KÜTÜB-İ
SİTTE'NİN
ELEŞTİRİSİ
VE
KUR'AN'A ARZI
Fereç Hüdür
KUR'AN ARAŞTIRMALARI
BÖLÜM 22
813- İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile birlikte iki rek’at öğleden evvel, iki rek’at sonra, keza iki rek’at cuma’dan sonra, iki rek’at akşamdan sonra, iki rek’at yatsıdan sonra namaz kıldım. Akşam ve yatsı(dan sonrakiler evinde idi.” (K.S. 2930 C.9 S.259 Akçağ, alıntıları: Buhari, Teheccüd 29,25, 34; Cum’a 39; Müslim, Müsafirin 291 (729), Cum’a 71,(882); Muvatta, 69,(1,166); Ebû Dâvud, Salât 290,(1552); Nesâi, İkâmet 64,(2,119), Cum’a 43,(3,113); Tirmizi, Salât 220,(433,434). )
814- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Sünnette gelen on iki Rek’ate kim devam ederse Allah ona cennette bir ev bina eder. Bu on iki rek’atin:
* Dördü öğleden önce,
* İkisi öğleden sonra,
* İkisi akşamdan sonra,
* İkisi yatsıdan sonra,
* İkisi de sabahtan önce.” (K.S. 2931 C.9 S.260 Akçağ, alıntıları: Tirmizi, S3alât 206,(414); Nesâi, Kıyamu’l-Leyl 66,(3,260); İbnu Mâce, İkâmet 100, (1142). )
815- Hz Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “İki namaz var ki, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bunları ne gizli ne de aleni olarak seferde ve hazerde hiç terk etmedi: Sabahtan önce iki rek’at, ikindiden sonra iki rek’at.” (K.S. 2939 C.9 S.260 Akçağ, alıntıları: Buhari, Mevâkitu’s-Salât 33, 73; Müslim, Salâtu’l-Müsâfirin 300,(835); Ebû Dâvud, Salât 290,(1253); Nesâi, Mevâkitu’s-Salât 36,(1,281), Kıyâmu’l-Leyl 56,(3,251,252). )
816- Hz. Ali (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sabah ve ikindi hariç her namazın arkasından iki rek’at (nafile) namaz kılardı.” (K.s. 2933 C.9 S.262 Akçağ, alıntısı: Ebû Dâvud, Salât 299,(1275). )
817- Ümmü Habibe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: Kim öğleden önce dört, öğleden sonra da dört (rek’at nafile) kılarsa, Allah onu ateşe haram eder. (K.S. 2955, 2956 C.9 S.274-275 Akçağ, alıntıları: Ebû Dâvud, Salât 296(1269); Tirrmizi, Salât 317,(427,428); Nesâi, Kıyâmu’l-Leyl 67,(3,265). )
818-. ... Abdullah b. Ömer (r.a.)’den rivâyet edildiğine göre; Resûlullah (s.a.) öğle namazından önce iki rekat, öğle namazından sonra dört rekat, akşamdan sonra evinde iki rekat ve yatsıdan sonra iki rekat kılardı. Cumadan sonra (evine) dönünceye kadar namaz kılmazdı (evine dönünce) iki rekat kılardı. (Ebû Dâvûd, K.Salâtu’t-Tatavvu’ (5), Bâb 1 C.4 S.498 H.1252 Şamil, ayrıca: Buhari, teheccüd 29; Müslim, müsâfirin 104; Nesâi, ikâme 64. )
819-. ... Âişe (r.anhâ’dan; demiştir ki:
- Peygamber (s.a.) öğle namazından önceki dört (rekat)’la sabah namazında önceki iki rekatı terk etmezdi. (Ebû Dâvud, K.Salâtu’t-Tatavvu’ (5), Bâb 2 C.4 S.500 Şamil, ayrıca: Buhari, teheccüd 34; Nesâi, kıyâmu’l-leyl 56. )
820-. ... İbn Ömer (r.a.)’den; demiştir ki: Resûlullah (Sallallâhu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu:
“-İkindinin farzından önce dört rekat (namaz) kılan kimseye Allah rahmet etsin. (Ebû Dâvûd, K.Salâtu’t-Tatavvu’ (5), Bâb 8 C.5 S.29 Şamil, ayrıca: Tirmizi, mevâkit’us-salât, 201; İbn Mâce, ikame 109.)
821-. ... Ali (r.a)’den rivayet edildiğine göre; Peygamber (s.a.) ikindi namazından önce iki rekat(lık bir namaz) kılardı. (Ebû Dâvûd, K.Salâtu’t-Tatavvu’ (5), Bâb 9 C.5 S.30 Şamil. )
822- İbnu Abbâs radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm hazer namazını ve sefer namazını farz kılmıştır. Biz hazarda farzdan önce ve sonra sünnet kılardık. Seferde de farzdan önce ve sonra sünnet kılardık. (K.S. 6306 C.17 S.48 Akçağ, alıntısı: İbni Mace 1072. )
823-. ... Ebû Hüreyre (r.a.)’den; demiştir ki: Resûlullah (s.a.) şöyle buyurdu:
İbnu’s-Sabbâh’ın rivayetine göre, “Cumadan sonra namaz kılacak olan kimse dört rekat kılsın.”
İbn Yûnus’un rivayetine göre ise Efendimizin beyânı şu şekildedir:
“- Cumayı kıldığınızda arkasından dört rekat de (nâfile) kılınız.”
Süheyl şöyle dedi: Babam bana; “yavrum, eğer câmide iki rekat kılar sonra da eve gidersen, iki rekat (de orada) kıl” dedi. ( Ebû Dâvud, K.Salât (2), Bâb 236,238 C.4 S.253 H.1131 Şamil, ayrıca: Müslim, Cuma 69; Tirmizi Cuma 24; İbni Mâce, ikâme 95. )
Farz namazların sünnetleriyle ilgili olmak üzere on bir rivayet yazdım, bunlar incelendiğinde aralarında bir çok çelişki görmek mümkündür, şöyle ki:
Öğle namazı için, 813. Rivayette önce iki, sonra iki rakat, 814. Rivayette önce dört sonra iki rekat, 816. Rivayette sonra iki rekat, 817. Rivayette önce dört, sonra dört rekat, 818. Rivayette önce önce iki, sonra dört rekat, 819. Rivayette önce dört rekat olarak tahdis etmişlerdir. Böylece iç içe çelişkiler meydana gelmiştir. Diğer vakitler arasıdaki çelişkiler de bu şekilde sıralanarak görülebilir.
Böylece hangi farz namazın kaç rekat sünneti olduğunu ve ne zaman kılınacağını kesin olarak bilmek imkansız hale gelmiş olur. 822 İnci örnekte, Peygamberin namazı farz kıldığını söylemeleri ise İslam dinine ters düşen bir durumdur. Zira namazı Allah farz kılar, Peygamber ise farzı koyan değil, farzı yerine getirmekle mükellef kimsedir. İslam dininde Allah’tan başka hiç kimse din koyamaz, dini ancak ve ancak Allah koyar.
Rivayetlerden yüzotuzüç örnek seçerek namaz konusunda neler tahdis ettiklerini aralarındaki çelişkileri, Kur’an’a ve bugün kılınmakta olan namaza aykırı yönlerini yeri geldikçe göstermeye çalıştım. Tenkide konu olabilecek rivayetleri yalnız bunlardan ibaret değildir, konuyu uzatmamak için yüzotuzüç örnekle yetindim. Bu örnekler bile rivayetleri dikkate alacak bir kimsenin çelişki ve tutarsızlıklarından dolayı namaz kılmayı öğrenemeyeceği açıktır. Örneğin: Farz namazlar için hazerde (ikamet edilen yerde) dört rekattir diye tahdis ediyorlar, hal böyle olunca akşam farzını üç ve sabah namazı farzını iki rekat olarak kılmayı neyle izah ediyorlar? Zira uygulama ile rivayetler çelişmektedir. Diğer taraftan namaz kılarken Kur’an okunup okunmayacağı, tekbir getirip getirilmeyeceği, ses tonunun nasıl olması gerektiği, hatta Bismillehirrahmanirrahim dahi denip denemeyeceği çelişkili rivayetlerden dolayı meçhuldür, ve bunun gibi birçok çelişkili rivayetleri mevcuttur. Görüldüğü gibi verdiğim rivayet örnekleri, çelişkili durumu göstermek açısından, anlamak isteyen bir kimse için ibret vericidirler.
Hal böyle olmasına rağmen iddia ediyorlar ki, rivayetler olmamış olsaydı biz namazın nasıl kılınacağını bilemezdik. Zira onlara göre, namaz kılma şekli Kur’an’da belirsizmiş, namaz ancak rivayetlerle öğrenilirmiş. Aslında namazı Kur’an’dan anlamamalarına neden olan husus Kur’an’ı anlayamamalarıdır. Yoksa, namaz Kur’an’da bütün hususiyetleriyle açıktır. Şöyle ki:
KUR’AN’A GÖRE NAMAZ
Kur’an’ı esas alarak namazın ne olduğunu anlatırsak konu kolayca anlaşılır, bunun için öncelikle "Salat " kelimesinin ne anlama geldiğinin bilinmesine ihtiyaç vardır. Bu husus ta Kur’an’dan mealen:
- Ey iman edenler! Cuma günü salat (namaz) için çağrıldığı(nız ) zaman Allah’ı anmağa (zikretmeğe) koşun, alışverişi (işi gücü) bırakın. Eğer bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır. 62/9
Bu ifadelerden anlaşılacağı gibi, Cuma günü salat (namaz) için ezan okunduğunda ezanı duyan Mümin kimselerin salat davetinden anlayacağı şey, Allah’ı zikretmeğe yani anmaya davet edildiğidir. Peki bir Mümin Allah’ı nasıl anar; bir Mümin, Allah’ı anarken neler söyler diye düşündüğümüzde, bunun Kur’an’da ki Allah’ı övgü ifadelerini esas alan bir övgü anışı olduğunu görürüz. Böylece salat kelimesinin kapsadığı mana, bu yönüyle, kabul edilin yani sevap kazandıran bir salat olması için, İsteyerek ve severek Allah’ı övmek gereklidir. Ayrıca bu övgü, Allah için söz konusu olunca keyfi olmayıp Kur’an öğretisini esas alarak yapılan bir övgü olmalıdır. Bu da, tesbih, tahmid, tekbir gibi güzel sözlerdir.
Allah için salat ederken, Allah adının anılmasının gerekli olduğuyla ilgili olarak Kur’an’dan mealen:
- Doğrusu mutluluğa ermiştir arınan; 87/14
- Rabb’inin adını zikredip salat kılan. 87/15
Kur’an öğretisi esas alınmadan yapılacak zikirler, salatlar, Allah yanında kabul görmeyen sapmalardır. Bu konuda Kur’an’dan mealen:
- Onların Beyt(ullah) yanındaki salatları da, ıslık çalmadan ve el çırpmadan başka bir şey değildi. “O halde küfrünüzden dolayı azabı tadın. 8/35
Kafirler, kendi icat ettikleri bir usulle, Kabe’nin yanında el çırparak ve ıslık çalarak Allah’ı övdüklerini, O’na salat ettiklerini zannediyorlardı, nasıl ki bugün bile bazı kimseler, dümbelek, tef, kudum v.s. Çalıp raks ederek Allah’ı zikrettiklerini, övdüklerini zan ediyorlarsa, bunlarda ıslık çalıp el çırpmayı Allah’a salat etme zannediyorlardı. Bütün bu hareketler Allah tarafından kabul görmeyen reddedilmiş ve yapanlarını azaba götüren hareketlerdir. Zira, Allah öğretmezse Peygamberler dahi, Allah’a nasıl ibadet edeceklerini ve O’nu nasıl övüp salat edeceklerini bilemezler. Bu hususta Kur’an’dan mealen:
- İbrâhim, İsmâil’le berâber Ev’in (Kabe’nin) temellerini yükseltiyor: “Rabb’imiz, bizden kâbul buyur, şüphesiz sen işitensin, bilensin.” 2/127
- “Rabb’imiz, bizi sana teslim olanlar yap, neslimizden de teslim olan bir ümmet çıkar; bize ibadet yollarımızı göster, tövbemizi kabûl et; zirâ, tövbeleri kabûl eden, çok merhametli olan ancak sensin, sen!” 2/128
Görüldüğü gibi, ibadet yollarını, usullerini göstermek Allah’a aittir. Ve Kur’an öğretisine göre “Salat” kelimesi “Övgü” manasına gelmiş olur. Allah bir kimseye salat ederse o kimseyi övmüş, dolayısıyla sevmiş ve ona merhamet etmiş demektir. Kul, Allah’a hakkıyla salat edince, Allah’ı sevmiş, övmüş ve yüceltmiş olur. Allah’ı sevmiş olması ve sevap kazanması için salatında gaflet içinde olmaması gerekir. Kul, kul için Allah’ın razı olduğu şekilde salat edince onu övmüş, sevmiş ve Allah’tan affını istemiş olur. Salat kelimesi öyle bir kavramdır ki, Allah’tan kullara, kullardan Allah’a ve kullardan, kullar üzerine olabilir. Bu hususta Kur’an’dan mealen:
- (Şüphesiz) Allah ve Melekleri Peygambere salât ederler; ey iman edenler siz de Ona salât edin ve tam bir teslimiyetle selam edin. 33/56
- O (Allah)dır ki, Zatı ve Melekleri size salât ederler; (Allah) böylece sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak istemektedir. O müminlere karşı çok merhametlidir. 33/43
- Onların mallarından bir miktar sadaka al ki onunla onları arındırıp temizliyesin ve onlar üzerine salât (duâ) et; çünkü senin salavatların (duâların) onlar için bir sükûnettir. Allah işitendir bilendir. 9/103
- Bedevi Araplardan kimi de vardır ki Allah’a ve âhiret gününe inanır, verdiğini Allah’a yakın dereceler kazanmağa ve Resûlün salavatını (duâlarını) almaya vesile sayar. Gerçekten o (verdikleri), kendileri için yakın dereceler(e vesile)dir. Allah onları rahmetinin içine sokacaktır. Muhakkak ki Allah bağışlayan, esirgeyendir. 9/99
- Doğrusu mutluluğa ermiştir arınan. 87/14
- Rabb’inin adını anıp salât kılan. 87/15
- Gerçek şudur ki ben Allah’ım. Benden başka İlâh yoktur. Bana ibadet et ve beni anmak için salât (namaz) kıl. 20/14
- Kitab’dan sana vahye dileni oku ve salât (namaz) kıl, çünkü salât (zikir ve namaz), kötü ve iğrenç şeylerden vazgeçirir. Allah’ı anmak, elbette daha büyüktür, Allah, ne yaptığınızı bilir. 29/45
Demek oluyor ki, salât kavramı bir anma; bir dua; övgü kavramıdır. Yoksa salt olarak beş vakit kılınan “Namaz” şeklinde anlaşılıp özdeşleştirilirse ters neticelere varılır. Zira, ayet meallerinde görüldüğü gibi, Allah, Peygambere ve Müminlere salât etmektedir. Haşa bu Allah’ın onlara ibadet ettiği manasında değildir. Ancak onlara övgü ve rahmet ettiği manasındadır. Bu itibarla, salât Allah’ın layık olduğu şekilde Allah’a ve Kulların layık olduğu şekilde kullara yapılır. Örneğin: Kullar övülürken hiçbir zaman kainat üstü manasında olmak üzere “Ekber” yani en büyük kelimesi; tüm noksanlıklardan münezzehi yet (kusursuzluk) manasına gelen “Sûbhan” kelimesi veya her şeyden müstağni, her şeyin O’na muhtaç olduğu manasına gelen “Samed” gibi kelimeler kullara salât edilirken kullanılmaz. Bu gibi ifadeler Allah’a salat edilirken söylenir, kullar için, çok iyi, takvalı, abid, Allah’ın rızasına layık, Allah ondan razı olsun, cennete koysun, azaplandırmasın veya hastaysa Allah şifa versin, Allah ona iyilik versin gibi dualı sözler söylenir. Kişi bunlara layıksa meşrudur. Bu itibarla da anlaşılmış olur ki, liyakati dikkate alıp, haddi aşmamak şartıyla “salât” kullardan kullara, kullardan Allah’a olabildiği gibi, Allah’tan kullara ki; bunlar “Mümin” olan kullardır. Edile bilir. Ve bunda tevhide aykırı bir husus yoktur. Bu konuda Kur’an’dan bir örnek verecek olursam, mealen:
- O halde, beni zikredin (anın)ki, ben de sizi zikredeyim; bana şükredin; (fakat) nankörlük etmeyin. 2/152
Demek oluyor ki, kullar Allah’ı, Allah’ta kulları zikreder, kullardan Allah’a yapılan zikir, Allah’a layık olacak şekilde, Allah’tan kullara yapılan zikirde, kullara layık olacak şekildedir. Örneğin, cenaze üzerine salât edilirken hiçbir zaman Kur’an okunmaz, zira bir kimsenin söylemiş olduğu güzel sözler onun adına anılıp tekrarlandığında, nasıl ki o şahıs anılıp övülüyorsa, Kur’an’da, Allah’ın sözü olduğundan, Kur’an okumak, Allah’ı övme, zikretme ve Allah’a salat etme manasındadır. Ölüye salât ediyoruz diye hiçbir zaman ne cenazenin başında, nede mezarının başında ve nede gıyabında Kur’an okunmaz, ancak ölü için övücü sözler söylenir ve onun için Allah’tan rahmet istenir. Ve tabiidir ki ölünün bu sözlere layık olması diğer bir husustur. Ve ölü üzerine yapılan salât’a hiçbir zaman “Cenaze namazı” denmez, zira “Namaz” kelimesinin Türkçe’deki karşılığı “ibadet”tir. Bu kullar için kullanılamaz.
Böylece anlaşılmış olur ki, salât kelimesi kullanıldığı her hususta ibadet veya Namaz manasında değildir. Ancak Allah için yapılan salatlar ibadet kavramına girmektedir, zira Allah’a yapılan salatlar, Allah’a has olan zikirlerdir.
Diğer önemli bir hususta secde olayıdır. Kimileri secdeyi ibadetle özdeş (aynı) sayıp o şekilde anlamaktadırlar, bu şekildeki bir anlayış, secdeyi doğru anlamış olmak manasında değildir. Zira, nasıl ki cins belirlemek suretiyle, örneğin: “En büyük kelimesini” kullandığımızda, ağaçların en büyüğü falan ağaç, dağların en büyüğü falan dağ diyebiliyorsak ve bu şirk olmuyorsa. Ancak, salt olarak, Allah’tan başkası için en büyük sözcüğünü kullandığımızda bu şirk oluyorsa. Secde de kullar arasındaki üstünlüğü belirtmek bakımından, kullardan kullara yapıldığında şirk olmaz. Fakat, Allah’tan başkasını İlâh kabul ederek, o kabul edilen şeye secde yapılırsa şirk olayı işlenmiş olur, isterse, Allah’tan başka, bu ilâh kabul edilmiş olan şey, canlı veya ölü bir insan, bir taş v.s. olsun fark etmez.
Bu hususta Kur’an’dan mealen:
- Sizi yarattık, sonra size şekil verdik, sonra da meleklere: “Adam’e secde edin!” dedik; hepsi secde ettiler, yalnız İblis etmedi, o secde edenlerden olmadı. 7/11
- (Allah) buyurdu: “Sana emrettiğim zaman seni secde etmekten alıkoyan nedir?” (İblis): “Ben, dedi, ondan hayırlıyım. Beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın.”
7/12
- (Allah) buyurdu: “Öyle ise oradan in, orada büyüklük taslamak senin haddin değildir. Çık, çünkü sen aşağılıklardansın!” 7/13
Görüldüğü gibi, Kur’an öğretisine göre, kullar arasında secde, karşısındakini İlâh görmemek şartıyla ibadet manasında olmayıp, bir birlerinden üstünlük manasındadır. Yine bu konuda Kur’an’dan mealen:
- Hani bir zaman Yûsuf babasına: “Babacığım demişti, ben (rüyâda) on bir gezegen, güneşi ve ayı gördüm, bunların bana secde ettiklerini gördüm.” (demişti). 12/4
- (Babası Yakub): “Yavrum, dedi, rüyanı kardeşlerine anlatma sonra sana bir tuzak kurarlar. Çünkü şeytan, insana apaçık bir düşmandır! 12/5
- Ana-babasını tahtın üstüne çıkardı ve hepsi onun için secdeye kapandılar (Yusuf): “Babacığım, dedi, işte bu, önceden (gördüğüm) rüyânın yorumudur, Rabb’im onu gerçek yaptı, bana iyilik etti; zirâ şeytan, benimle kardeşlerimin arasına fitne soktuktan sonra O, beni zindandan çıkardı, sizi de çölden getirdi. Gerçekten Rabb’im, dilediği şeyi çok ince düzenler. O, (her tedbiri) bilen, her şeyi yerli yerince yapandır.” 12/100
Görüldüğü gibi, secde olayı Allahtan başka herhangi bir şeyi İlâh kabul etmemek şartıyla kullardan, kullara yapıldığında şirk olmayıp, bir üstünlük kabulü olayıdır. Kulların bir birlerine secde etmeleri hiçbir zaman Allah’ın en üstün olduğu gerçeğini değiştirmez, zira kullar arasında , secde edende, kendisine secde edilende ister istemez Allah’a secde ettiğinden Allah’ın en üstün olduğu gerçeği değiştirilemez. Ancak, Allah’tan başka herhangi bir şeye İlâh’lık atfedip ona secde eden, bu düşüncesinden veya kabulünden dolayı şirke girmiş olur. Yoksa yapmış olduğu hareketin kendisinden değil, zira kendisi de, kendisine secde ettiği şeyde, gölgelerine kadar ister istemez Allah’a secde etmektedir.
Bu hususta Kur’an’dan mealen:
- Göklerde ve yerde olanların hepsi ister istemez Allah’a secde ederler. Gölgeleri de sabah akşam (uzayıp) kısalarak O’na secde etmektedirler. 13/15
Bu günkü toplumlarda, kullar arasında yaygın olarak yapılan secde olayına örnek verecek olursak, el öpme olayında, öptüğü ele alnını değdiren kimseleri göstere biliriz. Öyle ki, karşısındakini kendisinden üstün tanıyarak elini öpen kimseler bu el öpme işiyle kalmayıp çoğunlukla alınlarını öptükleri elin üstüne değdirirler, bu hareketleri bir çeşit secdeden başka bir şey değildir.
Salât, zikir ve secde olayını böylece izah ettikten sonra, “Namaz” konusuna gelecek olursak, şöylece izah edebiliriz: Allah, kendisinin zikredilmesini yani anılmasını durum olarak, beli kurallı ve kuralsız olmak üzere iki şekilde emretmektedir. Kuralsız olanına örnek verecek olursak; Kur’an’dan mealen:
- Onlar ayakta ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler: “Rabb’imiz (derler), bunu boş yere yaratmadın, sen yücesin, bizi ateş azabından koru!” 3/191
Görüldüğü gibi, ayakta ve oturarak ve yan üzerine yatılmış iken serbest olarak Allah’ı zikreder edebiliriz. Zikirde ses tonu ile ilgili olarak, Kur’an’dan mealen:
- Rabb’ini içinden yalvararak ve korkarak yüksek olmayan bir sesle sabah akşam an, gafillerden olma! 7/205
Demek oluyor ki, İslam da, Allah adı ile zikir yapıldığında, işi yaygaraya verip, bağıra, çağıra zikir yapmak yoktur. Ses tonu orta olmalıdır, Allah’ı kuvvetli anmanın manası bağırmak çağırmak değildir, içtenlikle ve çok anıştır. Ve zikrin, Allah’ın herhangi bir adıyla yapılması arasında da fark yoktur, zira bazıları iddia ediyorlar ki, Allah’ın ismi azam diye, diğer isimlerinden daha büyük bir ismi vardır; bir kimse Allah’a bu isimle dua ettiğinde güya, Allah dua eden o kimseye her istediğini verecekmiş, hal bu ki böyle bir durum olmayıp, Allah’ın bütün isimleri büyüktür ve kişi layıksa Allah o kişinin duasını kabul eder. Bu konuda Kur’an’dan mealen:
- De ki: “İster Allah diye çağırın ister Rahman diye çağırın. Hangisiyle çağırırsanız, nihayet en güzel isimler O’nundur,
Sâlatında pek bağırma, pek de (sesini) gizleme, bu ikisi arasında bir yol tut. 17/110
Zaman ve Miktar olarak da zikir, Kur’an’dan mealen:
- Ey iman edenler! Allah’ı çok zikredin. 33/41
- Sabah ve Akşam O’nu tesbih edin. 33/42
- Sabah akşam Rabb’inin adını an. 76/25
- Gecenin bir kısmında ve yıldızların dönüp gittiği sırada (yâni sabah vaktinde) de O’nu tesbih et. 52/49
(Ey Muhammed) onların dediklerine sabret ve Rabbini övgü ile an: güneş doğmadan, batmadan önce. 50/39
- Gecenin bir kısmında ve secdelerin arkasından O’nu tesbih et. 50/40
Görüldüğü gibi, Allah’ı zikretmek İslam dininde çok önemli bir yer tutar. Allah kendisini çok zikretmemizi emretmiş olup, zikretmede sayısal bir sınır koymamıştır. Zira her ortam ve her şahsın durumu aynı değildir, fakat bu zikir olayı kafadan savma; öylesine bir şekilde de yapılmamalıdır. Mümin kişi, Allah’ı çok zikretmeye gayret göstermelidir. Zikrin önemi konusunda, Kur’an’dan mealen:
- Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar, mümin erkekler ve mümin kadınlar, tâate devam eden erkekler ve tâate devâm eden kadınlar, doğru erkekler ve doğru kadınlar; sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, (gönülden Allah’a) saygılı erkekler ve (gönülden Allah’a) saygılı kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve (ırzlarını) koruyan kadınlar, Allah’ı çok zikreden erkekler ve zikreden kadınlar; (İşte) Allah bunlar için mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır. 33/35
- Onlar ki, iman etmişlerdir ve kalpleri, Allah’ı anmakla yatışır. 13/28
Bu şekilde, serbest ve saygılı bir şekilde yapılan zikir, salât kavramı içinde olup; kişi bu zikri yaparken, ab destsiz olabildiği gibi, ayakta, yan üstü uzanmış, oturarak v.s. Pozisyonlarda olabilir, ayrıca kıbleye yönelmiş olması da gerekmez.
Kurallı olup, Türkçede “Namaz” olarak tarif edilen salât şeklinde ise kişi bir takım hususları yerine getirmek zorundadır ve bunlar Kur’an’da belirtilmişlerdir; Ayetlerin meallerini yazmak suretiyle bunları şu şekilde sıralıya biliriz:
1- Kıyafet ile ilgili olarak Kur’an’dan mealen:
- Ey Âdem oğulları, her mesci(de gidişiniz)de süs(lü, güzel elbiseler)inizi (üzerinize) alın; yiyin için, fakat isrâf etmeyin; çünkü O, isrâf edenleri sevmez. 7/31
- Elbiseni temizle, 74/4
- Pislikten kaçın. 74/5
Buna göre, imkan ölçüsünde güzel ve temiz elbiseler giyilecek, pislikten kaçınılacak.
2- Abdest ve Gusül ile ilgili olarak: Bu “Abdest” bölümünde anlattım.
3- Kıble ile ilgili olarak, Kur’an’dan mealen:
- (Ey Muhammed), biz senin yüzünü göğe doğru çevirip durduğunu (gökten haber beklediğini) görüyoruz. (Merak etme) elbette seni, razı olacağın bir kıbleye döndüreceğiz. (Bundan böyle) yüzünü Mescid-i Harâm tarafına çevir. Nerede olursanız yüzlerinizi o yöne çevirin. Kitâb verilenler, bunun Rabb’leri tarafından bir gerçek olduğunu bilirler. Allah onların yaptıklarından habersiz değildir. 2/144
Namazda, Kabe’ye yönelmek Allah’a yönelmiş olmanın bir sembolü olarak, Allah tarafından farz kılınmıştır. Yoksa, Allah Kabe’nin içinde olmaktan münezzehtir. İslam dini bir bütündür, Peygamberimiz gelmeden önce Mescidi Aksa kıble olduğundan Peygamberimiz zamanında ilk sıralarda Peygamberimiz ve Sahabeler haliyle kıble olarak Mescidi Aksa’ya yöneliyorlardı, Peygamberimiz kıblenin değiştirilmesini arzu ediyordu, Allah Peygamberimizin beklentisini gerçekleştirerek, Kabe’nin, kıble olmasını farz kıldı. Müminlerin tek bir kıbleye yönelmesini isteyen Allah, istediği yerleri kıble olarak tain ederek Müminlere bildirir, yoksa, Allah’ın zatı için, bir yönün herhangi başka bir yönden farkı yoktur. Bu konuda Kur’an’dan mealen:
- Doğu da, batı da Allah’ındır. Nereye dönerseniz Allah’ın yüzü (zatı) oradadır. Şüphesiz Allah’(ın rahmeti ve nimeti) geniştir. O (her şeyi) bilendir. 2/115
- İnsanlardan bazı beyinsizler: “Onları üzerinde bulundukları kıbleden çeviren nedir?” diyecekler. De ki: “Doğu da batı da Allah’ındır. O, dilediğini doğru yola iletir.” 2/142
- De ki: “Rabbim bana adâleti emretti. Her mescid de yüzlerinizi O’na doğrultun ve dini yalnız kendisine has kılarak O’na yalvarın. İlkin sizi yarattığı gibi (yine O’na) döneceksiniz.” 7/29
4- Namazda nasıl durulacağı konusunda, Kur’an’dan mealen:
- Namazları ve orta namazı koruyun, gönülden bağlılık ve saygı ile Allah’ın huzûruna ayakta (divan) durun. 2/238
- Sabredenleri, doğru olanları, huzûrunda gönülden boyun büküp divan duranları, Allah için (mallarını) harcayanları ve seherlerde istiğfar edenleri (Allah’tan bağışlanmalarını dileyenleri Allah, görmektedir). 3/17
- “Ey Meryem, Rabb’ine divan dur, secde et ve rükû edenlerle birlikte rükû et. 3/43
Görüldüğü gibi, Namaz da duruş şekli, Allah’ın huzurunda olmanın gereği olarak, yüksek bir saygı içeren divan durma başka bir ifadeyle ihtirâm duruşu olayıdır.
5- Kıyam ile ilgili olarak, Kur’an’dan mealen:
- Melekler ona (Zekeriya’ya) nida ettiler ve o ayakta (kaim) olup mihrapta salât (namaz) kılıyordu, dediler ki: “Allah sana, Allah’tan bir kelimeyi doğrulayıcı, efendi, nefsine hâkim ve iyilerden bir peygamber olacak Yahyâ’ı müjdeler.” 3/39
- Bir zamanlar İbrâhim’e Beyt (Kâbe’n)in yerini açıklamış (ve ona emretmiş)tik: “Bana hiçbir şeyi ortak koşma ve tavaf edenler, ayakta (kaimin) duranlar, rükû’ ve secde edenler için evimi temizle.” 22/26
- Onlar ki, gecelerini Rablerine secde ederek ve kıyâm ederek (kıyâmen) geçirirler.” 25/64
- Namazları ve orta namazı koruyun, gönülden bağlılık ve saygı ile Allah’ın huzûruna ayakta (divan) durun (kûmu) 2/238
Kıyâm kavramı, kelime olarak “ayaklar üzerinde durmak, dikilmek, doğrulmak” gibi manalara gelir. Bu kavram, namazla ilgili olunca, Allah’a saygı da ve tazimde bulunmak amacıyla namazda ayakta durmak ; namaz için ayağa kalkmak demektir.
6- Rükû ile ilgili olarak, Kur’an’dan mealen:
- Ey iman edenler rükû’ edin secde edin, Rabb’inize ibadet edin, hayır işleyin ki kurtuluşa eresiniz. 22/77
- “Ey Meryem, Rabb’ine divan dur, secde et ve rükû edenlerle beraber rükû et .” 3/43
Rükû, başı ve beli eğerek bükülmek demektir. Namazda, Allah’ın azameti ve büyüklüğü karşısında, kulun kendi küçüklüğünü ve güçsüzlüğünü itiraf için, namazda sırtı yere paralel oluncaya kadar boynunu öne doğru eğmesidir.
7- Secde ile ilgili olarak, Kur’an’dan mealen:
- Haydi Allah’a secde edin ve O’na ibadet edin. 53/62
- Biz Beyt’i (Kâbe’yi) insanlara toplantı ve güven yeri yaptık. Siz de İbrahim’in makamından bir namaz yeri edinin (orada namaz kılın). İbrâhim ve İsmâil’e: “Tavaf edenler, ibadete kapananlar, rükû ve secde edenler için Ev’imi temizleyin!” diye emretmiştik. 2/125
8- Ku’ûd (oturma) ile ilgili olarak, Kur’an’dan mealen:
- (Savaş Halindeyken, korku namazından sonra) Namazı bitirdiğiniz zaman ayakta, oturarak ve yanlarınız üzerine (uzanarak) Allah’ı anın; güvene kavuştunuz mu namazı (tam) kılın. Çünkü namaz, müminlere vakti belli olarak farz kılınmıştır. 4/103
- Onlar ayakta, oturarak ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler: “Rabb’imiz (derler), bunu boş yere yaratmadın. Sen yücesin, bizi ateş azabından koru!” 3/191
Görüldüğü gibi, Namazla ilgili olarak Ku’ûd yani oturma, namaz bittikten sonra yapılan bir harekettir. Namaz kılarken, namaz kılmanın içeriğinde oturma yoktur, oturulması halinde namaz bitmiş veya ara verilmiş demektir. Her oturuştan sonra tekrar namaza başlandığında bu yeniden başlama demektir, oturmadan önce kılınan namazdan ayrı bir başlamadır. Oturmayla namazdan çıkılmış demektir, fakat istenirse ayrı ayrı bölümler halinde tekrar namaz kılınabilir.
Bu hususların yanında ayrıca, namazda sözle ifade olayı vardır. Yani namaz kılınırken neler söylemeli, ne okumalı ve ses tonuyla, kişisel nefsi durum nasıl olmalıdır.
Bu hususta, Kur’an’dan mealen:
- “Gerçek şudur ki ben Allah’ım. Benden başka İlâh yoktur. Bana ibadet et ve bani anmak için namaz kıl.” 20/14
- Ey iman edenler! Cuma günü namaz için seslenildiğinde, alışverişi bırakarak Allah’ın zikrine koşun. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. 62/9
- Doğrusu felâh’a ermiştir arınan: 87/14
- Rabb’inin adını zikredip (anıp) namaz (salat) kılan. 87/15
Görüldüğü gibi, namazda Allah’ın adı anılacaktır. Bu anma olayında Allah’ın hangi adı anılırsa anılsın arada fark yoktur. Yani bazılarının iddia ettiği ve rivayetlerde ifadesini bulan, Allah’ın gizli olup, diğer isimlerinden daha yüce olan özel bir ismi azamı yoktur. Allah’ın bütün isimleri ismi azamdır. Bu hususta, Kur’an’dan mealen:
- De ki: “İster Allah diye çağırın, ister Rahman diye çağırın. Hangisiyle çağırırsanız, nihayet en güzel isimler O’nundur. Salatında pek bağırma, pek de (sesini) gizleme, bu ikisi arasında bir yol tut. 17/110
Mealini yazmış olduğum ayette belirtilmiş olan diğer bir hususta, salattaki ses tonuyla ilgilidir. Zikr konusuna devam edecek olursak:
- Rabb’ini tekbir et. 74/3
- O, öyle Allah’tır ki O’ndan başka İlâh yoktur. Melik, Kuddûs, Selâm, Mümin, Müheymin, Aziz, Cebbâr, Mütekebbirdir. Allah, onların (müşriklerin) ortak koştukları şeylerden münezzehtir. 59/23
- De ki: “Hamd, çocuk edinmeyen, mülkte ortağı olmayan, âcizlik sebebiyle bir yardımcıya da ihtiyacı bulunmayan Allah’a mahsustur. O’nu şânına lâyık bir şekilde tekbir et.” (Allah’u ekber de. 17/111
Allah’u Ekber: Allah en büyüktür!
- Sen Rabb’ini hamd ile tesbih et (O’nu övecek sözlerle an, subhânallahi velhamdulillâh de) ve secde edenlerden ol. 15/98
- O halde yüce Rabbının adıyla tesbih et. 56/74
- Rabb’inin yüce adını tesbih et (O’nun eksikliklerden uzak olduğunu an). 87/1
- Rabb’ini hamd ile tesbih et. Ve O’ndan mağfiret dile. Muhakkak ki, O, tövbeleri kabul edendir. 110/3
- Güneşin (ufukta aşağı) kaymasından gecenin kararmasına (yatsı vaktine) kadar namaz kıl ve fecrin Kur’an’ın(ı, fecir namazını) da (unutma). Çünkü fecir Kur’an’ı, şahidli (müşahedeli) dir. 17/78
Fecir: Tan yerinin ağarması.
Arap dilinde bir şeyin parçasının ismi, tüme verilir. Onun için Kur’an’da namaza; Namazla ilgili olduğu belli olacak şekilde, secde, rükû, tesbih, kıraat, dua ve zikir denilmiştir.
Kur’an’dan mealen:
- Rabb’in, senin gecenin üçte ikisinden daha azında, yarısında ve üçte birinde kalk(ıp namaz kıl)dığını biliyor. Senin le berâber bulunanlardan bir topluluk da (böyle yapıyor).geceyi ve gündüzü, Allah takdir etmektedir. O sizin (gece ve gündüz saatlerinizi) hesâbedemiyeceğinizi (gece saatlerinde kalkamayacağınızı) bildiği için sizi affetti. O halde Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun (ne miktar kolayınıza gelirse o kadar gece namazı kılın, kendinizi zorlamayın, (Namazda Kur’an okunduğundan gece namazı, mecâzen Kur’an okuma ile ifade edildiği bur da da görülmektedir). Allah, içinizden hastalar, yeryüzünde gezip Allah’ın lûtfunu arayan başka kimseler ve Allah yolunda savaşan başka insanlar bulunacağını bilmektedir. Onun için Kur’an’dan kolayınıza geldiği kadar okuyun. Namazı kılın, zekâtı verin ve Allah’a güzel bir borç verin. Kendiniz için verdiğiniz hayırları, Allah katında verdiğinizden daha hayırlı ve mükâfatça daha büyük bulacaksınız. Allah’tan mağfiret dileyin. Şüphesiz Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir. 73/20
- Kitab’dan sana vahye dileni oku ve namaz kıl, çünkü namaz, kötü ve iğrenç şeylerden vazgeçirir. Allah’ı anmak, elbette en büyük (ibadet)tir. Allah, ne yaptığınızı bilir. 29/45
Bu ayet meallerinde de namazda Kur’an okunması gerektiği görülür.
Namazda dua edilmesi gerektiği konusunda, Kur’an’dan mealen:
- Ey iman edenler! Sabrederek ve Salât ile (Allah’tan) yardım dileyin; şüphesiz Allah sabredenlerle beraberdir. 2/153
- De ki: “Rabbim bana adaleti emretti; her secde yerinde yüzünüzü (kıbleye) çevirin ve dini kendisine hâs kılarak yalnız O’na yalvarın. İlkin sizi yarattığı gibi (yine O’na) döneceksiniz. 7/29
- Sabrederek ve salât ile (Allah’tan) yardım dileyin; Ne varki bu, huşû duyanların dışındakilere şüphesiz çok zordur. 2/45
Yazmış olduğum ayet meallerinde de görüldüğü gibi, Namazda ki sözlü ifadelerin, Allah’ı zikretme (anma), Kur’an okuma ve dua etme olduğu anlaşılır.
Hatırlanacağı üzere, Allah için yapılacak salâtın kurallı ve kuralsız olmak üzere iki şekilde olduğunu ve kurallı olanına Türkçe de “Namaz” dendiğini ifade etmiştim. Bu hususu dikkate alarak, salâtın hangi vakitlerde ve ne kadar yapılması gerektiği konusunda Kur’an’dan örnekler verecek olursak, mealen:
- (Savaş halindeyken) Namazı kıldıktan sonra ayakta iken, otururken ve yanlarının üzerine yatarken Allah’ı anın; korkudan kurtulup emniyete kavuşunca Namazı (tam ) kılın, zira salât (namaz), müminlere vakitli olarak farz kılınmıştır. 4/103
Salat vakitleri belirtilmiş olarak Müminlere farz kılınmıştır. Bundan anlaşılır ki, Allah için sâlat etmek Müminler için keyfi bir olay olmayıp, belirli vakitlerde yapılması zorunludur. Vaktin çıkması halinde kaza etme olayı da yoktur. Salâttan Kur’an’da bahsedilirken “kada”, “salli”, “kıyam”, “ruku”, sucud” edin, kıbleye yönelin, beraber kılın ifadeleriyle Kurallı olan salât yani “Namaz” olduğu açıkça anlaşılır. Bu şekilde ifade edilmeyişte yalnızca zikir emredilmişse bu da serbest olarak, ayakta, otururken, yanlar üzerine yatılmışken, yürürken yapılan salât anlaşılmış olur.
Serbestçe yapılan salâtla ilgili olarak Kur’an’dan mealen:
- Onların dediklerine sabret, güneşin doğmasından ve batmasından önce Rabb’ini hamd ile tesbih et; gece saatlerinden bir kısmında ve gündüzün taraflarında (iki ucun)da O’nu tesbih et ki memnûn olasın. 20/130
- Akşama girerken ve sabaha ererken Allah’ı tesbih (etmeniz gerekir). 30/17
- Göklerde ve yerde, günün sonunda da, öğleye erdiğiniz zaman da hamd, O’na mahsustur. 30/18
- Gecenin bir kısmında ve yıldızların dönüp gittiği sırada (yani batış vaktinde)de O’nu tesbih et. 52/49
- Onların dediklerine sabret ve Rabbini övgü ile an: güneş doğmadan, batmadan önce. 50/39
- Gecenin bir kısmında ve secdelerin arkasında O’nu tesbih et. 50/40
- Rabb’ini içinden yalvararak ve korkarak, yüksek olmayan bir sesle sabah akşam an, gafillerden olma! 7/205
- Sabah akşam Rabb’inin adını an. 76/25
- Gecenin bir bölümünde O’na secde et ve gecenin uzun bir bölümünde O’nu tesbih et. 76/26
- Namaz (Cuma namazı) kılındıktan sonra yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lutfundan (nasibinizi) arayın. Allah’ı çok anın ki kurtuluşa eresiniz. 62/10
76 (İnsan) 26 ve 62 (Cuma) 10 Ayetleri meallerinde dikkat edilirse kurallı salât yani Namazın bir miktar, diğer bir ifadeyle orta sürede. Diğer serbest salâtın ise uzunca bir süre yapılması emredilmiştir.
Bununla ilgili olarak, Kur’an’dan mealen:
- Salavatları koruyun ve orta salâtı ve huşu içinde Allah’a kıyama durun. 2/238
Yukarıda mealini yazmış olduğum Bakara Sûresi 238 ci Ayetinin mealini, halen piyasada mevcut, baktığım meallerde benim yazdığım şekilde değil de şu şekilde yazmaktadırlar. Mealen:
- Namazları ve orta namazı koruyun, gönülden bağlılık ve saygı ile Allah’ın huzûruna durun. 2/238
Ayet mealinin bu şekilde yazılması ise çok hatalıdır. Zira ayette bahsedilen salâvatların tamamı, kurallı olarak kılınan ve Türkçede “Namaz” diye ifadesini bulan salâta hasredilmiştir. Hal bu ki durum hiçte öyle değildir. Bunu anlatmadan önce, bu yanlış anlamadan dolayı işledikleri bir ikinci hataya deyinmem gerekir, bu da orta namazın hangisi olduğu konusunda öne sürmüş oldukları iddialardır. Şöyle ki, kimisi “Sabah” namazıdır derken, diğer bir kısmı da günün ortasında kılınan “Öğle” namazıdır iddiasında bulunmuşlardır, fakat büyük çoğunluk “İkindi” namazı olduğunu iddia etmişlerdir. İddialarına kanıt olarak İbni Abbas’tan rivayet öne sürmektedirler. Öğle namazı olduğunu iddia edenlerde karşıt olarak İbni Ömer’den rivayet öne sürerek, iddialarının doğruluğunu ispatlamaya çalışmışlardır. Basit gibi görünen bu hataları, ayette kastedilen esas manaya çok önemli bir şekilde ters düşmektedir. Şöyle ki:
Daha önce, Allah için yapılan salâvatların serbest ve kurallı olmak üzere ikiye ayrıldığını, kıyam, ruku, sucud, gibi hususlarla birlikte salât emredildiğinde kurallı olan veya başka bir ifadeyle “Namaz” anlaşılması gerektiğini, salât bunlardan bağımsız emredildiğinde ise Kur’an’da örneği olduğu şekilde pozisyon ve konum olarak uygun bir şekilde serbestçe Allah’ı zikretmenin anlaşılması gerektiğini Kur’an’a dayalı olarak belirtmiştim. İşte, Bakara sûresi 238 de tek husustan bahsedilmeyip her iki husustan bahsedilmektedir. “Salâvatları koruyun” diye emredildiğinde genel olarak salâvatların korunması. Orta salât ve huşulu kıyamın emredildiği kısım ise yalnız “Namazla” ilgili olan kısımdır. İş böyle olunca, Orta Namazın Manası tüm farz namazlar olmaktadır. “Orta” ifadesiyle vurgulanan, Namazın hangi vakitteki konumuyla yani Akşam mı, İkindimi V.s. Değil, ne kadar süreyle kılınacağı yani “Namaz kılma süresiyle ilgilidir.” yani farz namaz kılındığında normal şartlarda az bir vakitte değil de orta bir vakit kapsayacak kadar namaz kılmanın farz olduğunu, diğer taraftan Namazın dışında yapılan salâvatların çokça yapılması gerektiğini Cuma sûresi 10 ve İnsan sûresi 76 da görmüştük, dolayısıyla “Orta” namazdan kasıt, herhangi bir farz namazın gün içindeki konumu olmayıp farz namazların gün içerisinde her birinin vakti içerisinde Orta bir zaman süresi kapsayacak şekilde kılınması gerektiği hususudur. Nasıl ki, Allah için çok salavat emredildiğinde çokluğu belirtecek herhangi bir sayı verilmemişse ve bu husus Müminlerin zihinlerinde ki ortak kanaatine bırakılmışsa, aynı şekilde vakit olarak orta derecede namaz kılınması Müminlerin ortak kanaatine bırakılmıştır. Örneğin Kur’an’da, tehlike anında namazın kısaltıla bileceğine deyinilmiş olup ne kadar süre kısaltma yapılacağı belirtilmemiştir, böyle olması da normaldir, zira bütün tehlikeler doz olarak aynı değildir ve kısaltma tehlikenin dozuyla ilgilidir. Bunun gibi zaman çağları ve ortamlar içerisinde tehlikesizce kılınabilir zaman dilimi içerisinde her gün belli vakitlerde olmak üzere “Ortalama makul bir zaman süresinin Namaz ibadeti için ayrılması Müminler üzerine farzdır.
Böylece Namaz kılma süresinin, Kur’an’da “Vusta” kelimesinden anlaşılması gereken “Orta zaman süresi” olarak verilmiş olmasına rağmen, Ehli sünnet mezhepleri ki, bunlar rivayetlere dayalı tüm mezheplerdir, her ne zaman Kur’an İslam dini için yeterlidir dendiğinde, en evvel söyledikleri şeylerin başında, Kur’an’da Sabah namazı iki rekattır, Öğle Namazı dört rekattır v.s. Şeklinde bir bilgi yoktur, bundan dolayı Kur’an, rivayetler olmadan İslam dini için yeterli değildir, rivayetlere uymak zorunludur iddiasında bulunmaktadırlar. Hal bu ki, rekat sayısı iddiasında bulunmalarının zaman olarak namaz kılma süresi ile ilgili pek bir önemi yoktur. Şöyle ki, İkindi namazını dört rekat kılan iki kişiyi ele alalım. Bir tanesi her rekatta Fatiha sûresi ile kısa bir sûre okuyup, Allah’ı tesbih edip zikrettiğinde üçer defa tesbih ederse namazını on dakikada tamamlayabilir. Öbür şahıs ise her rekatta bir cüz okuyup, Allah’ı tesbih edip zikrettiğinde ellişer defa zikrederse namazını ancak dört saatte tamamlaya bilir; hatta aynı şahıs tek bir rekat kılsa dahi, kıldığı bu bir rekat bir saat süreceğinden öbürünün kıldığı dört rekatten zaman süresi olarak kat kat fazla kılmış olur. O zaman, namazlara rekat sayısı belirtmek suretiyle sınır koymalarının ve rivayetler iddia etmelerinin ne manası vardır. Kaldı ki, örneklerini verdiğim rivayetlerde görüldüğü gibi bu konuda da uydurdukları rivayetler bir birleriyle çelişkili oldukları gibi, bu günkü fiili uygulamalarla da çelişmektedirler. Kur’an’a dolaylı veya dolaysız olarak noksanlık atfetmeleri Kur’an’ı inkar etmekten başka bir şet değildir. Zira Kur’an’da noksanlık olmadığı gibi, bütün misaller mevcuttur. Bu konu da Kur’an’dan mealen:
- Andolsun ki biz, öğüt alsınlar diye, bu Kur’an’da insanlara her türlü misali verdik. 39/27
- Hiçbir eğri tarafı olmayan (apaçık) Arapça bir Kur’an indirdik ki sakınsınlar. 39/28
- Andolsun biz bu Kur’an’da insanlara her çeşit misâli getirip anlattık. Onlara bir ayet getirdiğin zaman inkar edenler: “Siz iptalcilerden (gittiğimiz yolu değiştirenlerden) başka bir şey değilsiniz.” derler. 30/58
- İşte Allah, bilmeyenlerin kalplerini böyle mühürler. 30/59
Evet, onların kaygıları Ayetleri öğrenip Kur’an’a tabi olmak değil, din olarak kabul ettikleri hurafelerle dolu bozuk yolarının değiştirilmesidir. Kitabın başlarında belirttiğim gibi, önde gelen önderlerinin tamamı, rivayetlerin Kur’an ayetlerini nesh yani iptal edebileceğini iddia ettiklerini belirtmiştim. Bu konuda o kadar hassastırlar ki, kim kendilerine, Kur’an dışında söylenen sözlerin İslam Dinine uygun olması için, Kur’an’a uygun olması gerekir derse, o şahsı zındıklıkla yani, Ahirete ve kitaba inanmamakla birlikte, küfrünü gizleyip iman izhar etmekle yani munafıklıkla suçlarlar. Kurân’a uymak gerekli değildir sözü inançlarının en önde gelen köklerinden biridir. Ve bu söz etrafında ittifak etmişlerdir. Zira kendi ağızlarıyla derlerki eğer Kur’an’a uygunluk aransa, rivayetlerin tamamına yakını ortadan kalkacaktır. Şöyle ki:
SONRAKİ 23. BÖLÜM İÇİN ANA SAYFAYA GİT = > ANA SAYFA