ANA SAYFA

      1. KİTAP BÖLÜM 1

      1. KİTAP BÖLÜM 2

      1. KİTAP BÖLÜM 3

      1. KİTAP BÖLÜM 4

       1. KİTAP BÖLÜM 5

       1. KİTAP BÖLÜM 6

       1. KİTAP BÖLÜM 7

       1. KİTAP BÖLÜM 8

       1. KİTAP BÖLÜM 9 

       1. KİTAP BÖLÜM 10

        1. KİTAP BÖLÜM 11

        1.KİTAP BÖLÜM 12    

        1.KİTAP BÖLÜM 13

        1. KİTAP BÖLÜM 14

        1. KİTAP BÖLÜM 15

        1. KİTAP BÖLÜM 16

        1.KİTAP BÖLÜM 17

        1. KİTAP BÖLÜM 18

        1. KİTAP BÖLÜM 19 

        1. KİTAP BÖLÜM 20  

       1. KİTAP BÖLÜM 21  

       1. KİTAP BÖLÜM 22  

      1. KİTAP BÖLÜM 23 

      1. KİTAP BÖLÜM 24 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

         

            KÜTÜB-İ
          SİTTE'NİN

        
ELEŞTİRİSİ
               VE
     KUR'AN'A ARZI


         Fereç Hüdür

     KUR'AN ARAŞTIRMALARI

                                         

 

   

            BÖLÜM 9

 “Kim müslüman bir kimsenin hakkını, yemini ile ele geçirirse artık onun için cehennem vacib olmuştur. Allah Teâla ona cenneti de mutlaka haram kılmıştır.”
“Ey Allah’ın Resûlü! Az bir şey olsa da mı?” diye sormuşlardı.
“Misvak ağacından bir çubuk bile olsa! cevabını verdi.” (K.S. 5822 C.16 S.295-296 Akçağ, alıntısı Müslim, İmân 218,(137); Nesâi, Kadâ 29,(8,246). )

255- İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ anlatıyor: “İki kişi Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın huzurunda murâfaa olundular. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm müddeiden (davacıdan) beyyine (delil, şahit) talep etti. Adamın bey yinesi yoktu. Bunun üzerine davalıdan yemin talep etti. O, kendisinden başka ilah bulunmayan Allah’a kasem etti. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm:
“Hayır, sen (iddia edileni) yaptın. Ve lâkin La ilahe İllallah sözündeki ihlas sebebiyle mağfiret olundun!” buyurdu.” (K.S. 5832 C.16 S.308 Akçağ, alıntısı Ebû Dâvûd, Eymân 16,3275). )

İki rivayetin çelişkili olduğu açıktır. Birinde yalan yemin eden ebedi cehennemlik olurken, diğerinde peygamber huzurunda muhakeme edilirken yalan yere yemin eden af ediliyor.

256- Ebu Sa’id radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:  “Hakkıyla cehennemlik olan cehennemlikler var ya, onlar cehennemde ne ölürler ne de yaşarlar. Lâkin günahları -yahut hataları denmiştir- sebebiyle ateşe dûçar olan bir kısım kimseler vardır ki, ateş onları tamamen öldürür. Yahut kömür olduktan sonra, kendilerine şefaat edilme izni verilir. Böylece grup grup getirilirler ve cennet nehirlerine dağıtılırlar. Sonra:  “Ey cennet ehli! Bunların üzerine su dökün” denilir. Bunlar, sel yatağında biten bir ot gibi yeniden biterler.” (K.S. 5152 C.14 S.467 Akçağ, alıntısı Müslim, İman 306, (185). )

257- İmrân İbnu Husayn radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın şefaati ile bir kısım insanlar cehennemden çıkacak, cennete girecektir. Bunlara cehennemlikler denecektir.” (K.S. 5154 C.14 S.469 Akçağ, alıntıları Buhari, Rikâk 513, Ebû Dâvûd, Sünnet 23,(4740); Tirmizi, Cehennem 10,(2603). )

258- Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Cehenneme giren iki kişinin oradaki bağırtıları şiddetlenecek. Allah Teâla Hazretleri: “Çıkarın bunları!” buyuracak. Onlara: “Niçin bağırıyorsunuz?” diye soracak. Onlar: “Bize merhamet edesin diye böyle yaptık!” diyecekler. Rab Teâla: “Benim size rahmetim gidip kendinizi ateşe atmanız şeklindedir!” buyuracak. Onlar gidecekler. Biri kendisini ateşe atacak. Allah da ateşi ona soğuk ve selametli kılacak. Diğeri kalkar fakat kendisini ataşe atamaz. Allah Teâlâ hazretleri: “Arkadaşının attığı gibi, seni de kendini atmaktan alıkoyan nedir?” diye sorar. Adam: “Ey Rabbim, beni ondan çıkardıktan sonra oraya bir kere daha göndermeyeceğini ümit ediyorum!” der. Allah Tealâ hazretleri: “Haydi ümidini verdim!” der. İkisi de Allah’ın rahmetiyle cennete sokulurlar.” (K.S. 5155 C.14 S.469-470 Akçağ, alıntısı, Tirmizi, Cehennem 10,(2602). )

Daha önce verdiğim örneklerde Mümin olarak ölen kimselerin günahı ne kadar çok olursa olsun cehenneme hiç girmeden cennete gireceğini, hatta Peygamberi gören veya peygamberi göreni gören kimseye ateş değmeyeceğini iddia ettiklerini rivayet örnekleriyle birlikte vererek yazmıştım. Yukarıdaki rivayetlerde bir kısım kimselerin ateşe girdikten sonra çıkacaklarını iddia etmeleri çelişkilidir.

Bu tür rivayetlerle, cehenneme giren bir kısım insanların bir müddet azab gördükten sonra ordan çıkarılıp cennete götürüleceklerini iddia ettiler. Güya bir kısmı peygamberin şefaat etmesiyle ve hatta bir kısmı da bağırıp feryat etmekle cehennemden kurtulmasının mümkün olduğunu tahdis ettiler. Bu ise, insanları boş umutlara sürükleyen, onların takvalı olmamalarına sebep olan bir iddiadır. Cehenneme girdikten sonra, oradan çıkarılıp cennete götürüleceğine umut bağlayan bir çok kimse. Ben müslümanım bu bana yeter deyip, dini görevlerini yerine getirmediği gibi, haramlardan da kaçınmamaktadır. Hal bu ki durum hiçte öyle değil. Cehenneme azap görmek üzere giren bir kimse ebediyen, ne azaptan kurtulur, nede cehennemden çıkar. Bu husus çok önemli olduğundan tekrar belirtmemde fayda vardır. Bu konuda Kur’an’dan mealen:

- Suçlular, cehennem azâbında ebedi kalacaklardır.  43/74

- Kendilerinden (azâb) hiç hafifletilmeyecektir. Onlar azâb içinde ümitsizdirler 43/75

- Biz onlara zulmetmedik; fakat onlar kendileri zâlim idiler. 43/76
 

- “Ey Malik! Rabbin bizim işimizi bitirsin!” diye seslenirler. Malik de “Siz böyle kalacaksınız!” der. 43/77

Görüldüğü gibi, cehennem ehlinin cennete gidip girmeye umutları olmadığı gibi. Azaptan kurtulmak için yok olmayı istiyorlar o dahi kabul edilmiyor. Allah tarafından af edilenler, cehenneme hiç girmeden, cennete gidip girerler. Cennete girdikten sonra ordan da bir daha çıkmak çıkmak söz konusu değildir. Bu itibarla uydurmuş oldukları rivayetlerin aslı yoktur.

259- ........... Bana kardeşim Abdulhamid, Süleymân ibn Bilal’dan; o da Sevr’den; o da Ebû’l-Gays’tan; o da Ebû Hüreyre (R)’den tahdis etti ki, Peygamber(S) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet günü ilk çağrılacak kimse Âdem Peygamberdir. Zürriyeti ona arz olunup görürler. Onlara:
- Bu, babanız Âdem’dir! denilir.
Âdem:
- Lebbeyke ve sa’deyke (yâ Rabb)! der.
- Zürriyetinden cehennem kafilesini çıkar(gönder)! buyurur.
Âdem:
- Yâ Rabb! Ne kadar çıkarayım? der.
Allah:
- Her yüz kişiden doksan dokuzu çıkar buyurur”. ........... (Buhari, Kitâbu’r Rikaak H.116 C.14 S.6442 Ötüken 1989 )

260-............ Ebû Said (R) şöyle dedi: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: “Allah Taâlâ:
- Yâ Âdem! buyurur.
Âdem hemen cevâp olarak:
- Yâ Rabb, mükerreren icâbet eder, her emrini yerine getirmeye dâimâ kıyâm eylerim. Ve her hayır Sen’in iki elinde(emir ve nehyinde)dir, der. Allah Teâla:
- Ateşe girecekleri (halk arasından) çıkarıp gönder! der .
Âdem:
- Yâ Rabb, ateşe göndereceklerinin miktarı ne kadardır? diye sorar.
Allah Taâlâ:
- Her bin kişiden dokuzyüzdoksandokuzu! diye cevâb verir. .......” (Buhari, Kitâb’r-Rikaak H.117 C.14 S.6443-6444 Ötüken 1989)
 
Bu iki rivayet çelişkilidir, birinde yüz kişiden bir kişi kurtulacak derken, öbüründe bin kişiden bir kişi kurtulacak denmiştir. Arada tam on misli fark vardır. Rivayetleri incelediğimde dikkatimi çeken şeylerden biri; bu rivayetleri uyduranların rakamlarla aralarının pek barışık olmadığıdır. Bu itibarla, rakamsal çelişkiye düşülen bu rivayetlerinde aslı yoktur.

Ayrıca, hesap günü cehennemlikleri bir araya getirmek ve cehenneme sürmek Adem peygamberin işi olmadığı gibi, insanlar hesaba çekilmek üzere ayrı ayrı gruplar teşkil ederek ve her insanın kendi imamıyla olması şeklindedir. Her insan hayattayken kimi önder kabul edip onun peşinden gitmişse, ahrette de hesabını almaya onunla birlikte gider. Kıyamet günündeki durumlarla ilgili olarak Kur’an’dan bazı ayet örnekleri, mealen:

- Sûra üflendi. İşte bu, o tehdid(in gerçekleşmesi) günüdür. 50/20

- Her can, yanında bir sürücü ve bir şâhitle geldi. 50/21

- (Allah ona): “Andolsun, sen bundan gaflet içinde idin. Biz sen(in gözün)den perdeni açtık: bu gün artık gözün keskindir.” (dedi). 50/22

- Yanındaki arkadaşı : “İşte yanımdaki hazır” dedi. 50/23

- (Allah sürücü ve şâhide buyurdu ki): “Haydi ikiniz atın cehenneme her inatçı nankörü!” 50/24

- Her insan topluluğunu önderleri ile birlikte çağırdığımız o günde kimin kitabı sağından verilirse, onlar, en küçük bir haksızlığa uğramamış olarak kitaplarını okurlar. 17/71

- Her insanın (amel) kuşunu boynuna doladık, kıyâmet günü onun için açılmış olarak bulacağı bir kitap çıkarırız:  17/13

- “Kitabını oku, bugün nefsin sana hesapçı olarak yeter!” (deriz). 17/14

- Kitab (ortaya) konulmuştur. Suçluların, onun içindekilerden korkarak: “Vah bize, bu kitap da ne oluyor, ne küçük, ne de büyük hiçbir şey bırakmıyor, her (yaptığımız ) şeyi sayıp döküyor!” dediklerini görürsün. Yaptıklarını hazır bulmuşlardır. Rabb’in kimseye zulmetmez. 18/49
 

Uydurdukları rivayetlerin Kur’an’a uymadığı açıktır.

261- Ebu Hüreyre radıyallâhu anh anlatıyor: “Resulûllah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Allah Teâla Hazretleri cenneti yarattığı zaman Cibril aleyhisselâma :
“Git ona bir bak! Buyurdular. O da gidip cennete baktı ve: “(Ey Rabbim!) Senin izzetine yemin olsun, onu işitip de ona girmeyen kalmayacak, herkes ona girecek!” dedi. (Allah Teâla Hazretleri) cennetin etrafını mekruhlarla (nefsin hoşlanmadığı şeylerle) çevirdi. Sonra: “Hele git ona bir daha bak!” buyurdu. Cebrail gidip ona bir daha baktı. Sonra da:  “Korkarım ona hiç kimse girmeyecek!” dedi. Cehennemi yaratınca, Cebrâil’e: “Git, bir de şuna bak!” buyurdu. O da gidip ana baktı ve:
“İzzetine yemin olsun, işitenlerden kimse ona girmeyecektir!” dedi. Allah Teâla hazretleri de onun etrafını şehvetlerle (nefsin arzuladığı, câzip şeylerle) kuşattı. Sonra da: “Git ona bir kere daha bak!” dedi. O da gidip ona baktı. Döndüğü zaman:
“İzzetine yemin olsun, tek kişi kalmayıp herkesin ona gireceğinden korkuyorum!” dedi.” (K.S. 5124 C.14 S.442-443 Akçağ, alıntıları Ebû Dâvûd, Sünnet 25,(4744); Tirmizi, Cennet 21,(2563); Nesâi, Eymân 3, (7, 3). )

Ayrıca, Müslim ve Tirmizi’nin Enes’ten tahdis ettiklerini söyledikleri rivayette de:

262- Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Cennetin etrafı mekârihle (nefsin hoşlanmadığı şeylerle) sarılmıştır. Cehennemin etrafı da şehevi (nefsin arzuladığı, câzip) şeylerle sarılmıştır. (K.S. 5125 C.14 S.444 Akçağ, alıntısı, Müslim ve tirmizi. )

Cennetin etrafında olanların hoş şeyler olmadığını söylemekle, Cennete gitmeye sebep olan tüm amellerin, örneğin, İman etme ile güzel ameller işlemenin nefse hoş gelen şeyler olmadığını. Fakat, Cehenneme gitmeye sebep olan, şirk, küfür, fısk, zülüm ve isyanın nefse hoş gelen şeyler olduğunu iddia etmişlerdir. Bu ise kafir ve
 müşrik olduklarının kendi ağızlarından itiraflarıdır. Çünkü, mümin ve takvalı bir kimse cennete götüren amellerden hoşlanır, cehenneme götüren amellerden hoşlanmaz. Bu ise iddia ettiklerinin tersine bir durumdur. Bu konuda örnek verecek olursam, Kur’an’dan mealen:

- Hem bilin ki, içinizde Allah’ın elçisi vardır. Şâyet o, birçok işlerde size uysaydı, sıkıntıya düşerdiniz. Fakat Allah size imanı sevdirmiş ve onu kalplerinize ziynet yapmıştır. Küfrü, fıskı ve isyânı da size çirkin göstermiştir. İşte doğru yolda olanlar bunlardır. 49/7

- (Bu, size) Allah’tan bir lütuf ve nimettir. Allah bilendir; hikmet sâhibidir. 49/8

Yukarı da, mealini yazmış olduğum ayetlerle, yapmış oldukları rivayetler bir birine terstir. Bu itibarla yapmış oldukları rivayetlerin aslı yoktur.

263- Mutarrıf İbnu Abdillah’ın anlattığına göre, bu zatın iki hanımı vardı. Bunlardan birinin yanından çıkmıştı. Geri dönünce, hanımı: “Falan hanımın yanından geliyor olmalısın!” dedi.mutarrıf: “Hayır, dedi İmrân İbnu Husayn’ın yanından geliyorum. O bana Resûlullah’ın şu sözünü nakletti: “Cennet sakinlerinin en azı kadınlardır.” (K.S. 3309 C.10 S.98 Akçağ 1990, alıntısı Müslim, Zikir 95, (2738). )

264- Usâme İbnu Zeyd (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “(Mirâç sırasında) cennetin kapısında durup içeri baktım. Oraya girenlerin büyük çoğunluğunun miskinler olduğunu gördüm. Dünyadaki imkân sahiplerinin cehennemlikleri ateşe gitmeye emr olun muşlardı, geri kalanlar da mahpus idiler. Cehennemin kapısında da durdum. Oraya girenlerin büyük çoğunluğu da kadınlardı.” (K.S. 2075 C.7 S.449 Akçağ 1988 alıntısı, Buhari, Rikak 51, Müslim , Zühd 93, (2736). )

Uydurmuş oldukları bu rivayetlerle ve daha birçok rivayetlerde kadınları İslam dininden soğutmayı amaçladıkları gibi, tipik kadın düşmanlığı sergilemişlerdir. O kadar yoğun ve aşağılayıcı bir şekilde uydurma rivayetleriyle kadınlara saldırmışlardır ki, İslam dinine saldırmaları konusu bir tarafa, şiddetle kadınları kötülemeye gayret etmişlerdir. Ayrıca yine bir çok rivayetleriyle maddi imkan sahiplerini kötüleyip miskinleri övmüşlerdir. Miskinliğin manası: Fakirlik ve yokluktan doğan acizliktir. Bu iki hususu hangi toplum veya ülke benimseyip uygularsa yıkımdan kurtulamaz. İslam dininde, ne cinsiyet ne ırk ne zenginlik nede fakirlik cennete veya cehenneme gitmek için ölçü değildir. Ölçü olan takvadır. Cennet ve cehennem dışında ceza olarak mahpusluk diye bir şey yoktur.

Kadın düşmanlıklarıyla ilgili olarak Kur’an’dan mealen:

- Onlardan birine dişi (çocuğu olduğu) müjdelendiği zaman içi öfkeyle dolarak yüzü kapkara kesilir. 16/58

- Kendisine verilen müjdenin kötülüğünden dolayı kavminden gizlenir. (şimdi ne yapsın) onu, hakaretle tutsun mu, yoksa toprağa mı gömsün! Bak ne kötü hüküm veriyorlar.  16/59

İşte kadınlar hakkında bu rivayetleri uyduranlar da, mealini vermiş olduğum ayetlerde belirtilen kimseler gibi kadınlardan, başka bir ifadeyle dişi cinsten nefret eden kimselerdirler. Kadınlara karşı olan nefretlerini, çok azı müstesna çoğu cehenneme gidecek, çok azı cennete gidecek demek suretiyle tatmin etmek istemişlerdir. Hal bu ki, İslam dinin de önemli olan, erkek veya dişi olmak değil de, inanç ve amel, başka bir ifadeyle takva önemlidir. Kur’an’dan mealen:

- İnanıp iyi işler yapanlar, - ki hiç kimseye gücünün üstünde bir şey teklif etmeyiz- İşte onlar cennet halkıdır, onlar orada ebedi kalacaklardır. 7/42

  KEVNİ KONULAR HAKKINDA UYDURDUKLARI HADİS ÖRNEKLERİ

265- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Hz. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) (bir gün) aya bakarak: “Ey Aişe, şunun şerrinden Allah’a sığın. Bu, (ayet’i kerimede geçen) ğâsıktır. (Ayet): “Kaybolduğu zaman ayın şerrinden...” demektir”. (K.S. 901 C.4S.427 Akçağ 1988, alıntısı, Tirmizi, Tefsir, Muavvizateyn, (3363) )

Ay ve güneş, büyük faydalarının yanında, gök yüzünün iki süsüdür, bunlara dahi saldırmaktan kendilerini alamamışlardır. Zira onlar güzel olan her şeye düşmandırlar. Ay’a yapmış oldukları saldırılarına delil olarak 113 Felâk 3 ncü ayetini göstermişlerdir. Bu ayette bahsi geçen, Ay olmayıp, bastıran karanlıktır. Şöyle ki, Kur’an’dan mealen:
 
  Rahman ve Rahim Allah’ın adıyla

- De ki: Sığınırım ben, karanlığı yarıp sabâhı ortaya çıkaran Rabb’e: 113/1

- Yarattığı şeylerin şerrinden, 113/2

- Bastırdığı zaman karanlığın şerrinden, 113/3

Görüldüğü gibi, Ay dan bahsedilmeyip çöken karanlıktan bahsedilmektedir. Öyle ki, karanlık çökmesi, beraberinde bir çok tehlikeleri getirebilmektedir. Ay’dan ise Kur’an’da karanlık olarak değil, Nur olarak bahsedilmiştir. Yani, Ay’ın vasfı karanlık olmayıp nurdur. Şöyle ki, Kur’an’dan mealen:

- “Görmediniz mi Allah nasıl yedi göğü, birbiri üstünde tabaka tabaka yarattı ? 71/15

- “Ve Ay’ı bunların içinde bir nur yaptı. Güneşi de bir lâmba yaptı.” 71/16

Görüldüğü gibi Ay şerli değildir, bundan dolayı uydurmuş oldukları rivayetin aslı yoktur.

Güneşe de saldırıda bulunarak onu da şeytana taç yapma yönün de rivayetler uydurmuşlardır. Bu rivayetlerini maskelemek için de, namazı öne sürmüşlerdir veya kafirler Güneş’e doğuşu ve batışı zamanlarında secde ediyorlar bahanesini uydurmuşlardır. Bu tür şeyler boş iddialardır. Zira Dünyanın tamamını düşündüğümüzde günün her anında, Güneş bir yerde batarken bir başka yerde doğmaktadır. Yani dünyanın dönüşüyle birlikte dünyanın tamamına yakın bir kısmında güneş kesintisiz bir doğuş ve batış halindedir. Bu duruma göre, güneş şeytanın boynuzları arasından doğar ve batar şeklinde iddia da bulunmak, güneşin, şeytanın boynuzları arasından günün her saati hiç ayrılmıyor manasındadır. Bu konuda uydurmuş oldukları rivayetlerden örnekler verecek olursam:

266- ........... İbn Umer (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: “Güneşin hâcibi (yani ışığı) göründüğü vakit, güneş iyice meydana çıkıncaya kadar nâmazı bırakınız. Güneşin hâcibi battığı zamân da tâ kayboluncaya kadar nâmazı yine bırakınız. Kılacağınız namazınız için güneşin ne doğma zamânı, ne de batma zamânını tercih ediniz. Çünkü o bir şeytânın-yâhud şeytânın- iki boynuzu arasından çıkar.” ............. (Buhâri, Kitâbu Bed’i’l-Halk C.7 S.3070 H.81 Ötüken 1987. )
 
267- Abdullah es-Sunâbihi (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Güneş, beraberinde şeytanın boynuzu olduğu halde doğar, yükselince ondan ayrılır. Bilahare istiva edince (tepe noktasına gelince) ona tekrar mukarenet (yakınlık) peydah eder. Zevalden sonra (tepe noktasından ayrılıp batıya meyletti mi) ondan yine ayrılır. Batmaya yakın tekrar ona yakınlık peydah eder, batınca ondan ayrılır.” Resûlullah (aleyhissâlâtu vesselâm) işte bu vakitlerde namaz kılmaktan men etti.” (K.S. 2418 C.8 S.303 Akçağ, alıntısı, Nesâi mevâkit 31, (1,275). )

268-. ... Amr b. Abese’den demiştir ki:
- Ben (resûl-i Ekrem’e hitaben): “Ey Allah’ın Resulü, gecenin hangi saatinde (ibadet ve) dua daha makbuldür?” dedim. (O şöyle) cevap verdi: “-Gecenin son vaktinde. Sabah namazını kılıncaya kadar ve istediğin (nâfileyi) kıl. Çünkü (bu vakitte kılınan) namaz, (ve sevabı) yazılmıştır. (Sabah namazını kıldıktan) sonra, güneş doğup da bir veya iki mızrak boyu yükselinceye kadar (namaz kılmayı) bırak. Çünkü güneş şeytanın boynuzları arasından doğar ve kâfirler güneşe (o saatte) tapınırlar. Sonra mızrak gölgesiyle bir oluncaya kadar ve istediğin kadar kıl. Çünkü (bu saatte kadar kılınan ) namaz şahitlidir (ve sevabı) yazılmıştır. Mızrak gölgesiyle bir olduktan sonra namazı bırak. (Çünkü o saatte) cehennem kızdırılır ve kapıları açılır. Güneş (batıya) meyledince ikindi namazını kılıncaya kadar (ve) istediğin (nafiley)i kıl. Çünkü bu (saatte kılınan) namaz şahitlidir. (ikindi namazından) sonra güneş batıncaya kadar namazı bırak. Çünkü (güneş) şeytanın boynuzları arasında batar ve kâfirler ona (o saatte) tapınırlar.” (Ebû Dâvud, k. Salâtu’t-Tatavvu’(5),Bâb 10 H.1277 C.5 S.41-42 ayrıca, Buhari, be dul-halk 11, Müslim, müsâfirin 290,294; mesacid 174; Nesâi, mevâkit 35,40; İbn Mâce, ikâme 148. (Şamil 1988) )

Görüldüğü gibi, güneşin şeytanın iki boynuzu arasında doğduğu ve battığı hususunda karar kılmışlardır. Bu ise güneşe karşı hem saldırganlık hem de nankörlüktür.

Uydurmuş oldukları diğer bazı rivayetler, güneşin gece nereye gittiği konusundadır. Günün her anında ve her vakit dünyada  mevcut olduğunu bilmediklerinden, gece sabah oluncaya kadar Güneş’in, arşın altına gittiğini zannetmişlerdir. hal bu ki, dünyada bir yer gece iken diğer bir yer gündüzdür. Güneş ışığı dünya üzerinden ayrılmamaktadır. Bu gerçeğe aykırı olarak uydurdukları rivayetlerden örnek verecek olursam:

269-.......... Ebû Zerr (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) güneş battığı zamân bana:
“Güneş nereye gider, bilir misin?” diye sordu.
Ben: Allah ve Resûlü en bilendir, dedim.,
Resûlullah şöyle buyurdu:
- “Güneş gider, tâ Arş’ın altında secde eder (âdetince doğudan doğmak üzere) izin ister de ona izin verilir (ve doğu tarafından doğar. Bununla berâber insanların günahları üzerine doğmayı fenâ görür). Ve bu hâlde secde etmeye yaklaşır. Fakat secdesi kabûl olunmaz. (Doğacağı yerine gitmeye) izin ister; izin verilmez. Ona: Artık nereden geldinse oraya dön! denilir. O da battığı taraftan doğar. ................ (Buhari, Kitâbu Bed’i’l-Halk H.9 C.7 S.3017 Ötüken 1987. )

Tabiat gerçeklerine uymayan bu rivayetler asılsızdır.

Daha önce, Ay’ın fiilen iki parçaya ayrılarak, bir parçası dağın arkasına bir parçası da önüne gittiği şeklinde uydurmuş oldukları rivayetten bahsetmiştim. (K.S. 5607)

Mevsimler konusunda ise, Yaz ve Kışın, cehennemin nefesinden olduğunu iddia ederek, şu şekilde rivayetler uydurmuşlardır:

270-. .......... Bize Sufyân (ibn Uyeyne) tahdis edip şöyle dedi: Biz bunu ez-Zuhri’den ezberledik, o da Said İbnu’z-Müseyyeb’den; o da Ebû Hureyre’den. Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: “Sıcak şiddetli olduğu zamân namâzı serinliğe bırakın. Çünkü sıcağın şiddeti cehennemin kaynamasındandır. Cehennem ateşi Rabb’ına şikâyet arz etti de: Yâ Rabb, bir kısmım bir kısmımı yedi, (yâni ben beni yiyiyorum, izin ver) dedi. Allah da iki defa nefes almasına izin verdi. Nefesin biri kışın, diğeri yazın. İşte hissetmekte olduğunuz sıcağın en şiddetlisi ile soğuğun en şiddetlisi budur”. (Buhâri, Kitâbu Mevâkiti’s-Salât H.14 C.2 S.607 Ötüken 1987. )
 
Bilindiği gibi, mevsimlerin oluşması dünya ekseninin güneş düzlemine eğik olması dolayısıyladır. Güneş ışınlarının dünyaya dik veya eğik gelmesi, mevsimlerin oluşmasına neden olmaktadır. Dünyada bazı yerler kış mevsimini yaşarken, bazı yerlerde yaz mevsimini yaşamaktadırlar. Onun için iddia ettikleri gibi, bütün dünyayı kapsayacak şekilde yaz ve kış sıralaması yoktur. Ayrıca, asırlardan beri kutuplar devamlı buzla kaplıdır. Bunların iddialarıyla bunu izah etmek mümkün değildir. Diğer bir hususta Yaz ve Kış cehennemin nefesiyle ilgiliyse, ilkbahar ve sonbahar neyle ilgilidir? Onun içindir ki, uydurmuş oldukları bu tür rivayetler, gerçeklerle bağdaşmayan boş iddialar olmaktan öteye gidemezler.

Ayrıca Kur’an öğretisine göre cehennemin soğuk olma vasfı yoktur. Kış soğuğuyla cehennem arasında ilişki kurmaları da Kur’an’a aykırıdır. Kur’an’dan mealen:

- Solun adamları (amel defterleri, sol tarafından verilenler), nedir o solcular! 56/41

- Delikçiklere işleyen bir ateş ve kaynar su içinde, 56/42

- Kara dumandan bir gölge altında, 56/43

- Ki ne serindir, ne de faydalı. 56/44

HADLER VE KISAS HAKKINDA UYDURDUKLARI RİVAYET      ÖRNEKLERİ

Bir toplumun sağlıklı bir şekilde ayakta durabilmesi için, o toplumda sağlam bir disiplin olması şarttır. Sağlam bir disiplin de ancak adaletli, hakkaniyetli ve güçlü bir ceza hukukuyla mümkündür. Bir topluma uygulanan ceza hukuku adaletsiz ve zalimane şekilde sert olursa, uygulandığı toplumu ezmek suretiyle öldürür. Eğer adaletsiz, gevşek ve belirsiz ise bu sefer toplum bir birini ezmeye başlar. Bunun da neticesi diğerinden farklı değildir. Sonuç yine o toplumun ölümüyle neticelenir. Onun için bir topluma yapılacak en büyük saldırılardan bir tanesi o toplumun adaletli ceza hukukunu bozmak veya o toplumu adaletli bir ceza hukukundan yoksun bırakmaktır. Böylece suç ve ceza denkliği kaybolur ceza ya isabetli olmaz yada suçtan caydırıcı olmaktan çıkar. Rüşvetler yayılır, Aynı suça aynı ceza verilmez, suçu işleyen şahsa göre ceza verme yoluna gidilir. Örneğin: maddi gücü olana ayrı ceza, maddi gücü olmayana ayrı ceza verilir. Bununda serbest bir şekilde uygulana bilmesi için çelişik ve bir birine uymayan  hükümlerin elde bulunmasına ihtiyaç vardır. Böylece yargıç keyfine göre içlerinden seçip uygulama imkanına sahip olmuş olur. İşte, hadis adı altında rivayet uydurmacıları, İslam ceza hukuku yönünde tam bu noktada İslam toplumuna saldırıda bulunmuşlardır. Bu konu da uydurmuş oldukları rivayetlerden örnekler verecek olursam, şöyle ki:

271- Ubâdetu’bnu’s-Sâmit (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a bir vahiy geldiği zaman, vahiy sebebiyle ona bir gam ve keder alır, yüzünün rengi uçardı.Bir gün Cenab-ı Hakk yine vahiy indirmişti ki aynı hal onu sardı. Keder hâli açılınca: “Zina haddiyle ilgili hükmü) benden alın. Allah onlar hakkında yol kıldı (yani çok açık şekilde had beyan etti) : Bekâr bekârla zina yapmışsa cezası yüz sopa ve bir yıl sürgündür. Dul dulla zina yaparsa yüz sopa ve recm’dir.” (K.S. 544 C.3 S.389 Akçağ 1988, alıntıları Müslim, Hudud 13,1690.H; Ebû Dâvud, Hudud 23, 4415; Tirmizi, Hudud 8, 1434. )

272-............ Zeyd ibn Hâlid ile Ebû Hureyre(R)’den; şöyle demişlerdir: Peygamber (S): “Yâ Uneys (ibni’ d-Dahhâk), şu zinâ suçu isnad edilen kadına git, eğer o kadın zinâ ettiğini itiraf ederse ona racm cezâsı uygula” buyurdu. (Buhâri, Kitâbu’t-Vekâle H.14 C.5 S.2145 Ötüken 1987. )

273-............ Abdullah ibn Abbâs (R) şöyle demiştir: Umer İbnu’l-Hattâb (R) şöyle dedi:  -Ben insanlar üzerine zamânın uzayıp da herhangi bir sözcünün: “Biz Allah’ın Kitâbı’nda recmi bulmuyoruz” demesinden ve böylece Allah’ın indirmiş olduğu bir farizayı terk etmek sûretiyle sapmalarından endişe etmişimdir. Dikkat ediniz! Evli olduğu hâlde zinâ eden kimse üzerine buna beyyine delâlet ettiği yâhud gebelik yâhud itiraf olduğunda recm cezâsı sâbit olmuş bir haktır! dedi. Sufyân ibn Uyeyne: Ben bunu böylece ezberledim: Umer: -Dikkat edin! Rasûlullah (S) recm etmiştir. O’ndan sonra biz de recm yaptık, dedi, demiştir. (Buhâri, Kitâbu’l-Muhâribin min Ehli’l-Küfri ve’r-Riddeti H.24 C.14 S.6680-6681 Ötüken 1989. )

274- ............. İbn Şihâb şöyle demiştir: Bana Ebû Seleme ibn Abdirrahman, Câbir ibn Abdullah (R)’tan şöyle tahdis etti: Eslem kabilesinden (Mâiz ibn Mâlik isminde) bir adam, Rasûlullah(S)’a geldi aleyhine dört defâ şahâdet etti. Bu şahâdetler üzerine Rasûlullah  emretti de o adam recm olundu. Bu adam evli olduğu hâlde zinâ etmişti. (Buhari, Kitâbu’l- Muhâribin min Ehli’l-Küfri ve’r-Riddeti H.13 C.14 S.6667 Ötüken. )

Yukarıda yazmış olduğum dört rivayet örneğinde görüldüğü gibi. Bekarın bekarla zina etmesi halinde verilecek cezanın yüz sopa ve bir yıl sürgün olduğu. Erkeklerden veya kadınlardan evlenip de zina eden kimseler zina ettikleri zamanda dul dahi olsalar uygulanacak olan cezanın recm cezası olduğunu kesin olarak iddia ettiler. Yani tahdis ettiklerine göre böyle kimseler ölünceye kadar taşlanacaklardır. Bu cezanın Kur’an dışında bir ayet olduğunu iddia ile, bunu uygulamayan kimselerin sapıklığa düşeceğini ve ayet her ne kadar Kur’an’da yer almamışsa dahi yine de uygulanmasının farz olduğunu iddialarına mesnet yaptılar. Bu iddiaları gerçeğe uymamaktadır. Eğer müslümanlar Kur’an’da yer almayıp nesh edilmiş, yani iptal edilmiş ayetlerden sorumlu iseler, bu ayetleri uygulamamaları halinde sapacaklarsa o zaman nesh edilmiş ve Kur’an’da yer almayan ayetlerin aranıp bulunması mecburiyeti doğmuş olur. Bunun manası Kur’an dışında Kur’an aramaktan başka bir şey değildir. Hem bu öyle bir arayıştır ki bulunan eldeki Kur’an ayetlerini nesh yani iptal edebilmektedir. Tahdis ederek var ve geçerli olduğunu iddia ettikleri recm ayeti, kendi ifadeleriyle mensuh olduğunun söylenmesine rağmen, değil mi ki recm ayeti mensuh olarak Kur’an dışında vardır deyip, Kur’an’da mevcut ayetlerden üstün tutmaktadırlar. Böylece bir rivayetten başka bir şey olmayan bu iddialarını Kur’an’a üstün tutmakla, rivayetlerinin Kur’an’dan üstün olduğunu söylemiş olmaktadırlar. Zaten daha önce de belirttiğim gibi rivayetleri din olarak kabul edenlerin temel hareket noktası rivayetlerin Kur’an’ı nesh yani iptal edebileceğini iddia etmeleridir ve bunu da önderleri ağzından açıkça söylemekten de çekinmemişlerdir. Dikkat edilirse, rivayetleri uydurmalarında ki temel amaç müslümanları Kur’an’dan uzaklaştırmaktır, burda da yapmak istedikleri ayni şeydir, bundan dolayı eldeki Kur’an dışında, elde ki Kur’an’dan daha üstün ayetler ihtiva eden Kur’an Külliyatı vardır ve siz bundan sorumlusunuz demektedirler.

Bilindiği gibi nesh iptal manasındadır, buna rağmen Allah tarafından iptal edilmiş bir ayetin uygulanması gerektiği nasıl iddia edilebilir, bu durumda iptalin hiçbir manası kalmaz, bu da açık bir  çelişki meydana getirir. Kur’an ise çelişkilerden uzak bir kitaptır. Allah tarafından nesh edilen veya unutturulan her ayetin yerine mutlaka, Allah tarafından Kur’an’a bir ayet getirilmiştir. Kur’an’da boşluk olması mümkün değildir. Onun için Kur’an dışında gidip ayet aramanın gerektiğini veya Kur’an ayetidir deyip Kur’an dışında hüküm uygulamayı önermek, şeytanın bir hilesinden başka bir şey değildir.

Nesih konusunda Kur’an’dan örnek verecek olursam, mealen:

- Biz, bir ayeti nesh edersek, yahut unutturursak, ondan daha hayırlısını, yahut onun dengini getiririz. Allah’ın her şeye kadir olduğunu bilmez misin? 2/106

Görüldüğü gibi iddiaları Kur’an’a uymamaktadır. Ayrıca recm konusunda da çelişkili iddialar içerisindeler. İşlerine geldiği zaman recm cezası uygulamamak için rivayetler uydurmuşlardır. Bu tür rivayetlerine örnek verecek olursam:

275- Şa’bi (rahimehumullah) anlatıyor: “Hz. Ali (radıyallahu anh), kadını recm ettiği zaman onu perşembe günü dövdü, Cuma günü de recm etti. Ve şunu söyledi: “Onu Kitabullah(ın hükmü) ile celde, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın sünneti ile de recm tatbik ettim”. (K.S. 1611 C.6 S.246 Akçağ 1989 alıntısı Buhâri, Hudud 21. )

Bu rivayette recmin farz olmayıp sünnet olduğunu tahdis etmekle, evvelki rivayetleriyle çelişkiye düşmüşlerdir.

276- Ebu İmâme (radıyallahu anh) anlatıyor: “ Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile beraber mescide idik. O esnada bir adam geldi ve: “Ey Allah’ın Resûlü, ben bir hadd işledim, bana cezasını ver!” dedi. Resûlullah adama cevap vermedi. Adam talebini tekrar etti. Aleyhissalâtu vesselâm yine sükut buyurdu. Derken (namaz vakti girdi ve) namaz kılındı. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) namazdan çıkınca adam yine peşine düştü, ben adamı takip ettim. Ona ne cevap vereceğini işitmek istiyordum. Efendimiz adama:
“Evinden çıkınca abdest almış, ab destini de güzel yapmış mıydın?” buyurdu. O:
“Evet ey Allah’ın Resûlü!” dedi. Efendimiz:
“Sonra da bizimle namaz kıldın mı?” diye sordu. Adam:
“Evet ey Allah’ın Resûlü!” deyince, Efendimiz:
“Öyleyse Allah Teâla haddini - veya günahını demişti-  affetti” buyurdu”. (K.S. 2320 C.8 S.214 Akçağ 1989, alıntıları. Buhari, Hudud 27, Tevbe 44, 45,(2764,2765); Ebu Dâvût, Hudud 9,(4381). )

277- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın yanında idim. Bir adam huzuruna gelerek:“Ey Allah’ın Resûlü, dedi, ben bir hadd(suçu) işledim, cezasını tatbik et!”  Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) adama (bir şey) sormadı. Derken namaz vakti girdi. Rasûlullah’la birlikte o da namaz kıldı. Aleyhissalâtu vesselâm namazını tamamlayınca, adam yanına geldi ve: “Ey Allah’ın Resûlü dedi, ben hadd (çeşidine giren bir suç) işledim. Bana Allah’ın kitabını tatbik et!”  “Efendimiz: “Öyleyse git. Zira Allah, senin günahını affetti” veya -haddini affetti” dedi.” (K.S. 2321 C.8 S.217 Akçağ, alıntısı. Buhari, Hudud 17; Müslim, Tevbe 44, 45, (2764-2765), Hudud 24,(1696). )

Bu son iki rivayette, kişi hadd cezası gerektirecek ne suç işlerse işlesin, eğer namaz kılıyorsa affedilmiştir demektedirler, böylece had cezasını gerektirecek her ne suç işlemiş olursa olsun böyle bir kimseye kesinlikle had cezası uygulanamaz, zira rivayetlerde kendisine hadd cezası uygulanmasını talep eden ve namaz kıldığından dolayı affedildiği söylenen şahıs, hadd cezasını gerektirecek hangi suçu işlediğini söylememiştir. Buda zina dahil bütün hadd cezalarının namaz kılan kimse hakkında uygulanamayacağı manasındadır. Böylece işlerine geldiği zaman hadd cezasını kişi namaz kılıyor diye uygulamaya bilirler. Veya hadd cezası uygulanacak şahıs suç işledikten sonra namaza başlasa dahi bu rivayetlere göre kendisine hadd cezası uygulanamaz. Böylece iddialarına göre namaz kılan şahıslar serbestçe zina edebilirler veya başkaca had suçu işleyebilirler.. Örneğin bu konuda bir rivayette şöyle demişlerdir:

278-............ İbn Mus’ûd (R) şöyle demiştir: Bir kimse (yabancı) bir kadından bir öpücük aldı. Müteâkiben o zat Peygamber’e geldi ve olan işi ona haber verdi. Bu hâdise üzerine Aziz ve Celil olan Allah, şu âyeti indirdi:  “Gündüzün iki tarafında, gecenin de yakın saatlerinde dosdoğru namâz kıl. Çünkü güzellikler kötülükleri (günâhları) giderir. Bu, iyi düşünenlere bir öğüttür” (Hûd 114) Bunun üzerine o kimse: Yâ Rasûlullah, bu yalnız benim için mi? Diye sordu. Rasûlullah (S): “Ümmetimin hepsi için, bütün ferdleri içindir” buyurdu. (Buhari, Kitâbu Mevâkiti’s-Salât H.5 C.2 S.600-601 Ötüken 1987. )

İstedikleri zaman istedikleri cezayı uygulamamak ve insanları, Allah yolundan saptırmak için, kişi eğer sevap işliyorsa kötülük işlemek ona zarar vermez iddiasında bulundular. İddialarına delil olarak ta Hûd sûresi 114 ayetini gösterdiler. Hal bu ki, Hûd Sûresi 114. Ayetinde kastedilen, iyilik edenlerin veya başka bir deyişle, hayır işleyenlerin, işlemiş oldukları sevapları, onlardan kötülükleri uzaklaştıracağı yani bu kimselerden kötü işlerin uzaklaşacağı, böylece bu kimselerin günah işlememek için dirençlerinin artacağı şeklindedir. Dikkat edilirse Hûd Sûresi 114. Ayette bu husus için Namaz örnek gösterilmiştir. Durumun onların iddia ettikleri gibi olmadığını belirtmek için , Kur’an’dan örnek verecek olursam, mealen:

- Gündüzün iki tarafında ve gecenin (gündüze) yakın saatlerinde namaz kıl; çünkü iyilikler, kötülükleri uzaklaştırır. Bu, ibret alanlara bir öğüttür. 11/114

- Kitab’dan sana vahye dileni oku ve namazı da kıl. Çünkü namaz, kötü ve iğrenç şeylerden vazgeçirir. Allah’ı anmak, elbette en büyük (ibadet)tir. Allah, ne yaptığınızı bilir. 29/45

Demek ki, kastedilen, sevabın varsa günah işlesen sana zararı olmaz manasında değildir. Sevap işlersen takvalı bir kimse olursun, kötülük işlememek için direncin artar, kötülükler senden uzaklaşır manasındadır.

İslami konular da o kadar ciddiyetsiz ve saldırgandırlar ki, karışıklık çıkarmak için akıllarına gelen her çeşit bozukluğu rivayet etmekten çekinmezler. Örneğin recm konusunda şu rivayeti naklettiler:

279- ............. Amr İbn Meymûn şöyle demiştir: ben Câhiliyet devrinde zinâ etmiş olan maymunun üzerine birçok maymunların toplanmış olduklarını gördüm. Maymunlar o zina eden maymunu recm ettiler. Ben de maymunlar topluluğunun berâberinde zinâ eden maymuna taş attım. (Buhari, Kitâbu Menâkıbi’l-Ensâr H.68 C.8 S.3600-3601 Ötüken 1987. )
 
Recm cezasının uygulanmasını savundukları rivayetlerde, uygulanma şartını şahsın evlenmiş olup olmadığı hususuna bağlamışlardır. Böylece karşı tarafın durumu hiç dikkate alınmamıştır. Öyle ki, kendisiyle zina edilen kimse cinsiyet yönünden erkek midir, kadın mıdır, veya zina bir hayvana mı uygulanmıştır, veya namuslu bir kadın mı saldırıya uğramıştır, veya küçük bir çocuk mu zorla zina olayına alet edilmiş veya zina olayın da zinayı işleyen iki taraf bunu anlaşarak gönüllü olarak mı yapmışlardır. Bu gibi hususlar hiç dikkate alınmamıştır. Örneğin, bekar olup hiç evlenmemiş bir kimse, namuslu bir kadına veya kıza saldırıp zorla tecavüz ederse buna uygulanacak cezanın yüz sopa ve bir yıl sürgün olduğunu, fakat evlenmiş olan veya evlenmiş olup ta dul kalmış bir kimsenin bir fahişeyle anlaşarak zina etmesi halinde bu kimseye uygulanacak cezanın recm olduğunu hatta fahişenin de evlenmiş olması durumunda ona da aynı cezanın uygulanacağı iddi ve rivayet etmeleri adaletsiz bir uygulamadır ve Kur’an’ın bu hususlarda ihtiva ettiği hükümlere uymamaktadır. Kur’an’ın bu hususlarda ihtiva ettiği ayetlerden örnekler vererek konuya bakacak olursak durum şudur, mealen:

- Zina eden kadın ve zinâ eden erkeğin her birine yüz değnek vurun; Allah’a ve âhiret gününe inanan (insan)lar iseniz Allah’ın dini(ni uygulama hususu)nda sizi, onlara karşı acıma duygusu tut(up engelle)mesin. Müminlerden bir grup da yapılan azaba şahit olsun. 24/2

Yukarıda meali yazılı bu ayet, başkaları tarafından hiçbir zorlama olmadan kendileri isteyerek nefislerine uymak suretiyle karşılıklı anlaşarak zina eden erkek ve kadınlar hakkındadır. Evli veya bekar olmaları bu durumu değiştirmez. Yani, karşılıklı anlaşmak suretiyle zina eden erkek ve kadının her birine, evli olsunlar veya bekar olsunlar verilecek ceza aynıdır. Ancak müslüman bir kimseyle evli olup ta zina eden mümin cariyelere, hür olup ta zina eden kadınlara verilen cezanı yarısı verilir, bu da gösteriyor ki, zina eden evli kadınlar recm edilemez, zira recm ölünceye kadar taşlanmak demektir. Durum böyle olunca, zina eden ve bir müslümanla evli olan bir mümin cariyeye nasıl yarım recm uygulamak mümkün olur, çünkü recm ederek yarı öldürmek diye bir şey mümkün değildir. Kur’an’dan bu hususta örnek verecek olursam, mealen:
 
- İçinizden inanmış hür kadınlarla evlenmeye gücü yetmeyen kimse elleriniz altında bulunan inanmış genç kızlarınız (sayılan) cariyelerinizden alsın. Allah sizin imanınızı daha iyi bilir. Hepiniz bir birinizdensiniz ( hepiniz adem soyundansınız. İnsanlık bakımından aranızda bir fark yoktur). Öyle ise iffetli yaşamaları, zina etmemeleri ve gizli dost da tutmamaları şartıyla sahiplerinin izniyle onlarla evlenin, ücretlerini (mehirlerini)de güzelce verin. Evlendikten sonra bir fuhuş yaparlarsa onlara hür kadınlara yapılan cezanın yarısı (uygulanır). Bu(cariye ile evlenme), içinizden sıkıntıya düşmekten korkanlar içindir. Sabretmeniz ise sizin için daha iyidir. Allah bağışlayan, esirgeyendir. 4/25

Görüldüğü gibi rivayetleri, Kur’an’la çelişmektedir. Zira yarım recm cezası uygulanması mümkün değildir. Eğer iddia ettikleri gibi zina eden evlilere recm cezası uygulanması gerekiyorsa, aynı suçu işleyen cariyelere yarım recm uygulaması nasıl izah edilebilir.

Daha önce belirttiğim gibi zina suçu işlendiğinde verilecek cezayı, işleyenler yönünden evli olup olmamaları esasına bağlamışlardır. Bu esasa göre bekar olup ta mümin kadınlara zorla tecavüz eden kimselere yüz değnek ve bir yıl sürgün cezası, evli olup ta bir bir fahişeyle zina eden kimseye, velev ki dul olsa dahi recm cezası uygulanacağını iddia etmişlerdir. hal bu ki, Kur’an’a göre durum hiçte öyle değildir. Mümin kadınlara değil saldırıp tecavüz etmek, onlara sözle iftira edipte eziyet edenlere, bu hallerinden vazgeçmemeleri halinde, Kur’an’a göre uygulanacak ceza yakalandıkları yerde öldürülmeleridir! Bu hususta Kur’an’dan, mealen:

- Mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara, bir şey yapmadıkları halde eziyet edenler, bir iftira ve açık bir günah yüklenmişlerdir. 33/58

- Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına (bir ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman) örtülerini üstlerine almalarını söyle. Onların tanınmaması ve incitilmemesi için en elverişli olan budur. Allah, çok bağışlayan, çok esirgeyendir. 33/59

- Andolsun iki yüzlüler, kalplerinde hastalık bulunanlar, şehirde kötü haberler yayanlar (bu hallerinden )  vazgeçmezlerse seni onlara musallat ederiz (onlarla savaşmanı ve onları şehirden sürüp çıkarmanı sana emrederiz); sonra orada, senin yanında ancak az bir zaman kalabilirler. 33/60

- Lanetlenirler; nerede rastlansalar yakalanır öldürülürler.  33/61

- Allah’ın önceden geçen milletler hakkında da sünneti (kanunu) budur, ve Allah’ın sünnetinde bir değişme bulamazsın. 33/62

Görüldüğü gibi, müminlere iftira edenlere, bu huylarından vazgeçmemeleri halinde verilecek ceza o iftiracıların öldürülmesidir. Bu duruma göre fiilen saldıranlara nasıl olurda yüz değnek vurulacağı iddi edilebilir. Bu Kur’an’a uymayan asılsız bir iddiadır.

Recm konusun da, Kur’an’dan örnek aldığımızda, bu cezanın erkek, erkeğe sapık cinsi ilişki içinde olan, Lût kavmine verildiğini görürüz. Yaptıklarının kötü bir şey olduğu kendilerine bildirilmiş olmasına rağmen, ıslah olmayan, Lût peygamberin kavmi üzerine Allah taş yağdırmıştı. Bu konuda Kur’an’dan mealen:

- Lût’u da (gönderdik). Kavmine dedi ki: “Siz, sizden önce âlemlerden hiç birinin yapmadığı fuhuş'u mu yapıyorsunuz?  7/80

- “Siz, kadınları bırakıp erkeklere şehvetle gidiyorsunuz ha! doğrusu siz, israfçı (azgın) bir kavimsiniz! 7/81

- Kavminin cevabı: “Onları (şu Lût ve taraftarlarını) kentinizden çıkarın, çünkü onlar, fazla temizlenen insanlardır” demekten başka olmadı. 7/82

- Biz de onu ve âilesini kurtardık, yalnız karısı(nı kurtarmadık). Çünkü o, geride kalanlardan oldu. 7/83

- Ve üzerlerine bir (taş) yağmur(u) yağdırdık; bak işte suçluların sonu nasıl oldu! 7/84

Ayrıca bu cezayı emsal olarak aldığımızda, benzer sapık ilişkilerinde bu ceza kapsamına girdiğini görürüz. Örneğin, kişinin kendi öz annesiyle, öz kardeşiyle, küçük çocuklarla veya eşiyle normal olmayan yoldan veya hayvanlarla yapacağı cinsel ilişkiler bu tür ilişkilerdendir, bu ve bu gibi ilişkiler recm cezası kapsamına girer. Şu kadarla ki kişi yaptığının suç olduğunu bilmiş olmalı, yani uyarılmış veya uyarılmış olduğundan şüphe olmamalıdır. Eğer kişi kesin olarak  yaptığının suç olduğunu bilecek konumda ise, suç konusunda uyarıldığı ve buna rağmen direterek suç işlediği kabul edilir.

Lût kavminin uyarıldığı konusunda Kur’an’dan mealen:

- Ve üzerlerine bir yağmur yağdırdık, uyarıl(ıp da yola gelmey)enlerin yağmuru hakikaten çok kötü oldu! 26/173

- Emrimiz gelince, oranın altını üstüne getirdik ve üzerlerine (balçıktan) pişirilip istif edilmiş taşlar yağdırdık. 11/82

- (O taşlar:) Rabbin katında işaretlenerek (yağdırılmıştır). Onlar zalimlerden uzak değildir. 11/83

Ceza hukukuyla ilgili olarak, diğer hadis rivayetlerinden örnekler:

280- Habib İbnu Sâlim (rahimehumullah) anlatıyor: “Abdurrahman İbnu Huneyn denen bir adam karısının câriyesine temasta bulundu. Hâdise, Kûfe emiri Nu’man İbnu Beşir (radıyallahu anh)’e götürüldü. “- Ben, dedi, hakkınızda, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın hükmüyle hükmedeceğim: “Eğer zevcen, cariyeyi sana helâl ederse, yüz deynek yiyeceksin, helâl etmezse recm edileceksin...”
Sonra (tahkik etti) karısının câriyeyi adama helâl ettiğini görünce, emir yüz deynek vurdu”. (K.S. 1598 C.6 S.224 Akçağ, alıntıları, Tirmizi, Hudûd 21,(1451); Ebu Dâvud, Hudûd 28,(4458,4459); Nesâi, Nikâh 70,(6,124); İbnu Mâce, Hudûd 8,(2551). )

281- Seleme İbnu Muhabbak (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), hanımının câriyesine temas eden bir adam hakkında şöyle hükmetti: “Eğer, adam câriyeyi zorladı ise, câriye hürdür, adam, câriyenin efendisine (yani karısına) mislini borçlanmıştır, câriye rıza göstermişse, câriye adamın olur, câriyenin efendisine, onun bir mislini borçlanır.” (K.S. 1599 C.6 S.225 Akçağ, alıntıları, Ebu Dâvûd, Hudud 28,(4460,4461); Nesâi, Nikâh 70,(7,124); İbnu Mâce, Hudûd 8,(2553). )

Her iki rivayette işlenen olay aynı olmasına rağmen verilen hükümler bir birleriyle çelişkilidir. Birinci rivayette yüz değnek veya recm söz konusu iken, ikincisinde sadece cariyenin bedeli borçlandırılmıştır.

282- ........... Âise (R): Peygamber (S) zamânında hiçbir hırsızın eli mıcenn denilen yâhud hacefe denilen bir kalkan bedelinden daha

 

 SONRAKİ 10.  BÖLÜM İÇİN ANA SAYFAYA GİT = >  ANA SAYFA