ve onlar için acıklı bir azap vardır. 29/23

236- Bir diğer rivayette: “Kalbinde hardal tanesi kadar iman bulunan bir kimse cehenneme girmez. Kalbinde hardal tanesi kadar kibir bulunan kimse de cennete girmez.” (K.S. 5219 C.15 S.24 Akçağ 1992 alıntısı, Müslim iman 147; Ebû Dâvûd Edep 29,(4091); Tirmizi Birr 61, (1999). )

237-.......Bize Ebû Avâne, Abdurrahmân İbnu’z-Esbahâni’- den; o da Ebû Sâlih Zekvân’dan; o da Ebû Said (R)’den şöyle tahdis etti........
 Resûlullah, kadınlara:
- “İçinizden hiçbir kadın yoktur ki, çocuklarından üç tânesini âhirete kendisinden önce yollasın da bunlar cehenneme karşı onun için bir perde olmasın!” buyurdu.
Bunun üzerine kadınlardan biri:
- Yâ Rasûlullah! İki tânesi de öylemi? Dedi.
Ebû Said: Kadın “İki tâne” sözünü iki defa tekrar etti, dedi. Sonra Rasûlullah üç kere tekrar ederek:
- “İki tâne de, iki tâne de, iki tâne de öyledir” buyurdu. (Buhari, Kitâbu’l-İ’tisam bi’l-Kitâbi ve’s-Sünneti 41 C.16 S.7194 Ötüken 1989)

Bu tür rivayetlerle, müslüman olsun, kafir olsun herkesin cennete gireceğini çokça iddia ve insanlara umut verdiler. Bu tür rivayetlerini dikkate almadan da şu rivayetlerde bulundular.

238- Ebu’d-Derdâ radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Kim namazı kılar, zekatı verir ve Allah’a hiçbir şeyi şirk koşmadan ölürse, ona mağfiret etmek Allah üzerine bir hak olur. Hicret etse veya doğduğu yerde ölse de!” .......... (K.S.4662 C.13 S.243 Akçağ 1992 alıntısı, Nesâi, Cihâd 18,(6,20). )

Bu rivayette, genelleme dışına çıkarak, namaz kılma ve zekat verme ile şirk koşmamayı şart saydılar. Yalnız bu rivayette içerik olarak asıl amaçları hicret etmeyi önemsiz göstermektir. hal bu ki, Kur’an’da gerektiğinde gücü yetip te hicret etmeyenler hakkında şöyle denmiştir, mealen:

- Kendilerine yazık eden kimselere melekler, canlarını alırken: “Ne işde idiniz” dediler. Bunlar: “Biz yeryüzünde çaresizdik” diye cevap verdiler. Melekler de: “Allah’ın yeri geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!” dediler. İşte onların barınağı cehennemdir; orası ne kötü bir gidiş(yeri)dir. 4/97

- Erkekler, kadınlar ve çocuklardan (gerçekten) âciz olup hiçbir çareye gücü yetmeyenler, hiçbir yol bulamayanlar müstesnadır. 4/98

Demek ki, hicret etmek, iddia ettikleri gibi keyfe bağlı bir olay değildir. İslam da, hicretin şartları oluştuğunda, gücü olup ta aksine davrananların barınağı cehennemdir.
 
238- Ebu Miczel rahimehullah anlatıyor: “Hz. Muâviye radıyallahu anh, İbnu’z-Zübeyr ve İbnu Amir (radıyallahu anhüm)’in yanlarına geldi. İbnu Âmir ayağa kalktı, İbnu’z-Zübeyr oturdu (kalkmadı). Hz. Muâviye radıyallahu anh, İbnu Âmir’e:
“Otur, zira Resûlullah (aleyhissalâtu vesselam)’ın: “İnsanların kendisi için ayağa kalkmalarından hoşlanan kimse ateşteki yerini hazırlasın” buyurduğunu işittim” dedi.” (K.S. 3320 C.10 S.116 Akçağ 1990, alıntıları Ebû Dâvûd, Edeb 165, (5229); Tirmizi, Edeb 13, (2756). )

239- Nesâi’nin bir rivayetinde Resûlullah şöyle buyurmuştur: “Üç kişi vardır, cennete girmeyecektir: Anne babasının hukukuna riayet etmeyen kimse; içki düşkünü olan kimse; verdiğini başa kakan kimse.” (K.S. 5876 C.16 S.348 Akçağ 1993, alıntısı Nesâi, Zekat 69, (5,81). )

240- Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Bir adam ölmüştü, diğer biri, Rasûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın işiteceği şekilde onun için şöyle söyledi: “Cennet mübarek olsun!” Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm sordu: “Nereden biliyorsun? Belki de o mâlâyâni (lüzumsuz, boş) konuştu veya kendisini zengin kılmayacak bir miktarda cimrilik etti!” (K.S. 5912 C.16 S.377 Akçağ, alıntısı Tirmizi, Zühd 11. (2217). )

241- Ebû Dâvûd’da Hârise radıyallahu anhtan gelen bir rivayette, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm şöyle buyurmuştur: “Cennete ne zengin cimri, ne de kaba merhametsiz girer.” (K.S. 5142 C.14 S.458 Akçağ 1992, alıntısı Ebû Dâvûd, Edeb 8, (4801). )

242- Hz. Huzeyfe radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Kattat (söz taşıyan) cennete girmeyecektir.”
Müslim’in rivayetinde “nenmâm cennete girmeyecektir” şeklinde gelmiştir. (K.S. 4328 C.12 S.128 Akçağ, alıntıları, Buhari, Edeb 50, Müslim, İman 169,(105); Ebû Dâvûd, Edeb 38,(4771); Tirmizi, birr 79,(2027). )

243- Hz. Câbir ve Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anhümâ) anlatıyor:
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Ne fâsık ne de mücâhir (günahı açıktan işleyen) kimse için söylenen gıybet sayılmaz. Mücâhir olan hariç, bütün ümmetim affa mazhar olmuştur.” (K.S. 4327 C.12 S.126 Akçağ, alıntısı Müslim, Zühd 52(2290), Buhari’de ikinci kısım mevcuttur Edep 60. )

Günahı gizli işlemek şartıyla ne yapılırsa yapılsın affedilmiştir diyorlar. Bu da Allah’ın görmesi mühim değildir, yeter ki kullar görmesin manasındadır. hal bu ki, insanlardan gizlenip Allah’tan utanmayanlar hakkında Kur’an’da şöyle denmiştir, mealen:

- Kendilerine hâinlik edenleri savunma; zira Allah, daima hainlik yapıp günah işleyen kimseleri sevmez! 4/107

- (Kötü fiillerini) insanlardan gizliyorlar da Allah’tan gizlemiyorlar. Oysa geceleyin O’nun istemediği şeyi kurarlarken O, onlarla berâberdir. Allah, onların yaptıkları her şeyi kuşatmıştır (Hiçbir şeyi O’ndan gizleyemezler). 4/108

- Haydi siz dünya hayatında onları savundunuz (diyelim); ya kıyamet günü onları Allah’a karşı kim savunacak, ya da kim onlara vekil olacak? 4/109

Demek ki bu rivayetleri de Kur’an’a uymayan boş iddiadır.

244- Ebu Osmân en-Nehdi anlatıyor: “Sa’d İbnu Ebi Vakkâs radıyallahu anh’ı dinledim. Demiştir ki: Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“İslâmda bir kimse asıl babası varken bir başkasının babası olduğunu söylerse ve bu iddiasını da o kimsenin babası olmadığını bilerek yaparsa, cennet ona haramdır.” (K.S. 5323 C.15 S.122 Akçağ, alıntıları Buhari, Ferâiz 29, Megâzi 56; Müslim İman 114,(63); Ebû Dâvûd, Edeb 119,(5113). )

245- Ebu’d-Derdâ radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “İçki müptelası cennete giremez.” (K.S. 7004 C.17 S.432 Akçağ 1993, alıntısı İbn-i Mace 3376. )

246- Ebu Bekr es-Sıddık radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Mü’mine zarar veren veya hile yapan melûndur.” (K.S. 5886 C.16 S.358 Akçağ, alıntısı Tirmizi Birr 27, (1942). )

Görüldüğü gibi bu konuda örneğini vermiş olduğum ilk hadis örneklerinde, Müslüman olan herkesin muhakkak Cennete gireceğini, Kesinlikle Cehenneme girmeyeceğini, hatta kafirlerin dahi Cennete girmeyi umabileceğini iddia etmişlerdi. Buna rağmen, sonraki  örneklerde ise Müslüman olup ta günah işleyen kimselerin Cehenneme gireceklerini hatta, hiç Cennete girmeyeceklerini rivayet etmeleri açık bir çelişkidir. Kur’an gerçeklerini anlatma kaygıları olmadığı için, daha öncede dikkat çektiğim gibi, bu gibi çelişkili rivayetler uydurarak, havaya ve ortama göre işlerine gelen rivayeti halka söyleme ortamı kendilerine sağlarlar. Hani nasıl derler, gerçeklere göre değil de, nabza göre şerbet vermeye çalışırlar, takdim ettikleri şerbetin İslami ölçülere göre zehirli olup olmaması onların umurunda bile değildir.

Bu konudaki rivayetlerine başka açıdan örnekler verecek olursam, şöyle ki:

247- İbnu Mes’ûd (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm ) buyurdular ki: “Çocukları diri olarak toprağa gömen de gömülende ateştedir.” (K.S. 858 C.4 S.373 Akçağ, alıntısı Ebû Dâvûd, Sünnet 18,(4717). )

248- Ebû Dâvud’un bir diğer rivayetinde geldiğine göre, “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a: “Ey Allah’ın Resûlü, kim cennete girecektir?” diye sorulmuş, o da şu cevabı vermiştir: “Peygamber cennetliktir, şehit cennetliktir, Çocuk(ken ölen) cennetliktir, diri diri gömülen çocuk cennetliktir. (K.S. 1024 C.5 S.57 Akçağ, alıntısı Ebû Dâvûd, Cihâd 27, (2521). )

Bu iki rivayet çelişkilidir, diri olarak gömülen çocuk birinde Cennetlikken, öbüründe ise Cehennemlik olarak belirtilmiştir.

Şimdi akla şöyle bir soru gelebilir, ölen küçük çocukların İslam dinine göre durumu nedir? İslam dinine göre daha sorumluluk yaşına gelmeden ölen, Müslüman veya Kafir çocuğu ayırımı var mı? İnsanların dünya hayatında ki yaşam süreleri bir birinden farklı olduğu gibi, gelişme açısından davranış kabiliyetleri de genelde bu yaşam süreleriyle ilgilidir. Örneğin yeni doğmuş bir bebekle, yetişkin bir insanın davranış kabiliyetleri bir birlerinden farklıdır. İnsan uzun yıllar yaşadığı gibi, bebekken, hatta doğar doğmaz veya daha anne karnındayken ölebilmektedir. Ve İslam dininde her nefsin sorumluluğu sahip olduğu güce göredir. Allah hiçbir nefse yüklenemeyeceği yükü yüklemez. Bu konuda Kur’an’dan mealen:

-Biz, hiçbir nefse gücünün üstünde bir şey teklif etmeyiz. Nezrimizde hakkı söyleyen bir kitap vardır, ve onlar haksızlığa uğratılmazlar. 23/62
 

İslam dinine göre bir insanın sorumlu olması için, İlâhi mesaja muhatap olmuş ve İlâhi mesajdan öğüt alabilecek bir ömür müddetine sahip olması gerekir. Kur’an’dan mealen:

- İnkar edenlere gelince de cehennem ateşi vardır. (Orada) onlara ne (ölümle) hükmedilir ki, ölsünler ve ne de onlardan cehennem azâbı biraz hafifletilir. İşte Biz, nankör kafirleri böyle cezalandırırız. 35/36

- Onlar orada: “Rabb’imiz bizi çıkar (önce) yaptığımızdan başkasını yapalım” diye feryâd ederler. “Öğüt alacak olanın, öğüt alacağı kadar bir süre yaşatmadık mı sizi? Size uyarıcı da geldi (fakat inanmadınız). Öyle ise tadın (azâbı), zalimlerin yardımcısı yoktur.” 35/37

İnkar edenler, bölük bölük cehenneme sürüldüler. Oraya geldikleri zaman, cehennemin kapıları açıldı, cehennemin bekçileri onlara şöyle dedi: “Kendi aranızdan, Rabb’inizin ayetlerini size okuyan ve sizi bu gününüzle karşılaşacağınız hakkında uyaran elçiler gelmedi mi?” “Evet, geldi dediler, ama kafirlere azap sözü hak oldu.” 39/71

- “O halde içinde ebedi kalmak üzere cehennemin kapılarından girin. Kibirlenenlerin yeri ne kötüymüş!” denildi.
39/72

- Kim Rabb’ine suçlu olarak gelirse onun için cehennem vardır; orada ne ölür ne de yaşar. 20/74

Cehennem halkı öyle kimselerdir ki, Allah tekrar onları dünyaya gönderip, İman edip iyi ameller işlemelerine fırsat verse, İman etmeyip tekrar eski yaptıklarına döneceklerdir. Zira onlar yalancıdırlar. Kur’an’dan mealen:

- Onların, ateşin başında durdurulmuş iken: “Ah ne olurdu keşke biz (dünyâya) geri çevrilseydik de Rabb’imizin ayetlerini yalanlamasaydık, iman edenlerden olsaydık!” dediklerini bir görsen! 6/27

- Hayır, daha önce gizlemekte oldukları, onlara göründü. Geri gönderilselerdi yine men’olundukları şeyi yapmağa dönerlerdi, çünkü onlar yalancılardır. 6/28

- Kim yola gelirse kendisi için yola gelmiş olur, kim de saparsa kendi aleyhine sapar. Hiçbir günahkar, başkasının günah yükünü taşımaz (herkes kendi günahını çeker). Biz, elçi göndermedikçe azab edecek değiliz. 17/15

Görüldüğü gibi, bir insanın sorumlu olması için, Allah tarafından bir elçinin getirdiği vahye muhatap olması, bu vahyi normalde öğrenebilecek durumda olması ve öğüt alması, dolayısıyla düşünebilmesi için yeterli bir ömür müddetine sahip olması gerekir. Bunun böyle olmasının nedeni, insanların Allah’a karşı bir bahânelerinin olmaması içindir. Kur’an’dan mealen:

- Daha önce sana anlattığımız elçilere ve sana anlatmadığımız elçilere de (vahyetmiştik). Ve Allah, Musa ile konuştu. 4/164

- (Bunları) Müjdeleyici ve uyarıcı olarak (gönderdik) ki, peygamberler geldikten sonra insanların, Allah’a karşı bahaneleri kalmasın. Allah üstündür, hikmet sahibidir. 4/165

Görüldüğü gibi, dini sorumluluk yüklenmemiş çocuklar, müslüman çocuğu olsun veya olmasın cehenneme girmeyeceklerdir.

Cehennemde olmadıklarına göre cennette olabilirler mi. Kur’an’dan mealen:

- Kim de O’na (Allah’a) iyi işler yapmış bir mümin olarak gelirse, işte onlar içinde yüksek dereceler vardır. 20/75

- Altlarından ırmaklar akan Adn cennetleri. Orada sürekli olarak kalırlar. İşte (günahlardan) arınanların mükâfatı budur! 20/76

- İman edenler ve iyi iş işleyenler ise, onları (Ağaçları) altından ırmaklar akan cennetlere sokacağız. Onlar için orada tertemiz eşler vardır. Onları koyu gölgeliklere sokacağız. 4/57

- (Allah’ın azâbından) korunanlara da: “Rabb’iniz ne indirdi?” dendi. “Hayır (indirdi) dediler. Dünyâda güzel iş yapanlara güzellik vardır, (onlar için) âhiret yurdu ise daha hayırlıdır. Takvâ sahiplerinin yurdu ne güzeldir. 16/30

- Adn cennetleri(ne), altlarından ırmaklar akan o cennetlere girerler. Orada onlar için diledikleri her şey var. İşte Allah, takva sahiplerini böyle mükâfatlandırır. 16/31
 

Yukarıdaki ayet meallerinde görüldüğü gibi ve Kur’an’daki daha bir çok ayette, cennet ehlinin vasıfları olarak, iman etme ile birlikte salih amel işleme ve dolayısıyla takva gösterilmiştir. Bunun içinde yeterli yaşam süresi içinde, İlâhi vahyi kabul ve ona uygun davranıp imtihanı kazanmak gerekir.

Şimdi çocukların durumunu incelerken, daha anne karnındayken veya doğar doğmaz ölen bir çocuğun durumunu ele alarak, o açıdan diğer dini yönden mükellef olmamış çocukları dikkate alalım. Böyle bir kimsenin yukarıda bahsi geçen cennet ehline ait vasıflara sahip olamayacağı açıktır. Bu konuda Kur’an’dan mealen:

- Allah sizi annelerinizin karnından çıkardı(ğı zaman) hiçbir şey bilmiyordunuz, size işitme (duyusu) gözler ve gönüller verdi ki şükredesiniz. 16/78

Bu durumda ölenlerin kendi tercihleri olarak işlenmiş iyi veya kötü amelleri yoktur. Zira tercih bilmeyi gerektirir, bunlarsa bir şey bilmemektedirler. Dini sorumluluk yaşına gelmemiş veya dini teklif altına girmemiş akıl özürlülerin durumu da bunlar gibidir. Bu durumda ölenlerin kafir veya müslüman çocukları olmaları arasında fark yoktur. Dolayısıyla günahları da yoktur. Kur’an’dan mealen:

- Ve sorulduğu zaman o diri diri toprağa gömülen kıza:  81/8

- “Hangi günah(ı) yüzünden öldürüldü?” diye. 81/9

Onları diri diri toprağa gömenleri eleştiri mahiyetinde ki bu ayetler, aynı zamanda bu çocukların günahsız olduğunu belirtmektedir. Dolayısıyla kafir çocukları olmalarına rağmen günahları yoktur.

Bu durumda. Cennetle mükafatlandırılanlardan veya cehennemle cezalandırılanlardan değillerse, o zaman bahsi geçen çocuklar veya onların konumunda olanlar nerededirler?

Bu konuda Kur’an’dan mealen:

- Çevrelerinde, ebedi yaşama erdirilmiş çocuklar dolaşırlar;  56/17

- Kaynağından doldurulmuş testiler, ibrikler ve kadehleri onlara sunarlar. 56/18
 
- Cennetin gölgeleri, üzerlerine yaklaşmış devşirmeleri (meyveleri) da aşağı eğdirildikçe eğdirilmiştir. 76/14

- Yanlarında gümüşten kaplar, billûr kupalar dolaştırılır. 76/15

- Gümüşten kadehler ki onları türlü ölçü ve biçimlere koymuşlardır. 76/16

- (Bu), orada bir çeşmedir ki adına sel sebil denir. 76/18

- Çevrelerinde de ebedileşmiş çocuklar dolaşır ki, onları görsen, kendilerini saçılmış inci sanırsın. 76/19

- Nereye baksan, bir nimet ve büyük bir mülk görürsün.  76/20

Cennet ehline hizmet eden bu çocuklar Kur’an’da tanımlanırken “Vilden” yani doğumla çoğalmış olarak belirtilmişlerdir, ayrıca “ebedileşmiş” olmalarının belirtilmesi de, onların önceden ölümlü oldukları ve ölümü tattıklarını belirtir. Ebedileşmiş olmaları sonradan kazandıkları bir vasıftır. Durum böyle olunca, bence anlaşılan odur ki, cennet ehline hizmet eden bu çocuklar, din teklifine muhatap olmadan ölen çocuklardır. Ayrıca, yetişkinlik yaşına kadar yaşam sürmelerine rağmen akıl özürlü olup dini teklif altına girmeyenleri de bu çocuklar konumunda düşünmemiz mümkündür. Ancak yaşamlarının ancak belirli bir süresinde akıl özürlü olanlar, özürlü olmadıkları yaşam sürelerinde ki amelleriyle yükümlüdürler.

İslam inancına göre ölenler yaşları ne olursa olsun ikinci bir sefer tekrar imtihan için dünyaya dönmezler. Dini teklif altına girmek suretiyle sorumluluk almamış olan bu kimselerin günahkarlıkları olmadığı gibi, yetişkin insanların bilerek işledikleri amelleri gibi iyi amelleri de yoktur. Bundan dolayı cennetteki konumları dünyadaki yaşamlarına uygundur. Dünya yaşamında çiçek neyse, küfür ve günaha bulaşmamış bu masum çocuklar da onlar gibidir. Onlar, Ahrette de cennetin güzel süslerindendirler, Allah onların bu durumlarını saçılmış inci benzetmesiyle bize bildirmiştir. Böylece de cennet ehli çocuksuz kalmamış olmaktadırlar.

Ölenlerin ikinci defa dünyaya imtihan edilmek üzere dönmeyecekleriyle ilgili olarak, Kur’an’dan mealen:
 
- İnkar edenlere de bağrılır: “Allah’ın (size) kızması, sizin kendi kendinize kızmanızdan daha büyüktür. Zira siz imana çağrıldınız da inkâr ederdiniz!” 40/10

- Dediler ki: “Rabb’imiz, bizi iki kez öldürdün ve iki kez dirilttin. Günahımızı itirâf ettik, Şimdi (şu ateşten) çıkmak için (bize) bir yol var mı (acaba)?” 40/11

- Allah’ı nasıl inkâr edersiniz ki, siz ölüler idiniz, o sizi diriltti; yine öldürecek, yine diriltecek; sonra O’na döndürüleceksiniz. 2/28

Görüldüğü gibi Kur’an’da iki ölüm ve iki diriliş bildirilmiştir. İlk ölüm dayaya gelmeden önce , Ruh’un dünyaya gelmeden önceki bedensiz halidir. Daha önce Kur’an’dan örnek vererek uyku ve ölüm bağıntısından bahsetmiştim. Uyku ve Ölüm Ruh’un yok olması değil, bedenden ayrılmasıdır. Ruhla beden canlılığı da aynı şey değildir, zira insan uykudayken kıpırdar, Ölmüş halde de tırnaklar ve saç uzar, fakat bedende Ruh mevcut değildir. Bundan dolayı konunun anlaşılması açısından bedenin canlılığını ve Ruh’un varlığını karıştırmamak lazımdır. Örneğin aniden kopan bir el veya ayak kısa bir müddet te olsa hareket edebilir bu onun bir parça canlılık taşıdığını gösterir, buna rağmen koptuğu bedenin benliğinde bir noksanlık meydana gelmez. Bundan dolayı Ruh’la canlılığın ayrı şeyler olduğu görülebilir. İkinci ölüm dünya hayatından ayrıldığımızda bildiğimiz ölüm halidir. Birinci diriliş dünyaya geldiğimiz haldir. İkinci diriliş, Ahrette dirildiğimiz haldir. Bundan dolayı, Kur’an’a göre, ikinci bir diriliş haliyle imtihan için tekrar dünyaya dönülüp dirilme yoktur. Tenasüh veya Reenkarnasyon inancı Kur’an’a göre geçersizdir.

Şimdi akla şöyle bir soru gelebilir, madem ki İslam dini açısından dünya imtihanı bir seferle sınırlıdır, o zaman yetişkin olarak yaşam süren akıl özürsüz her insan dini tebliğ almakta veya alabilecek durumda mıdır. Yoksa, bazı insanlar dünyanın ücra veya bazı yerlerinde dini tebliğden uzak ve habersiz olarak yaşam sürüp ölmekte midirler?

Kur’an’ı esas alarak konuya bakacak olursak, her ümmete muhakkak bir uyarıcının (Nezir, başka bir ifadeyle peygamber) gönderildiğini görürüz. Kur’an’dan mealen:

- Biz seni gerçek ile birlikte müjdeleyici ve uyarıcı olarak  gönderdik. Her ümmet içinde mutlaka bir uyarıcı bulunmuştur. 35/24

- Her ümmetin bir peygamberi vardır. Peygamberleri geldiği zaman, aralarında adaletle hükmedilir ve onlara asla zulmedilmez. 10/47

- Andolsun ki biz, “Allah’a kulluk edin ve Tâğût’tan sakının” diye (emretmeleri için) her ümmete peygamber gönderdik. Allah, onlardan bir kısmını doğru yola iletti. Onlardan bir kısmı da sapıklığı hak ettiler. Yeryüzünde gezin de görün, yalanlayanların sonu nasıl olmuştur! 16/36

Peygamberimiz ise alemlere rahmet olarak gönderilmiştir.bunun manası, gelmesiyle birlikte bütün alemlerin peygamberi olduğudur, bundan dolayı bütün alemler Kur’an’a uymakla yükümlüdür. Peygamberimizden sonra peygamber gelmeyeceğinden, kendisine ulaşmanın tek yolu getirdiği Kur’an’a uymaktır. Peygamberler din tebliğinde, yanlış tebliğden masum idiler, onların dışında olan bizler böyle bir vasfımız olmadığından söylediğimiz bütün dini sözlerin Kur’an ölçüsüne göre denetlenerek, uygun olduğu görüldükten sonra kabul edilmesi gereklidir, uygun değilse İslam dini açısından geçerliliği olmadığından red edilmesi gerekir. İslam dinini anlaşılmasında tek kaynak ve tek ölçü Kur’an’dır.

Kur’an’dan mealen:

- (Ey Muhammed), biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik. 21/107

Peygamberin getirmiş olduğu tebliğden istifade edip, hidayet bulmak için, Kur’an’dan mealen:

- Tâğût’a ibadet etmekten kaçınan ve Allah’a yönelenlere müjde var. Müjdele kullarımı: 39/17

- Onlar ki, sözü dinlerler ve onun en güzeline uyarlar. İşte onlar Allah’ın kendilerini doğru yola ilettiği kimselerdir ve onlar aklıselim sâhipleridir. 39/18

- O’dur ki size âyetlerini gösteriyor ve sizin için gökten rızık indiriyor. Ancak (Allah’a) yönelen öğüt alır. 40/13

- Kafir olanlar diyorlar ki: Ona Rabbi’nden bir âyet (mucize) indirilmeli değil miydi? De ki: Kuşkusuz Allah dilediğini saptırır. Kendisine yönelenleri hidayete erdirir. 13/27
 

- “Dini ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin” diye Nuh’a tavsiye ettiğini sana vahyettiğimizi, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya tavsiye ettiğimizi Allah size din kıldı. Fakat kendilerini çağırdığın bu(din), Allah’a ortak koşanlara ağır geldi. Allah dilediğini kendisine seçer ve kendisine yöneleni de doğru yola iletir. 42/13

- Hiçbir musibet, Allah’ın izni olmadıkça isabet etmez. Kim Allah’a iman ederse, Allah da onun kalbine hidayet verir. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir. 64/11

Bir insanın hidayet bulması için, Allah’a yönelmesi, doğru yolu arzu etmesi gerekir. Allah, kendisine iman edenin kalbine hidayet verir. Bunun için insanın, dünyanın neresinde olduğu veya hangi devirde yaşadığı mani teşkil etmez.

Daha öncede Kur’an’a dayalı olarak belirttiğim gibi, insan fıtrat yani yaratılış olarak muvahhid tir. Allah’ın tek İlâh olarak Rabb’i olduğu gerçeğinin üzerini örtmeyip, buna iman eden kimse, Allah’ın hidayet vermesiyle kalbinde hidayet bulur. Rabb’inin kim olduğunu ve hayat gerçeğinin manasını amel olarak öğrenme olayına giriştiğinde, örneğin, kendisini kimin yarattığını, dünyaya nereden geldiğini, dünyada bulunmasının amacını ve öldükten sonra nereye gideceğini merak ederek öğrenmeyi araştırdığında, doğrulardan hoşlanıp benimseme isteğinde bulunması halinde, Allah onun kalbine hidayet ederek, Vahiyden istifade etmesinin yollarını açar.

İnsanın fıtrat en hanif yani Allah’ı bir tek İlâh olarak kabul etmeye uygun yaratıldığı hususunda, Kur’an’dan mealen:

- Sen yüzünü, Allah’ı birleyici (hanif) olarak doğruca dine çevir. Allah’ın yaratmasına (fıtratına) ki, Allah insanları bu fıtrat üzerine yaratmıştır. Allah’ın yaratması değiştirilemez. İşte doğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler. 30/30

Bu konuyla ilgili olarak İbrahim peygamberi örnek gösterecek olursak, Kur’an’dan mealen:

- İbrahim, babası Âzer’e demişti ki: “Sen putları ilâhlar mı ediniyorsun? Doğrusu ben seni ve kavmini açık bir sapıklık içinde görüyorum.” 6/74

- Böylece biz İbrahim’e göklerin ve yerin melekûtunu (iç yüzünü) gösteriyorduk ki, kesin inananlardan olsun. 6/75
 

- Üzerine gece basınca (İbrahim) bir yıldız gördü; “Budur Rabb’im” dedi. Yıldız batınca: “Batanları sevmem”, dedi. 6/76

- Ay’ı doğarken görünce: “Budur Rabb’im” dedi. O da batınca “Rabb’im beni doğru yola iletmezse, muhakkak sapıklığa düşmüş topluluktan olacağım” demişti. 6/77

- Güneşi doğarken görünce: “Budur Rabb’im, bu daha büyük” dedi. (O da) batınca dedi ki: “Ey kavmim, ben sizin (Allah’a) ortak koştuğunuz şeylerden uzağım.” 6/78

- Ben hanif olarak, yüzümü gökleri ve yeri yoktan yaratan Allah’a çevirdim ve ben müşriklerden değilim. 6/79

Böylece hidayet buldu, Allah ona peygamberlik verdi ve onu dost edindi. Kur’an’dan mealen:

- İşlerinde doğru olarak kendini Allah’a teslim eden ve İbrahim’in, Allah’ı bir tanıyan (hanif) dinine tabi olan kimseden dince daha güzel kim vardır? Allah İbrahim’i (kendine) dost edinmişti. 4/125

Hidayet bulmayanların durumuna gelince, bunlar hidayeti istemeyip hidayete götüren gerçeklere gözünü kapatıp, bu gerçeklerin üzerini örten kimselerdir. Bu konuda Kur’an’dan mealen:

- Gece ve gündüzün değişmesinden ve Allah’ın, göklerde ve yerde yarattığı şeylerde (Allah’ın azabından) korunan bir topluluk için nice deliller (ayetler) vardır. 10/6

- Bize kavuşmayı ummayan, dünya hayatına razı olup onunla yetinenler ve ayetlerimizden de gâfil olanlar, 10/7

- İşte kazandıkları işlerden dolayı onların varacakları yer, ateştir! 10/8

- Dünya hayatından sâdece (görünen) dış yüzünü bilirler; âhiretten ise onlar tamâmen gafildirler. 30/7

- Kendi nefislerinde hiç düşünmediler mi ki Allah, gökleri, yeri ve aralarındakileri ancak hak ile ve belli bir süre ile yaratmıştır. İnsanlardan çoğu, Rab’lerine kavuşmayı inkâr etmektedirler. 30/8
 

Yeryüzünde haksız yere büyüklenenleri ayetlerimden uzaklaştıracağım. Onlar her ayeti görseler de ona inanmazlar. Doğru yolu görseler, onu yol edinmezler, ama azgınlık yolunu görseler, onu yol edinirler. Bu onların ayetlerimizi yalanlamalarından ve onlara karşı gâfil olmalarındandır. 7/146

Görüldüğü gibi, hidayet bulmayanların, hidayet bulmamalarının nedeni bilgi kaynaklarının noksanlığından değil de, hidayeti bulmak istememelerindendir. Bunlar öyle kimselerdir ki, Allah’a kavuşmayı ummazlar, dünya hayatına razı olup onunla yetinerek, ayetleri boş verirler. Yer yüzünde büyüklenip, ayetleri yalanlayarak umursamazlar.

İnsanın bizzat kendisi, yer gök ve bunlar arasında bulunanlar bir harikalar alemidir. İnsan nereye dönüp baksa kendisini hayretlere düşürecek bir olayla karşılaşır, yeter ki bakmasını bilsin. Bizzat yaratıkların var olmasının varlığı bir harika olaydır. Varlık üzerinde derinleşerek bakanların hayretler içinde kalacağı bir çok olaylar olduğu gibi, dikkatlice biraz bakanların da hayretler içinde kalacağı olaylar mevcuttur. Örneğin: çok kolay bir şekilde, gözün ve tırnakların yaptıkları işe, yapılarına ve yerleşim yerlerine bak, hayretler içinde kalmamak mümkün mü? Başını kaldır ve gökyüzüne bak, güneşin, ayın ve yıldızların yaptıkları işe ve yerleşim yerlerine dikkat et, hayretler içerisinde kalırsın. Hele alemin yaratılışını ve var olmasını imkanlar nispetinde derinlemesine incelediğinde sonsuza kaçan bir hayretler zinciriyle karşılaşırsın. Alemde hiçbir şey boş, manasız sebepsiz değildir. Hele hayatın kendisi! Biz kimiz, nerden geldik, bu dünya ve içerisinde bulunduğu alem neresidir, ölüp te buradan ayrıldığımızda nereye gitmekteyiz, ölü bedenlerin genelde mezara taşındığını herkes bilebilir, fakat konu bu değildir zira biz bedenden ibaret değiliz, bedenle birlikte ruh denen bir varlığımız vardır, mahiyetini bilmediğimiz bu varlığın ölüm halinde bedende mevcut olmadığını gözlemlerimizle göre bilmekteyiz. Ölü bedenle bir arada, canlı haldeki gibi mezara gitmediği kesin ulan bu varlık, ölüm olayı meydana geldiğinde ne olmakta veya hangi konuma girmektedir, biz bunu duyularımızla ve gözlem araçlarımızla görememekteyiz. O zaman bu dünya hayatının ötesinde ne vardır ve bizi ne beklemektedir, biz aleme baktığımızda manasız hiçbir şey bulamıyoruz, hayatımızın bir manasının olmaması mümkün değildir. Bütün bunların sahipsiz ve başıboş olması da mümkün değildir. Hele büyük bir düzene sahip olan alemde, bir adaletin olmaması da mümkün değildir, örneğin bir çok zalim bu dünyada ceza görmeden, zulmünü sürdüre sürdüre ölüp gitmekte, birçok iyi kimsede, bu dünyada iyiliğinin karşılığını tam görmeden iyilik yapmayı sürdürerek ölüp gitmektedir. Ne zalimin cezasız nede iyi kimsenin mükafatsız kalmaması adaletin gereğidir. O zaman bu adalet nerede ve kimin tarafından gerçekleştirilmektedir. İnsan bu şekilde, Allah’ın varlığının ve birliğinin, ahret hayatı denen olayın işaretlerini bulabilir. İlâhın tek olması ve Takdir ettiği Adaletinde tek olması şarttır. İlâh, birden fazla olursa alemde üstün gelme mücadelesini yansıtan bir çatışma baş gösterirdi, fakat böyle bir şey görememekteyiz. Takdir ettiği adalet birden fazla olmuş olursa, iyi ve kötü, güzel ve çirkin belirsiz hale gelirdi fakat böyle bir şey de mevcut değildir, basitçe şöyle diyeyim, her nefis kendisine şeker veren ile, dayak atanı kolayca bir birinden ayıra bilir. Öyleyse iyi ve kötüyü tayin eden adalette birdir. Bizi sayamayacağımız kadar çok nimetlerle, rızıklandıran Allah, faydamıza olan bilgiyle de rızıklandırmıştır. Bunun için, Allah bir rahmet olarak, insanları bir çok konuda bilgilendirmek için peygamberleri göndermiştir. Hem de dini sorumluluk taşıyabilecekler arasında fert bazında olsa dahi bir boşluk meydana getirmeden, Yeter ki, insan hidayeti gerçek manada istesin ve yönelsin ve böylece rızıklansın, dünyanın neresinde ve hangi devirde olursa olsun, Allah ona hidayet eder. Hidayeti boş verip dünya hayatına razı olursa varacağı yer ateştir. Ayrıca boş vermekle kendisine layık gördüğü elbise hiçliktir.

Peygamberlerin fertlere ve kitlelere erişmeleri açısından örnek verecek olursak, Kur’an’dan mealen:

Rahmân ve Rahim Allah’ın adıyla.

- Yâsin 36/1

- Hikmetli Kur’an’a andolsun. 36/2

- Sen elbette gönderilmiş elçilerdensin. 36/3

- Doğru bir yol üzerinde. 36/4

- Üstün ve çok merhametli Allah’ın indirdiği (Kur’an yolu) üzerindesin. 36/5

- Babaları korkutulmamış ve gafil bulunan bir kavmi (kendisiyle) uyarman için gönderildin. 36/6

- (Mûsâ’ya) seslendiğimiz zaman sen Tur’un yanında değildin. Fakat Rabb’inden rahmet olarak (orada geçenleri sana bildirdik)ki senden önce bir uyarıcı (peygamber) gelmemiş olan kavmi uyarasın; belki düşünüp öğüt alırlar. 28/46

Peygamberin uyardığı kavme, önceden uyarılmamış olan babaları da dahildir. Yoksa ondan önce Araplar hiç uyarılmamış demek değildir. Kâbe’nin temellerini, İbrahim ve İsmâil peygamberlerin yükselttiğini düşün, Kur’an’dan mealen:

- İbrahim, İsmâil’le berâber Ev’in (Kâbe’nin) temellerini yükseltiyor: “Rabb’imiz bizden kabûl buyur, şüphesiz sen işitensin bilensin.” 2/127

Peygamberin, 36 Yasin 6 ve 28 Kasas 46 da bildirilen bizzat kendisinin tebliği ve kavimle ilişkisi, çağdaşlık ve yakın çevreyi uyarı ilişkisidir. Yoksa getirmiş olduğu vahiy kıyamete kadar tüm insanlar ve cinler için olup, kendisi alemlere rahmet olarak gönderilmiştir.

Kendisinden önce de, bütün ümmetlerin mutlaka peygamberi vardı.

Kur’an’dan mealen:

- Andolsun senden önce, evvelki (millet)lerin kolları içinde de elçilere gönderdik. 15/10

- Biz seni gerçek ile birlikte müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Her ümmet için mutlaka uyarıcı (gelip) geçmiştir.
35/24

- Andolsun ki, biz senden önce peygamberleri kavimlerine gönderdik; onlara deliller getirdiler ve biz, (onları dinlemeyip) suç işleyenlerden öç aldık. Müminlere yardım etmek üzerimize borç idi. 30/47

- Her ümmetin bir peygamberi vardır. Peygamberleri geldiği zaman, aralarında adaletle hükmedilir ve onlara asla zulmedilmez. 10/47

Görüldüğü gibi her ümmet için mutlaka bir uyarıcı vardır. Ümmet, herhangi bir hususiyet ile bir araya gelmiş olan her cemaate ümmet dendiği gibi, ayrı hususiyetleri olan tek bir fert bile bir ümmettir, bundan dolayı fert olsun topluluk olsun herkese mutlaka uyarıcı gelmiştir, uyarıcının gelmesi getirdiği mesajın ulaşması demektir, örneğin Kur’an kime ulaşırsa sanki peygambere muhatap olmuş gibi, getirdiği mesajı almış demektir.
 
Ümmet konusunda Kur’an’dan mealen:

- İbrahim Allah’a itaât eden, O’nu birleyen bir ümmet idi, Ortak koşanlardan değildi. 16/20

Bu da gösteriyor ki yetişkin insanların tamamının dini vahiyden istifade imkanı vardır. Eğer bir kimse gerçek manada hidayeti arzu ederse, Allah ona işittirir ve hidayet eder.

Tekrar Kütüb-i Sitte’deki konularımıza dönecek olursak:

249- Ahnef İbnu Kays radıyallahu anh anlatıyor: “Şu adamı kastederek (evden) çıkmıştım. Yolda Ebu Bekre radıyallahu anh’a rastladım. “Ey Ahnef nereye gidiyorsun?” dedi. “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın amca oğluna yardım etmeyi arzu ediyorum!” dedim. “Dön! Dedi. Zira ben, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın şöyle söylediğini işittim: “İki müslüman kılıçlarıyla birbirlerinin üzerine yürürlerse öldüren de ölende ateştedir!”......... (K.S. 4805 C.13 S.475 Akçağ 1992 alıntısı, Buhâri, Diyât 2, Fiten 10; Müslim Fiten 14,(2888); Ebû Dâvûd, Fiten 5,(4268); Nesâi, Tahrim 29,(7,125). )

Bu rivayetleriyle, zulmen saldırıya uğrayıp ta meşru müdafaa hakkını kullananın hakkını inkar etmişlerdir. Bu Kur’an’a uymayan bir iddiadır. Bu hususta Kur’an’da şöyle denmiştir, mealen:

- İşte böyle, Her kim, kendisine verilen eziyetin dengi ile karşılık verir de, bundan sonra kendisine yine bir tecâvüz ve zulüm vâki olursa, emin olmalıdır ki, Allah ona mutlaka yardım edecektir. Hakikaten Allah çok bağışlayıcı ve mağfiret edicidir.
22/60

- Allah’ın haram kıldığı canı haksız yere öldürmeyin. Kim zulmen öldürülürse, onun velisine yetki verdik. (öldürülenin hakkını arar. Ancak o da) öldürmede aşırı gitmesin (katil yerine, katilin akrabasını veya katille beraber bir başkasını öldürmesin) Çünkü kendisine yardım edilmiş (yetki verilmiş)tir. 17/33
 

- Eğer Müminlerden iki grup vuruşurlarsa onların arasını düzeltin; şayet biri ötekine saldırırsa Allah’ın buyruğuna dönünceye kadar saldıran tarafla vuruşun. (Allah’ın buyruğuna) dönerse artık adâletle onların arasını düzeltin ve (her hususta) âdil olun. Allah, adâlet(le hareket) edenleri sever. 49/9

Bu itibarla uydurdukları rivayet Kur’an’a uymadığı gibi, şu rivayetleriyle de çelişkilidir:

250- Abbâs İbnu Mirdas es-Sülemi radıyallahu anh’ın anlattığına göre: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm,.................. “Allah’ın düşmanı İblis, Rab Teâla hazretlerinin, ümmetimin hepsini mağfiret buyurduğunu öğrenince, yerden toprak alıp kendi yüzüne saçtı ve “Yazıklar olsun bana! Helak oldum, her emeğim boşa gitti!” diye bağırıp çağırmaya başladı. Onun bu korku ve üzüntüsünü görmek beni güldürdü” (K.S. 6901 C. 17 S.379 Akçağ 1993 alıntısı, İbn-i Mace 3013)

Yukarıda ki rivayette, Allah’ın zalim olsun mazlum olsun tüm Muhammed ümmetini af ettiğini söylemeleri evvelki rivayetleriyle çelişkilidir. Ayrıca, bütün Muhammed ümmetinin affedildiği şeklindeki rivayetlerinin asılsız olduğunu evvelce belirtmiştim.

251- Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Müslüman bir kimse öldü mü, Allah ona bedel bir Yahudi veya Hıristiyan’ı cehenneme koyar.” (K.S. 4514 C.13 S.75 Akçağ, alıntısı Müslim, Tevbe 50,(2767). )

Bu rivayet, Allah’a karşı yapılmış büyük bir iftiradır. Bir kimse bir suçu işlememişse o suçtan dolayı, Allah ona azap etmez. Şöyle ki, Kur’an’dan mealen:

- De ki: “Bizim işlediğimiz suçtan siz sorulacak değilsiniz; biz de sizin işlediğinizden sorulacak değiliz.” 34/25

- Yoksa kendisine haber mi verilmedi: Mûsâ’nın sahifelerinde (yazılı) olan. 53/36

- Ve çok vefâlı İbrahim’in (sahifelerinde yazılı şu gerçekler): 53/37

- Ki hiç bir günahkâr, başkasının günah yükünü yüklenmez.  53/38
 
Bu itibarla tahdis etmiş oldukları rivayet, Kur’an’la çelişkili olup aslı yoktur.

252- Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:  “kıyamet günü, ateşten bir parça, boyun şeklinde uzanır. Bunun, gören iki gözü, işiten iki kulağı, konuşan bir dili vardır. Der ki: “Ben üç takım (insanı cezalandırmak) için vazifelendirildim: Allah’la birlikte bir başka ilaha dua eden kimse, bile bile zulmeden cebbâr, tasvirciler.” (Resim, heykel v.s. Yapanlar) (K.S. 5121 C.14 S.440 Akçağ, alıntısı Tirmizi, Cehennem 1, (2577) )

253- İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:  “................ Kim bir sureti tasvir ederse (Kıyamet günü) azaba uğrar ve bu yaptığına ruh üflenmesi emredilir, ama üfleyemez.” (Bu cehennemde ebedi kalacağı manasındadır) (K.S. 5895 C.16 S.364 Akçağ, alıntısı Buhari, Ta’bir 45; Ebû Dâvûd, Edeb 96, (5024); Tirmizi, Rü’ya 8, (2284). )

Bu iddialarının aslı yoktur. İslam Dininde değil resim yapmak, heykel yapmak dahi men edilmemiştir, hatta övülmüştür. Şöyle ki, Kur’an’dan mealen :

- Süleyman’a sabah gidişi bir ay(lık mesâfe), akşam dönüşü bir bir ay(lık mesafe) olan rüzgarı boyun eğdirdik ve onun için erimiş bakırı da kaynağından sel gibi akıttık. Rabb’inin izniyle cinlerden bir kısmı, onun önünde çalışırdı. Onlardan kim buyruğumuzdan sapsa, onu alevli azâbı taddırırdık. 34/13

- Ona dilediği gibi kaleler, heykeller, havuzlar kadar (geniş) leğenler, sâbit kazanlar yaparlardı. “Ey Davud âilesi, şükredin!” kullarımdan şükreden azdır. 34/13

Görüldüğü gibi, heykel yapılması kötülenmemiş, aksine şükredilmesi gereken bir nimet olarak tanımlanmıştır. Zira yasak olan heykel yapmak değil, heykele tapmadır, bunların ikisi aynı şey değildir.

254- İyâs İbnu Sa’lebe el-Hârisi radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:


 

SONRAKİ  9. BÖLÜM İÇİN ANA SAYFAYA GİT = >  ANA SAYFA